18 Temmuz’da İsrail parlamentosu Knesset’in çıkardığı kanunlar silsilesi artık İsrail devletini Yahudi Ulus devleti olarak kanunlaştırmıştır. Bu yasalar ile artık Siyonizm ile İsrail eşanlamlı hale gelmiştir.
Filistin’de “Sarı Yahudi Yıldıza” Doğru
Gökhan Bozbaş
Tarih boyunca birçok topluluk içerisinde yaşayan azınlıkların dışlanması örneğine rastlanılmaktadır. Bu uygulamaların birçoğu Yahudilere karşı gerçekleştirilmiştir. Bunlardan en çok bilinenlerinin başında Orta çağ Avrupa’sında papalığın Yahudilere getirdiği rozet takma mecburiyetidir. 16. yüzyılda Almanca konuşulan toplumlarda ise Yahudilerin yüksek konik şapka takması emredilmiştir. Tüm bu uygulamalar ile Yahudiler yaşadıkları toplumlardan hep dışlanmışlardır. Büyük olasılıkla Fransız devriminin etkisiyle 18. ve 19. yüzyıllarda bu tür uygulamalar ile çok karşılaşılmamıştır. Fakat İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da çıkarılan Nürnberg kanunları bu tür ayrımcı yasalarda zirve yapmıştır.
Yahudilerin yaşadıkları dışlanmışlığın en son ve belki de en sert olanı ise Hitler Almanya’sında yaşanmıştır. Almanya’da tedrici olarak Yahudi toplumu Alman toplumundan dışlanmış ve hâkim kültürün bir parçası olmadıkları her ortamda kendilerine hissettirilmiştir. İlk olarak Yahudilerin Alman isimleri almaları ve hemen akabinde ise Almanlar ile evlenmeleri yasaklanmıştır. Hatta o dönemde genel olarak erkeklere Israel ve kadınlara ise Sarah ismi verdirilmiştir. Bununla beraber Yahudilerin pasaportları toplatılarak üzerine Yahudi (Jude) manasına gelen J damgası vurulmuştur. 1941 yılında çıkarılan bir kanun ile tüm Yahudilerin kol bandı takmaları mecbur tutulmuştur ve bu noktadan sonra Yahudiler için evlerinin içi en güvenli yer haline gelmiştir. Fakat 1943 yılında Yahudi evlerinin de işaretlenmesi konusunda çıkan kanunla bu sözde güvende olma durumu sona ermiştir. Yahudiler Nazi Almanya’sının tedrici olarak gerçekleştirdiği politikalar ile ülkeyi terke zorlanmışlardır.
Bugün genel itibari ile değerlendirildiğinde Yahudilerin tarih boyunca en güvenli yaşadıkları topraklar Müslüman coğrafyası olmuştur. Romalılar onları katletmiş ve topraklarından sürmüşlerdir. 15. yüzyılda Endülüs’te Hristiyanların zulmünden Osmanlı’ya sığınarak kurtulabilmişlerdir. Nazi Almanya’sının zulmünden kaçan birçok Yahudi de Müslüman coğrafyada huzur bulmuşlardır. Fakat Müslüman topraklarını işgal ederek kurdukları İsrail devletinin kurulduğu günden bugüne, tedrici olarak bu topraklarda yaşayan Müslümanlara dünyanın farklı coğrafyalarında kendi yaşadıkları zulmü yaşatmayı adeta kendilerine bir vazife edinmişlerdir. Son olarak İsrail Parlamentosu geçtiğimiz günlerde çıkardığı yeni bir yasa ile İçişleri Bakanlığı’na Kudüs’te yaşayan Filistinli Araplardan “terör örgütleri” olarak gruplandırılan örgütler ile alakası olduğu tespit edilenlerin süresiz oturum belgelerini iptal etme yetkisi vermiştir.
18 Temmuz’da İsrail parlamentosu Knesset’in çıkardığı kanunlar silsilesi artık İsrail devletini Yahudi Ulus devleti olarak kanunlaştırmıştır. Peki bu son çıkarılan kanun ne anlama gelmektedir?
Aslında bu son çıkan kanunlar son birkaç yıldır devam etmekte olan bir dizi siyasi ve hukuki uygulamanın son noktası olarak dikkat çekmektedir. Öncelikle bu kanuna gelene kadar aslında İsrail’in son dönemlerde Filistinli Müslümanları toplum içerisinde tecrit etme ve yıldırma politikalarının arttığının altını çizmek gerekmektedir.
Müslüman Arapları topraklarından izole etmek ve bu toprakları Yahudileştirmek için İsrail bugüne kadar farklı birtakım stratejiler izlemiştir. Bunların en başında elbette doğrudan işgal gelmektedir. İlk doğrudan işgal üzerinden başlatılan hareketler 1920 yılına kadar geri gitmektedir. İngiliz manda yönetimi çoğunluğu Avrupa’dan gelen Yahudi topluluklarını Filistin’in değişik bölgelerine yerleştirmeye başlamıştır. Buna gösterilen ilk mukabele ise 1921 yılında olmuş ve İngiliz yönetimi bunu kanlı bastırmıştır. 1920 ile 1947 yılları arasında İngilizlerin kontrolünde gerçekleştirilen bu Yahudi topluluklarının bölgeye yerleştirilmesi hususu 1947 yılında BM kuruluş bildirgesi ile hukuki bir statü kazanmıştır. Yahudiler artık Filistin topraklarının uluslararası tanınmış bir parçası haline getirilmiştir. Siyonist hareket Araplardaki mukavemete karşın kazandıkları bu hakkı kaybetme ihtimaline karşı ilk etapta İsrail devletinin kurulduğunu 1948 yılında ilan etmiştir. Devletin kurucusu Ben Gurion “şayet bağımsızlık ilanı olmasaydı Yahudiler bu topraklardan ilelebet sürülecektir” diyerek o dönemki durumu özetlemektedir.
Yahudileştirme adına gerçekleştirilen doğrudan işgal hamleleri izlenen yerleşke siyaseti ile pekiştirilmektedir. İsrail işgal ettiği topraklara Yahudi nüfusunu yerleştirmekteydi. Fakat özellikle 1967 yılında tüm Filistin topraklarını Askeri olarak işgal etmesinin ardından Yahudilerin yerleştirilmesi meselesi düzenli bir siyasete dönüştürülmüştür. Bu siyaset ile birlikte bugüne kadar yaklaşık 670.000 yerleşimci Yahudi’yi Filistinli Arapların arasına, 400.000’e yakın kısmı Batı Şeria olarak nitelendirilen bölgeye olmak üzere, yerleştirilmiştir. Burada yaşayan Filistinli Nüfusu yaklaşık 3 milyondur. Yine 250 bin kadar Yahudi ise Filistinlilerin başkent kabul ettikleri Doğu Kudüs’e yerleştirilmiştir. Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinli sayısı ise yaklaşık 350 bin civarındadır. 20 bin civarında Yahudi ise Suriye’de işgal edilen Golan Tepelerine yerleştirilmiştir. Sonuç olarak yerleşke siyaseti işgal hareketlerini destekleyen bir iskân politikası olarak kayıtlara geçmektedir.
İsrail’in Filistin topraklarında izlediği Yahudileştirme siyasetinde diğer önemli bir nokta ise coğrafi olarak Filistin topraklarında oluşturulan kontrol noktaları ile Filistinleri belli noktalara hapsetmesidir. Bu durum özellikle Kudüs’te daha farklı bir hal almıştır. Kudüs özellikle birinci intifada hareketinden sonra bilinçli bir şekilde Kudüs dışında yaşayan Filistinliler için içeri girilemez bir bölge haline getirilmiştir. 1990-2002 yılları arasında askeri kontrol noktaları ile yürütülen bu izolasyon süreci 2002 yılında başlanan ve 2016 yılında tamamlanan 730 km uzunluğundaki bir duvar inşası ile neticelenmiştir. Bu duvar, dışarda kalan Filistinlilerin Kudüs’e girmesini engellediği gibi ülkenin demografik, hukuki ve coğrafi kodları ile oynamıştır. Zira Duvar içinde kalan Kudüs ile uluslararası Hukuka konu olan Kudüs artık çok farklıdır. İsrail bu şekilde aslında Uluslararası Hukukta tanımlanan Kudüs’ün artık sahada olmadığını deklare etmiş olmaktadır.
Filistin topraklarında Filistinlileri dışlayarak bu toprakları Yahudileştirme siyasetinde üçüncü adım olarak İsrail’deki kanunlaştırma hareketlerini örnek verebiliriz. İsrail devletinin kurulduğu günden, devletin “Yahudi Ulus Devleti” olarak ilan edildiği 18 Mart 2018’e kadar yüzlerce problemli Temel Yasa çıkarılmıştır. Tüm bunlar incelendiğinde aslında bugünlere tesadüfi olarak gelinmediği anlaşılmaktadır. 1948 yılında Arap-İsrail savaşlarının akabinde ilk olarak 1950 yılında çıkarılan bir terkedilmiş menkul ve gayrimenkul (Emval-i Metruke) yasası ile topraklarını terk eden veya göç eden ve dönmeyen Filistinlilerin topraklarına devlet tarafından el konulmuştur. Temel yasa olarak adlandırılan ilk kanunlaştırma ise 1958 yılında çıkarılan Knesset yasası ile olmuştur. Bu yasa ile herhangi bir Arap eğer İsrail devletinin Yahudi milletinin bir devleti olduğunu inkâr ederse Knesset seçimlerinden diskalifiye edilebilmesine olanak sağlamaktaydı.
1960 Yılında çıkarılan bir diğer temel yasa ise Yahudilere ait toprakların Yahudi olmayan birisine devredilmesini yasaklamaktadır. Bu yasa aslında kendi siyasal hafızası içerisinde toprak satın almaları ile elde ettikleri Filistin topraklarını bu şekilde elden çıkarılma ihtimalinin önünü kapatmaktaydı. 1973 yılında çıkarılan bir başka kanun ise Doğu ve Batı Kudüs’te Filistinlilerin sayısının bu bölgedeki toplam nüfusun %22’sini geçemeyeceğini söylemektedir. Bu kanuna dayanarak Filistinlilere yerleşim yapımı ruhsatı hemen hemen hiç verilmez iken Yahudilerde her türlü ruhsatı kolaylıkla alabilmektedir. 1980 yılında çıkarılan bir diğer temel yasa ise Kudüs’ün tam ve bütün olarak İsrail devletinin başkenti olduğunu iddia ediyordu. 1998 yılında ise çıkarılan bir başka kanun ile Yahudi takvimi İsrail devletinin tek resmi takvimi olarak kabul ediliyordu. Tüm kanunlaştırma hareketlerine ilave olarak 10 Mart 2018’de çıkarılan kanunu ekleyebiliriz. Bu kanuna göre İsrail’in terör örgütleri ile bağlantılı olduğunu düşündüğü kişilerin oturumlarını iptal edebilecektir. Normal şartlarda Kudüs için uygulanan bu kanun 1967 yılından 2016 yılında kadar değişik gerekçeler ile 14.500 kişinin Kudüs’te oturumu iptal edilmesine sebep olmuştu. Şimdi tüm Filistin topraklarına teşmil edilen bu kanun ile herhangi birisi şayet İsrail açısından tehdit oluşturulduğuna inanılıyorsa doğrudan Filistin topraklarındaki oturumu iptal edilebilecektir.
Son olarak 18 Mart 2018’de çıkarılan kanunlar silsilesini yeni bir olay değil, aslında 1950 yılındaki Emval-i Metruke’den bugüne yürütülen kanunlaştırma hareketlerinin son adımı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu yasa Filistinli milyonlarca insanın Filistin topraklarındaki haklarını yok saymakla kalmamakta, Siyonizm’in bir uzun bir süredir hedeflediği Yahudi devletini ilk kez hukuki meşru bir zemine kavuşturmaktadır. Sadece Siyonizm için bir proje olarak değerlendirilen bir mesele artık İsrail devleti özelinde adeta ete kemiğe büründürülmüştür. Bundan sonra ortada Siyonizm’le mücadele İsrail devleti ile mücadele anlamına geleceği için Filistin-İsrail çatışmaları uluslararası hukuk açısından daha sıkıntılı bir sürece girecektir. Zira bu yasalar ile artık Siyonizm ile İsrail eşanlamlı hale gelmiştir. Bundan sonraki adımda ise artık Filistin topraklarından Müslümanların ve belki de Hristiyanların değişik yol ve yöntemler ile kovulması ve kaçırtılması süreci başlayacaktır. Sonuç: Dünya İsrail’de Nazi Almanya’sındaki “Sarı Yahudi Yıldıza” hazır olsun!
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *