Yapımcı Bilal Eroğlu: “Türk sivil toplum kuruluşları 25 binin üzerinde kuyu açmış mesela. ‘Su Savaşları’ bunu duyurmak ve yapılan yardımların takibini yapmak için bile çok önemli bir proje.”
Dünyanın susuzluğu ‘Su Savaşları’nda
Dünyanın çeşitli bölgelerinde su sıkıntısı çeken insanların suya ulaşmasının hikayesini ekrana taşıyan “Su Savaşları” belgeseli, TRT Belgesel ekranlarında yayınlanacak.
TRT Belgesel ekranlarında yayınlanacak yapımın yönetmeni Bilal Eroğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türk yardım kuruluşlarının faaliyetlerini duyurmak amacıyla yol çıktıklarını belirterek, “İngilizler Afrika’da bir misyon okulu açar, BBC’de 6 bölüm seyrederiz. Türk sivil toplum kuruluşları 25 binin üzerinde kuyu açmış mesela. Su Savaşları, bunu duyurmak ve yapılan yardımların takibini yapmak için bile çok önemli bir proje.” dedi.
Eroğlu, Türk kültüründe suyun önemli bir yeri olduğunun altını çizerek, “Biz suyla ilişkisi olan bir milletiz. Hayrat kültürümüz var. Yani her insanın 4’te 3’ü sudur ama Türk milleti için su başka bir yerdedir. Zaten mevcut bu farkındalığı biraz daha artırabilmek gibi bir niyetimiz vardı. Aldığımız geri dönüşlerle doğru yolda olduğumuzu daha da hissettik.” ifadelerini kullandı.
TRT’nin bu anlamda önemli adımlar attığını vurgulayan Eroğlu, TRT Belgesel kanalının bu alanda çalışanlar için önemli bir mecra olduğunu kaydetti.
Bilal Eroğlu, verdikleri destek dolayısıyla TRT Genel Müdürü İbrahim Eren’e ve TRT Belgesel Kanal Koordinatörü Süleyman Tezgel’e de teşekkür etti.
“Geleneksel belgeselciliğin bir parça dışına çıktık”
Belgeselin teknik danışmanı Hakan Girginer de “Su Savaşları”nın ortak aklın ve iyi niyetin bir ürünü olduğunu belirterek, “Dünyanın en önemli sorunlarından biri, temiz ve içilebilir suya erişim. Çoğu insan bunun farkında ama biz ekip olarak bunu bir adım daha ileriye götürmek istedik ve geleneksel belgeselciliğin bir parça dışına çıkarak, sadece bir soruna mercek tutmak yerine bu konuda bir şeyler yaparak ilerlemeye çalıştık.” diye konuştu.
Girginer, ilk olarak Nijer’de Sahra Çölü’nün hemen kıyısında bulunan Fumbia Köyü’ne gittiklerini aktararak, şu bilgileri verdi:
“Suya erişemeyen küçük bir köy halkı düşünün, suya erişebilmek için her gün 8 saat yol yürümek zorundalar. Bu köyde elimizden geldiğince çabalayarak bir kuyu açtık ve köylülere kullanabilecekleri temiz su bulduk. Suyu bulmanın heyecanı gerçekten çok büyüktü ve biz bunu ekip olarak yaşadık. Bu başarı çok mühimdi bizim için. Burada önemli olan, belgesel çekebilmek değil bir şeyleri başarabilmek de aynı zamanda. Dilimizde çok güzel bir ifade var, ‘karınca bile safım belli olsun demiş’ şeklinde. Dünyada milyonlarca insan suya ulaşamıyor. Biz de kendi yapabildiğimiz ölçüde, büyük devletlerin ve şirketlerin ulaşamadığı o küçük topluluklara bir şekilde suyu ulaştırabilmek için bu yola çıktık.”
“5 çocuktan 3’ü beşinci doğum gününü göremiyor”
Sudaki kirliliği “görünmeyen ölüm” olarak niteleyen Girginer, “5 çocuktan 3’ü, beşinci doğum gününü göremiyor ve bu çocuk ölümlerinin arkasında genellikle suyun kullanılamaz nitelikte olması var. Bizim yola çıkma amacımız aslında insanları mümkün olduğu kadar temiz suya kavuşturabilmek. Biz temiz suyu kanıksamış bir kültürden geliyoruz. Hiçbir zaman su sıkıntısı çekmedik ama dünyada bu konuda bizim kadar şanslı olmayan çok insan yaşıyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Hakan Girginer, çekimler esnasında temiz suya ulaşırken kendilerinin de en az köylüler kadar heyecanlandığını söyledi.
Bol olduğu coğrafyalarda suyun kıymetinin yeterince bilinmediğine vurgu yapan Girginer, “Büyüklerimiz ‘Su gibi aziz ol.’ diyerek suyun kutsallığını anlatmış. Biz suyun kıymetini biliyoruz. Her zaman bol su bulabildiğimiz bir hayatın içinde, suyun kıymetini anlamak kolay değil. Maalesef bazı şeyler azaldıkça daha değerleniyor, o zaman anlıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Çekimler sırasında Sahra Çölü’nde yaşadıklarını bir anıya da değinen Girginer, şunları aktardı:
“Çöldeki çaresizliğimiz benim hiç hesaplamadığım bir şeydi. Çölde yaptığımız çekimin ilk günü şahsen ‘Bunun sonu gelmeyecek.’ diye düşündüm. Sıcaklık 45 – 50 derece civarında. O sıcağı hissetmiyorsunuz, bir rüzgar var. Terlemiyorsunuz fakat o rüzgar bütün enerjinizi alıp götürüyor. Orada bir çaresizlik vardı. Onu hiç unutmuyorum. Aklımdan hep ‘Burada bin küsur yerli halk yaşıyor. Bu koşullarla hep iç içeler. Nasıl başa çıkıyorlar. Biz bunu nasıl beceririz?’ düşünceleri geçiyordu. O ilk günün korkusu, umutsuzluğu, çaresizliği bambaşkaydı ama orada çalıştıkça intibak ediyorsunuz ve ortam size doğal gelmeye başlıyor. Fakat ilk günün bende bıraktığı o etkiyi hiç unutmayacağım.”
“Su insanların hayatını değiştirebilecek bir meta”
Su uzmanı Çağlar Demirkapı da su alanında eğitim aldığının altını çizerek, hayatını suya adadığını dile getirdi.
Edinilen meslekle insanların hayatına dokunulduğunda büyük bir keyif ve heyecan yaşandığını söyleyen Demirkapı, “Çocukken fark ettiğim bir şeydi bu, su yaşamın çok büyük bir bölümünü işgal ediyordu ve insanların hayatını değiştirebilecek bir metaydı.” değerlendirmesinde bulundu.
Demirkapı, ABD’de su üzerine eğitim görürken havuz temizliğinden su arıtma sistemlerine kadar birçok alanda çalıştığına dikkati çekerek, temiz ve içilebilir suya ihtiyaç duyan insanların mutluluğunu paylaşmak amacıyla belgesel ekibinde yer aldığını kaydetti.
Çağlar Demirkapı, 1990’lı yıllarda, ABD’de Türkiye’ye de arıtma sistemleri ihraç eden bir firmada çalıştığını aktararak, “Bu arıtma sistemleri böbrek hastalarının içebileceği suları da arıtıyordu. Tatil için Türkiye’ye gelmiştik. Amasya Devlet Hastanesi’ne gönderdiğimiz cihazların çalışmadığını ve hemodiyaliz hastalarının çok acil bu cihazlara ihtiyacı olduğunu öğrendik. Tabii o zaman teknik servis yok. Cihazlar gönderilmiş ama çalışmıyor. Hastaneye vardığımda inanılmaz bir manzarayla karşılaştım. Bazı hastaları cihazlar bozuk olduğu için başka hastanelere sevk etmişler ama bazıları teknik servisi beklemiş. Fatma adında 12-13 yaşlarında bir kız çocuğunun annesi bana, ‘Su sistemi yapılacak değil mi? Görüyorsun vücudu sapsarı oldu. Bizim Merzifon’a götürecek vaktimiz yok. Bunu bitirmen lazım.’ demişti, hiç unutmuyorum. Gece yarısına doğru 4-5 saat içinde arızayı giderdik. İlk Fatma’yı almışlar. Bütün o yorgunluk ve stresle uyumuşum. Fatma’nın annesi sabah börek yapmış, başucumda bekliyordu. Orada anladım ki suyla insanların hayatına dokunabilirsiniz.”
Yapımcılığını Uğur Veli ile Raif İnan’ın üstlendiği belgeselin ilk bölümü 10 Mart’ta TRT Belgesel ekranlarında seyirciyle buluşacak.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *