Geçtiğimiz hafta Lübnan’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun gündeminin ilk sırasında Hizbullah vardı. Pompeo görüşmelerde açıkça “Lübnanlılar Hizbullah’a karşı tavır almalı” dedi.
Kudüs’ten sonra…
Hediye Levent / G.Evrensel
ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıdığı günlere geri dönelim, üstünden çok geçmedi zaten. En az Trump kadar meşhur kızı İvanka ve ABD’nin en az dışişleri bakanı kadar görünür olan damadı Jared Kushner’in katılımıyla gerçekleşmişti elçilik açılışı. Diğer tarafta ise İsrail güvenlik güçleri büyük geri dönüş yürüyüşüne katılan Filistinlilere karşı oldukça kanlı saldırılar yapıyordu. Sağlık görevlilerinden tekerlekli sandalyelilere kadar herkes nasibini alıyordu bu saldırılardan.
“ABD bu adımıyla İsrail-Filistin sorununun iki devletli model ile çözümünün önünü kapattı”, “ABD, Filistinlileri yok sayıyor”, “ABD, bölgede gerginliği artıracak adımlar atıyor” ve en sık duyulanı da “ABD’nin bu adımı kabul edilemez” sözleri oldu. Açıklamalar, sosyal medyada mesajlar, tweetler, köşe yazıları vs vs. Somut adım atan, tepki gösteren, ABD bir tarafa İsrail’i geri adım attırmasa da tedirgin edebilecek tek bir hamle gelmedi bu konuşmaları yapanlardan. Konu kapandı.
TEPKİ VAR YA EYLEM?
Önceki gün ABD Başkanı Trump, Suriye toprağı olan ve Suriye toprağı olduğu BM kararları ile de teyit edilen Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanıyan kararnameyi imzaladı. İmzaların atıldığı programın görüntüleri tarihe geçecek gibiydi gerçekten. Trump, bir ülkenin toprağını başka bir ülkeye verebilme hakkını kendinde görebilecek kadar rahattı. Netanyahu da işgal ettikleri “Golan’ın üzüm bağlarında yapılan şarap getirdim size” diyordu.
ABD’nin bu adımı bölge ülkelerinden elçiliğin Kudüs’e taşınması kadar bile tepki almadı.
Türkiye çıkış yapan ülkelerden biriydi ancak neye ve niye tepki gösterdiği de muamma: “Golan Tepeleri adımı kabul edilemez”.
Haklısınız peki İsrail ve ABD’ye karşı hangi somut tepkileri göstermeyi planlıyorsunuz?
Cevapsız soru…
Kaldı ki, Türkiye de İsrail’in Golan Tepeleri’nde yaptığı kaynakların kullanımı, yerleşim birimleri inşası, eğitim ve idari sistemi kendisine göre yeniden oluşturma, yetkili atama, asker bulundurma gibi birçok şeyi Suriye’de yapıyor.
Netanyahu’nun Trump’a götürdüğü Golan şarapları ile Türkiye’nin işleyip sattığı Afrin zeytinleri arasında çok da fark görünmüyor. Sonuçta iki ülkenin de açıktan veya dolaylı olarak hak iddia edip çıkmamak üzere yerleşmek için uluslararası destek bulmaya çalıştıkları yer bir başka ülkenin yani Suriye’nin toprağı.
Sonuç olarak Golan Tepeleri konusunda da Türkiye dahil bölge ülkelerinden somut adım beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olur.
SIRADA NE VAR?
Şimdi tartışılan asıl soru şu; sırada ne var?
Trump, İsrail-Filistin sorunun çözeceğine dair iddialı sözlerle ve “yüzyılın çözümü/barışı” adını verdikleri bir planla göreve başlamıştı. Ancak sorunu çözmesi gereken yol haritası elçiliğin Kudüs’e taşınması, topraklarına geri dönme hakkı olan Filistinli sayısının mümkün olduğunca aza indirilmesi, Lübnan-Suriye-Ürdün gibi ülkelerde yaşayan milyonlarca Filistinliye sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçları sağlayan UNRWA’nın bütçesinin kesilmesi ve son olarak Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı sayılmasını getirdi.
Diğer taraftan bölgede Lübnan Hizbullah’ı başta olmak üzere İsrail karşıtı ülkelere ve oluşumlara yönelik yaptırımlar da giderek artıyor. Savaş sonrası dönemde yeniden toparlanmaya çalışan Suriye’nin önünde yaptırımlardan oluşan duvar giderek yükseliyor. Suriye’de inşa sürecine katılan iş çevresinden insanlardan banka havalesine kadar her alana sirayet eden bir yaptırımlar ağından Suriye’nin kendisini kurtarıp toparlanması çok zor olacak gibi görünüyor.
Geçtiğimiz hafta Lübnan’ı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun gündeminin ilk sırasında Hizbullah vardı. Pompeo görüşmelerde açıkça “Lübnanlılar Hizbullah’a karşı tavır almalı” dedi. Zaten kırılgan bir denge üzerinde ve bıçak sırtında ilerleyen ülkede bir grubun diğerine karşı ayağa kalkmasını istemek hangi diplomasi literatürüne uygun düşüyor? Gerçekten mantık sınırlarını zorluyor.
HİZBULLAH’A YAPTIRIM ENDİŞESİ
Pompeo’nun ziyaretinin ardından zaten epeydir diken üstünde olan Lübnan’ın gündeminde “Hizbullah’ı izole etmeye zorlamak için örgüte karşı olanlar dahil bütün siyasi hareketlere ve kurumlara yaptırım uygulanır mı?” sorusu var.
Muhtemelen ABD ve bazı AB ülkeleri Lübnan içindeki kırılgan yapıyı, ekonomik kriz nedeniyle daha da zorunlu hale gelen sıcak para ve dış yardım ihtiyaçlarını kullanarak Hizbullah’ın izole edilmesini sağlamaya çalışacak. Ancak Lübnan’ı etkilemeyecek şekilde Hizbullah’a yaptırım uygulanması da pek akla yatkın değil. Hatta uzun süredir yaptırım uygulandığı için para transferi dahil bütün işleri için yeni kanallar oluşturmuş olan Hizbullah’ın değil Lübnan’ın daha fazla etkilenmesi mümkün.
Diğer taraftan Şebaa Çiftlikleri dahil Lübnan toprağının bir kısmı da uzun süredir İsrail işgali altında. Trump ile oldukça iyi ilişkileri olan Netanyahu’nun Golan Tepeleri’nden sonra işgal ettiği Lübnan topraklarını da gündeme getirmesi mümkün.
Lübnan-İsrail arasındaki kara ve deniz sınırının belirlenmemiş olması meselesi de var. Bu durum Akdeniz’deki gaz yataklarında hangi ülkenin ne kadar hakkı olduğu sorununu doğrudan etkiliyor.
Bölgeden yapılan aşırı iyimser değerlendirmelerde Trump’ın bütün bu adımları Netanyahu’yu kurtarmak için attığını öne sürenler de var. Malum İsrail içinde yolsuzluk dahil birçok suçlama ile karşı karşıya olan Netanyahu’nun yaklaşan seçimleri kazanması bir çeşit ölüm-kalım meselesi haline geldi.
Hepimizin çok tanıdık olduğu seçim öncesi “Dış düşmanların iyice arsızlaşması ve bir milli kahramanın milli destan yaratması” senaryosu izlediğimizi söylüyor bazı çevreler.
Netanyahu’nun heyecanla duyurduğu Lübnan sınırında Hizbullah’ın (Zaten yıllardır bilinen) tünellerinin aranması ve yok edilmesi operasyonu muhtemelen bu senaryoya uygun bir hamleydi.
BÖLGE YENİDEN ŞEKİLLENİYOR
Ancak ABD’nin son hamleleri ilk aşamada bölgede İsrail’in lehine gelişmeler olarak görünse de bölgenin yeniden şekillendiğini de göz önüne almak gerekiyor. Arap Ayaklanması’ndan çok önce başlayan ve ayaklanma döneminde fiziksel olarak altüst olan bölgede yeni dönem ve yeni güç çekişmesi başladı. ABD’nin, Rusya’nın, İran’ın, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerinin, Türkiye’nin, İsrail’in ve daha birçok ülkenin dahil olduğu bu çekişme süreci birçok risk ve şaşırtıcı gelişmelere de gebe.
Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ile başlayan süreç Akdeniz’deki gaz yatakları, Arap ayaklanması ile askıya alınan petrol boru hatları projeleri, bölgenin abisi kim olacak ve hangi büyük abi tarafından korunacak gibi yeni ittifak arayışları, milyonlarca mülteci, milyarlarca dolarlık yeniden imar-inşa payları, yine milyarca dolarlık silah anlaşmaları, eski askeri üslerin güçlendirilmesi ve yenilerinin oluşturulması ve daha birçok alt başlıkla birlikte ilerliyor.
Boşuna dememişler “follow the money (Parayı takip et)” diye. Ciddiyetten uzak atarlı-giderli çıkışları değil para ve güce ulaşan adımları izlemek gerekiyor gidişatı anlamak için.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *