Kopya çekerek sınıf geçmek kolay, derse çalışarak sınıf geçmek zordur. Adam ayarlayarak ihale almak kolay, işin gereğini yaparak iş teslimi yapmak zordur. Torpil yaparak işe girmek kolay, hak ederek işe girmek zordur…
Zor olan “İyi” olmaktır!
Kürşad Atalar
Soru basit: ‘İyi’ olmak mı zordur, ‘kötü’ olmak mı? Yani iyi bir insan olmak, iyilik yapmak ve iyi kalmak mı zordur, yoksa kötü bir insan olmak, kötülük yapmak ve kötülüğü sürdürmek mi zordur?
Soru basit olmakla beraber, cevabın o kadar ‘basit’ olduğu sanılmasın! Çünkü en azından bendeniz, biliyorum ki, birçokları bu soruya cevap vermekte zorlanıyor, hatta yanlış cevaplar veriyorlar.
Kimileri diyorlar ki: “elbette kötü olmak zordur; çünkü kötülük yapan toplum tepkisi veya yasanın zorlayıcı gücü ile karşı karşıya kaldığından, kendini bir ‘baskı’ altında hisseder; bu da kötülük işlenmesinde caydırıcı bir unsurdur ve o kişiyi kötülük yapmaktan alıkoyar. İyilik yapmak ise böyle değildir; iyilik yapan toplumca sevilir ve yasaca da desteklenir. Bu yüzden, iyi olmak her zaman daha kolay, kötü olmak ise daha zordur.”
Acaba öyle mi?
Yüzeysel bir şekilde değerlendirildiğinde, iyilik kapılarının açık, kötülük kapılarının kapalı olduğu, yani hakkın üstün tutulduğu toplumlarda, genel manada ‘iyi’ olmanın (veya iyilik yapmanın) ‘kolay’ olduğu belki söylenebilir, ama daha derinlikli bir bakışla bakıldığında, ‘iyi’ olmanın her hal ve durumda, aslında ‘zor’ olduğu görülür!
Nasıl mı?
Şöyle: İyilik yapmak her zaman zordur, çünkü ‘bedel’li bir iştir, fedakarlık ister. Bunun için ‘yüksek karakter’ yani ‘takva’ gerekir. Toplumlarda ise takvalı insan sayısı her daim azdır. Bu, esasen, onun ‘zor’ oluşu ile ilgilidir ve bu zorluk, aynı zamanda onun ‘değerli’ oluşunun da kanıtıdır.
Hz. Ömer’in tasviriyle, takva, dikenli bir yolda, onlara basmadan yürüme dikkatliliği ve azmidir. Bu, kolay bir iş değildir!
Yetime bakmak ve onun hakkını gözetmek, zor iştir; çünkü bir ömür fedakarlık ister!
Karz-ı hasen yapmak, zor bir iştir; çünkü borçlu borcunu ödeyemeyecek durumda ise, ondan vazgeçmeyi gerektirir! “Mal canın yongasıdır” deyişine inanıyorsanız, o alacaktan kolay vazgeçemezsiniz!
Cihad meydanına çıkmak, her yiğidin harcı değildir; çünkü ucunda ölüm vardır. ‘Tatlı candan olma” riskini herkes göğüsleyemez!
Örnekleri çoğaltmayalım, çünkü mesele açıktır. Hatta o kadar açıktır ki, küçük fedakarlıklar da bile durum çok farklı değildir. Yapılan en küçük iyilikle dahi, başkası için sahip olduklarımızdan vazgeçeriz. Bu, “zırnığını dahi koklatmayan” tiplere, ‘ölüm’ gibi gelen bir şeydir! Bu kişiler, kendisi mahrum olduğu halde, yolda gördüğü miskinle günlük azığını paylaşandaki karakter yüksekliğini asla anlayamazlar. Anlayamadıkları için de, ‘gönül fakirliği’yle bu dünyadan göçüp giderler.
Peki, ‘iyi’ olmak niçin zordur? Bunun mantıklı bir izahı var mı?
Elbette var: İyi olmak zordur, çünkü insanın kendisini ‘sınırlaması’nı gerektirir. Yani ‘iyi’ insan, keyfi davranamaz; kurallar (ilkeler) vardır ve o kurallara uyulacaktır. Bu ise, kendimizden, sahip olduklarımızdan, vazgeçebilmeyi göze almak demektir.
Trafik kuralına mı uymadınız, cezayı ödersiniz. Adam mı öldürdünüz, kısasa tabi olur veya diyet ödersiniz. Hırsızlık mı yaptınız, eliniz kesilir… Bunlardan olmamak, yani ‘kötülük’ yapmamak, kötülerden olmamak mı istiyorsunuz. O zaman kurala uyacaksınız!
Kurala uymak, her şeyden önce, bir ‘iç disiplin’ işidir. Yani kişinin kendine hakim olması, kendini tutmasıyla ilgilidir. Örneğin, oruçlu iseniz, gün boyu kendinizi tutar; yemez-içmezsiniz. İmsak budur! Kendini tutamayan, oruç tutamaz. Hatta en küçüğünden ‘diyet’ dahi yapamaz! Çünkü onun da kuralları vardır ve nefs, genel olarak, kuraldan değil kuralsızlıktan hoşlanır!
Mümin ‘kurala uyan’ kişidir; çünkü ‘hududullah’ı gözetir. Tıpkı ülkelerin olduğu gibi, Allah’ın da ‘sınırları’ vardır ve bunlar geçilmemelidir. Nefs, o sınırların ötesine geçmek ister; ama mümin nefsine hakim olur ve sınırlara riayet etmeye özen gösterir. O, ‘ölümsüzlük’ vaadiyle bile olsa, yasak meyveyi yememesi gerektiğini bilir. Nefs sahibi biri olarak belki meyveyi yiyebilir ama sonra, kurala saygısından tevbe eder ve salihlerden olur.
Kısacası kurallı yaşamak, keyfi yaşamamak demektir.
Keyfi yaşamak ise, gerçekten ‘kolay’dır!
Kopya çekerek sınıf geçmek kolay, derse çalışarak sınıf geçmek zordur. Adam ayarlayarak ihale almak kolay, işin gereğini yaparak iş teslimi yapmak zordur. Torpil yaparak işe girmek kolay, hak ederek işe girmek zordur…
‘Mış’ gibi yapmak kolay, ‘olmak’ zordur. “Gömlek üstüne gömlek değiştirmek” kolay, “işçi olup işçi kalmak” zordur; ‘uzlaşmak’ kolay, ‘azimet’ zordur.
Kralla anlaşmak kolay, Cesur Yürek olmak zordur!
‘Dönek’lik kolay, “bir elime ayı, diğer elime güneşi verseniz, yine de bu yoldan dönmem” demek zordur!
‘Öldürmek’ kolay, ‘yaşatmak’ zordur!
Ve tabii ki, Cehennem’e girmek kolay, Cennet’e girmek zordur!
Çünkü bu, ‘fevz’ul-azim’dir. Yani gerçekten başarılması zor iştir. Ve bu işi ancak ‘muttaki’ler yapabilir.
Muttaki, Allah’tan korkan kişidir. Yani yapılması gereken bir şeyi yapmadığında veya yapılmaması gereken bir şeyi yaptığında, bunun hesabını vereceği korkusuyla hareket eder. Fevz’e ulaşmasının, yani korkularından selamete çıkmasının sebebi budur.
Gelelim ‘siyaset’ alanına…
Burası, ‘keyfi’ davranmanın, yani ‘kötülük’ yapmanın en kolay olduğu alandır. Çünkü ‘güç’ün maksimum tezahürü burada görülür. O yüzden, hükümdarlara, tarih boyunca (sembolik manada) ‘Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi’ denilmiştir.
Ve tabii ki, burada ‘adil’ olmak zor, ‘diktatör’ olmak kolaydır.
Adil olursanız, “Fırat’ın kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, onun hesabının sizden sorulacağı” inancıyla hareket eder, olabildiğince doğru yapmaya çalışır, ama “bir yanlış yaptığınızda da eğri kılıçla doğrultulmaya” razı olursunuz. Diktatör olursanız, canınızın istediğini yapar, eşinizi cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atar, “erkek çocuklarını öldürüp kadınları sağ bırakır”, “ben kanunlara uymam, kanunlar bana uysun” dersiniz.
Dünyada insanlara en çok kötülük yapanlar, bu türden yöneticilerdir. Çünkü zulmedecek güçleri vardır ve ‘sınır’ da tanımazlar. Sınır, onların arzularıdır, hevasıdır.
Firavun, bu yüzden, Kur’an’da bu tipin sembol şahsiyeti olarak sıklıkla zikredilmektedir. O, “ben sizin yüce Rabbinizim” diyecek kadar, “hevasını ilah edinmiş”lerdendir. Hele Zuhruf Suresi, 54. ayet vardır ki, burada, bir diktatörün halka nasıl muamele ettiğiyle ilgili çok net bir tabirin kullanıldığı görülür. Ayette, açıkça, Firavun’un halkını ‘küçümsediği’ (yani ‘aşağıladığı’) ifade edilmektedir ki, bu, diktatörlerin tipik özelliklerindendir (ayette kullanılan ‘istehaffe’ kelimesi Türkçe’de yaygın olarak kullanılan ‘hafif’ kelimesiyle aynı kökten gelmektedir.) Diktatör, halkını (veya kendisi dışında herkesi) küçümser; çünkü iradesinin ‘kayıtsız’ olduğuna inanır. O yüzden ilke nedir bilmez, o yüzden kural tanımaz. (Aslında herhangi bir memlekette bir diktatör varsa, orada esas suçlu, halktır; çünkü aşağılanmalarına kayıtsız kalmakta, diktatöre hak ettiği cezayı vermemektedirler; Zuhruf Suresi’nin 55. ve 56. ayetlerinden bu husus gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır. Ama konumuz bu olmadığı için, burada bu hususa girmiyoruz).
Daha önce sorduğumuz soruyu burada da soralım: Firavun’un halkını aşağılaması mı, yoksa onlara ‘insan muamelesi’ yapması mı kolaydır? Cevabımız tabii ki aynı olacaktır. Aşağılamak kolaydır; zor olan, insana insanca muamele etmektir. Çünkü yönetici, eğer sorumluluğunu müdrik ise, yükü ağır demektir. İnsanlara karşı görevleri vardır ve bunları gereğince yerine getirmesi ‘azim işler’dendir (azmi’l-umûr). O nedenledir ki, bütün dünyada görevini layıkıyla yerine getiren yönetici sayısı azdır! Ve yine o nedenledir ki, tüm dünyada ‘politikacı’lar, görevini layıkıyla yerine getiren insanlar olarak değil, ‘çıkarı peşinde koşan’ ve ‘çok yalan söyleyen’ insanlar olarak bilinirler.
Peki, diktatörler niçin ‘kolay olanı’ tercih ederler? Bunun psikolojik bir nedeni de yok mudur?
Evet, vardır: Diktatörler, en başta, zayıf karakterli insanlardır. Onun için zulmederler, onun için keyfi davranırlar.
Yüksek karakterli insan, haksızlık yapmaz. Ahlaklı/ilkeli olur, kurala/sınıra uyar.
Zayıf karakterli insan, azar ve elindeki gücü kötüye kullanır. Esasında, bütün ‘kötüler’ zayıf karakterlidir. Bunun temelinde cahillik, fakirlik, takıntılı olma, kibir vs. yatabilir. Hangi faktör etkili olursa olsun, sonuç değişmez: kötü insan, karakter bakımından zayıf insandır.
Hollywood filmlerinde sıklıkla işlenen bir sahne vardır. Azılı katil, acımasızca insanları öldürmekte, ‘iyi polis’ ise onu yakalamaya çalışmaktadır. Filmin sonunda iyi polis, katili yakalar; fakat katil hapiste yatmamak için, polise hakaret eder ve kendisini öldürmesi için onu zorlar. Polisin katili öldürmesi durumunda, filmi izleyenlerin içi ferahlayabilecektir, fakat senarist özellikle iyi polisin o durumda katili öldürmeyip adalete teslim etmesi suretiyle izleyiciye bir mesaj vermek istediği için, iyi polis nefsine hakim olur, katili öldürmez ve onu kelepçeleyip adalete teslim eder! Bu etkileyici bir sahnedir ve orada, izleyiciye ‘iyi’ ve ‘kötü’ insan karakterine dair güzel bir tasvir sunulmaktadır. Çünkü polis, katili öldürse, o da ona benzeyecektir. Polisin ‘iyi’ olduğunun kanıtı, nefsine hakim olması ve yargısız infaz yapmamasıdır.
İşte ‘kötüler’, ‘diktatörler’, ‘zalimler’ bunu yapamazlar!
Onlar, kaşın üstünde gözün varsa, derhal ve oracıkta ceza vermeyi hak sayarlar. Onlar için ‘öteki’, fırsat bulunduğunda yok edilecek kişidir. Bu yüzden, binlerce, milyonlarca insanı gaz odalarında, toplu mezarlarda rahatlıkla katledebilmişlerdir. Bu yüzden, Ashab-ı Uhdud, “Rabbimiz Allah’tır” demekten başka bir suçları olmayan müminleri ateş dolu hendeklerde diri diri yakmış; bu yüzden Saddam, Halepçe’de binlerce insanı kimyasal silahlarla öldürmüş, bu yüzden, Nazi zulmüne maruz kaldığını söyleyen İsrail, benzer bir zulmü Filistinliler’e reva görmektedir.
Peki, ‘zor olanı’ yapmanın, yani kişilerdeki bu zayıflığı ortadan kaldırmanın yolu yok mu?
Elbette var.
Kötülük, tümden yok edilemez, ama sınırlanabilir. Kur’an’ın ‘cahiliye’ olarak isimlendirdiği ‘zulüm düzenler’i, bataklık gibidir; sürekli sivrisinek üretirler. Kötülüğü ortadan kaldırmanın köklü yolu ise, bataklığı kurutmaktır. Bu da ancak ‘toplumsal dayanışma’ ile olur. Yani bireysel olarak ‘iyi’ olmak, çözüm değildir. Çözüm, ‘iyi’ bireylerin ‘elbirliği’ yapmasında, kısacası, İslami bir toplumsal düzen kurulmasındadır. Eğer bu olursa, kötülüğe giden yollar kapanır. Buna rağmen yine de kötülük yapanlar olmaz mı? Tabii ki olur. Ama bu toplumsal düzende, iyilik ‘ilke’, kötülük ‘istisna’ haline gelir. Zaten, “mümkün olanın en iyisi” de ancak budur!
Son olarak geriye, burada savunduğumuz görüşle, “seni kolay olana müyesser kılacağız” (A’la:8) ve “Biz bunu (Kur’an’ı) senin dilinde kolaylaştırdık…” (Meryem:97) ayeti ile, “din kolaylıktır” (Buhari) hadisini vs. nasıl bağdaştıracağımız sorusu kalıyor. Basit cevap şudur: ayetlerde ve hadiste bahsedilen ‘kolaylık’ ile bizim kast ettiğimiz ‘kolay olan’ aynı şey değildir. İlk ayette, daveti sırasında Hz. Peygamber’e kaldıramayacağı bir yük yüklenmediği, yani davet görevinin ona verilmesiyle onu güç duruma düşürmenin amaçlanmadığı kast ediliyor. Yoksa buradan davetin ‘kolay yoldan’ başarıya ulaşacağı neticesi çıkarılamaz. İkinci ayette ise, anlamak isteyen için Kur’an’ın kolaylıkla anlaşılabilecek bir kitap olduğu vurgulanıyor, ki bu da herkesin malumudur. Hadiste ise, zorluk çıkaracak, insanı başka işlerden alıkoyacak şekilde amel işlemenin (örneğin namazda çok uzun surelerden okuyup da, cemaatin işine gücüne gitmesine engel olunması, vb.) doğru olmadığı ifade edilmek isteniyor, yoksa burada vurgulanmak istenen keyfince hareket edip dini görevleri ihmal etmek (namaz kılmamak, oruç tutmamak vs.) değildir!
Özetle, bizim yazıda tercih ettiğimiz tavrı, “zora talip olmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Bu tavırda, ‘kolaycılığa’, eyyamcılığa, keyfiliğe yer yoktur; aksine, Şeriati’nin ifadesiyle, “aşk, dert ve amel” vardır!
(adalatedavet.com)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *