1989 yılında şartlar gereği adındaki İslami ibaresinden feragat etti ve ismini Nahda Hareketi olarak değiştirdi. Ardından bu isim değiştirme neredeyse gelenek haline geldi. İki de bir İslami takılarından ‘kurtuldu’.
Yörünge dergisinin Haziran sayısında Nahda hareketi üzerine önemli bir değerlendirme yayınlandı. Fahri Caner imzası ile haber analiz şeklindeki makalede, bir hareket olarak başlayan ve bugün bir Parti’ye dönüşmüş olan Nahda’nın tarihsel değişiminin özetlendiği makalede, Tunus’ta demokrasinin yerleşmesi ve halkın sistemden kopmaması yönünde büyük rol oynayan Nahda’nın, bir değişim geçirdiği ve ismindeki İslami takıları teker teker geride bıraktığı bu süreçte, laik ve İslami kesimleri aynı potada kaynaştırma modelini esas almış ve uygulamış göründüğü vurgulandı.
Tunus’ta kitlelerin demokratik sistem adına ülkelerindeki mühendislik dayatmalarına yabancılaştıkları da hatırlatılan makalede, Nahda liderinin kendilerini “İslami referanslara sahip ulusal, demokratik, Müslüman bir partiye dönüştük” diye açıklamasına karşılık, son seçimlere katılımın yüzde 33’e düşmüş olması, halkta istenen karşılığın gerçekleşmediğini gösteriyor. Fahri Caner bu durumu ‘Pirus zaferi’ şeklinde tanımlıyor…
“Tunus’ta Nahda’nın Pirus Zaferi: Sandık Kazanıldı Ama Seçmen Kaybedildi” başlığını taşıyan işte o analiz:
Nahda Partisi geçmişin izlerini silmek ve siyasal İslamcı ile laik zıtlaşmasını aşmak istiyor. Bütün kesimleri barıştırarak normalleşme sürecine ulaşmayı tasarlıyor. Yine geleneksel tabanını aşarak yeni toplumsal katmanlara ulaşmayı hedefliyor… Buna inananlar açısından bakıldığında herkesin beklentisi, bıçak sırtındaki bu süreçte tüm kesimleri mutlu edecek gelişmeler yaşanması.
İsrail sürekli olarak Batılılara kendini ‘çöl içinde vaha, diktatörlükler içinde tek demokratik bölge’ olarak pazarlıyordu. Arap Baharı ile birlikte sadece kendine demokrat olduğu gerçeği ortaya çıktı. Başkalarını insan saymadığı oranda demokratik seçeneklerini de saygıdeğer bulmuyordu. Ya da pragmatik nedenlerle daha iyi anlaştığı diktatörleri halkın iradesine tercih ediyordu. Arap Baharıyla birlikte Tunus da demokratik deneyimin ikinci adresi oldu ve Arap çölünde bir vaha olarak sivrilmeye başladı. Artık siyasi olarak Tunus modelinden ve Tunus ayrıcalığından (El-İstisna et-Tunusi) söz ediliyordu. Mısır’ın darbe sürecine yuvarlanmasıyla birlikte Tunus’un yıldızı daha da parlamaya başladı. Demokrasi gemisini kayalıklara oturtmadan yüzdürmesini biliyordu Tunus.
Baştan beri Nahda Hareketinin siyasi seyri hep inişli çıkışlı oldu. Daha önce İslami Yönelim/Eğilim adını taşıyordu. Bununla birlikte 1989 yılında şartlar gereği adındaki İslami ibaresinden feragat etti ve ismini Nahda Hareketi olarak değiştirdi. Ardından bu isim değiştirme neredeyse gelenek haline geldi. İki de bir İslami takılarından ‘kurtuldu’. Birileri buna ‘safra atmak’ da diyebilir.
1987 yılında İslami Yöneliş Liderleri; başta Gannuşi olmak üzere 30 arkadaşı ile birlikte Burgiba tarafından idam cezasıyla yargılanıyorlardı. Daha önce içişleri bakanlığı yapmış olan ve ardından başbakanlığa getirilen hırslı bürokrat Zeynelabidin Bin Ali, İslami Yöneliş Hareketi liderlerini darağacından alma arzusundan değil ama iktidara gelmenin bir kılıfı olarak idamla yargılamaları ve sosyal barışı bahane ederek saray darbesiyle duruma el koymuştu. Belli ki iktidarının son günlerinde epeyce yaşlanan ve gerçek iktidarı saraydaki güç merkezlerine; eşine ve bakanlarına kaptıran Burgiba’nın siyasi çırağı ve himayelisi (protégé) Bin Ali’nin saray darbesine direnecek takati yoktu. Usulca kenara çekildi ve ölümünü bekledi. Burgiba dönemi baskılar dönemiydi, zordu lakin Bin Ali dönemi daha sistematik bir baskı dönemine dönüşmekte gecikmedi. Nahda Hareketi bağımsız listeler halinde 1989 seçimlerine katıldı ve genelde yüzde 13, başkent Tunus’ta ise yüzde 30 civarında oy aldı. Gannuşi gibi Nahda hareketi liderlerini Bin Ali’nin devrilmesine kadar (2011) uzun bir sürgün dönemi bekliyordu. 1989 yılı ve sonrasında soluğu sürgünde aldılar. Geride kalanlar hapislerle tanıştı. Hareketin lideri Raşid Gannuşi, 21yıl boyunca Londra’da sürgünde kalmıştı. Onca zaman sonra Nahda liderlerinin sürgünden dönüşüyle birlikte Tunus dikensiz gül bahçesi olmadı. Eski tüfekler pusuda bekliyorlardı. Bazı siyasi cinayetler üzerinden siyasi mühendislik gerçekleştirildi ve Nahda iktidarı iğdiş edildi. Bu da halkın sandığa ve demokratik sisteme olan güvenini sarstı. Tunus, 2013 yılında önce muhalif Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belid, ardından da 25 Temmuz’da bir başka muhalif siyasetçi Muhammed İbrahimi’ye düzenlenen suikastlarla sarsıldı, siyasi krizin eşiğine geldi.
Bu suikastlar elbette genel olarak İslami kesimlerin üzerine yıkıldı ve bu algı üzerinden Nahda hareketinin kolu kanadı budandı. Bu siyasi cinayetler sonraki siyasi süreci İslamcılar aleyhine şekillendirdi. Bunlar Türkiye’de 1990’lı yıllarda sol veya laik kesimin aydınlarına yönelik sistematik cinayetleri hatırlatıyor. Bu gelişmeler Nahda Partisini karşıtı olan Nida Tunus Partisi ile iktidarı paylaşmaya itti. Yeni dönemin şiari mugalebe/yenişme değil uzlaşma idi. Nitekim 6 Mayıs seçimlerinin ardından Gannuşi ilk açıklamasında seçimi uzlaşma iradesinin kazandığını söyledi. Uzlaşma, İslami kesimler açısından iktidarı paylaşma ve ötesinde laik kesimlere devretme anlamına geliyor. Bununla birlikte şimdiye kadar 4 kez ertelenen belediye seçimlerinde Nahda Partisi varlık göstermiş, 2015 yılında Gannuşi’nin taahhüt ettiği gibi, birinci parti olmuştur. 2013 yılı Mısır’da seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mürsi’ye karşı yapılan darbenin kuvvetli yankıları Tunus’ta da hissedildi. Bu durumda sütten ağzı yanan Nahda Hareketi yoğurdu üflemeye başladı. İktidar konusunda temkinli yaklaşıyordu. Hammadi Cibali’nin temsil ettiği İslami bir iktidarı düşleyen kanat süreçten elendi. Reformcu, uyumlu ve uzlaşmacı Gannuşi-Moro anlayışı veya ideolojik değil de pratik ve pragmatik çizgi öne çıktı. 2014 sonrasında iktidar paylaşıldı ve iktidarın dümeni Nida Tunus Partisine geçti. Kaid Sibsi de Gannuşi’nin feragat etmesiyle cumhurbaşkanı seçilmiştir. Nahda ve liderleri süreçte siyaset adına dava veya davet alanından feragat ettikleri yetmiyormuş gibi Sibsi’nin İslami konularda Burgiba’yı hatırlatan çıkışlarını ve İslami kurulların içini boşaltması çabalarını da sessizce sineye çekip geçiştirdiler. Sibsi, İslam miras hukukunda kadın ile erkeğin eşit miras payı alması gerektiğini ve ayrıca Müslüman kadınların gayri Müslim erkeklerle evlenebileceklerini savunuyordu. Tunus 6 Mayıs 2018 tarihinde yapılan seçimlerde uzlaşma adı altında iradesi dışında gelişen ikili sisteme tepki gösterdi ve sandık dışında oluşturulan siyasi mühendisliğin parçası olmak istemedi. Bu açıdan 2013 ve 2014 tarihinden itibaren Tunus’ta kitleler giderek demokratik sistem adına ülkelerindeki mühendislik dayatmalarına yabancılaşmaya başladı.
6 Mayıs seçimlerinde bunun iki göstergesi ortaya çıktı. Halkın sandıktan veya demokratik süreçten uzaklaşması ve ikincisi de partiler yerine bağımsız adaylara yönelmesidir. Nahda Partisi de bu dalgaya iltifat ederek; başkent Tunus’ta olduğu gibi geleneksel tabanı dışındaki adaylara yöneldi.
Davet ile Siyasi Alanın Ayrıştırılması
Nahda Hareketi 1989 yılından sonra ikinci kez Mayıs 2016 tarihinde yapılan 10. Kongresinde kabuk değiştirdi. Bu defa harekete veda ederek yerine parti ifadesini benimsedi. 10. Kongre’nin ardından Tunus’un yeni Nahda’sı: sivil, Müslüman ve demokrat şeklinde tanımlandı. Raşid Gannuşi bunu şöyle ifade ediyor: “Kimlik için mücadele veren doktriner bir hareketten, totaliter rejime karşı demokrasi için mücadele veren protesto hareketine ve oradan da İslami referanslara sahip ulusal, demokratik, Müslüman bir partiye dönüştük.” Kısaca Nahda Hareketi 2014 yılı ve sonrasında Nida Tunus Partisi veya klasik tanımıyla laik kesimler karşısında siyasi olarak geri adım atarken 2016 yılında da dini olarak kendini revize etmiş ve dini alandaki iddiasından vazgeçmiştir. Bu çerçevede söylemini de değiştirmiştir. Halkın kimlik siyaseti değil geçim derdinde olduğunu söylüyorlar. Bununla birlikte geçim meselesi sosyal adalet boyutu üzerinden yine de ideolojik zemine çıkmıyor mu? Mahrumların mahrumiyeti ideolojik bir boyut ve yön taşımıyor mu? Dolayısıyla Tunus’ta siyasi yarış manevi alanı atlayarak sadece maddi alanla veya siyasi alanla sınırlandırılmıştır. İdeoloji veya kimlik siyaseti yerine Nahda yeni kisvesinde ülkede hayat standartlarını yükseltmeye çaba harcayacak. Ümmet bazında değil ulusal bazda hareket edecek. Elbette karşılaştığı şartlar, meydan okumalar hiç kolay değil. Bununla birlikte kendi kendini inkâr veya çıkış noktasını kaybetmek kazanarak kaybetmek olsa gerek. Hatalarından ders çıkarmak veya tekâmül esas olmakla birlikte değişim süreci dönüşüm, başkalaşım, ötekileşme sınırına dayandı ise sonuç reddi mirasa çıkar.
Yeni Seçimin Dinamikleri
6 Mayıs 2018 seçimlerinde Nahda, Tunus’un Çağrısı (Nida Tunus)Partisini geride bırakmıştır. Seçimlerden birinci çıkmış, başkent Tunus gibi mühim illeri de partisi hanesine zafer olarak yazdırmıştır. Seçimlerde Nahda Partisi yüzde 27.5 oyla seçim mücadelesini önde bitirirken Tunus Çağrısı ikinci gelmiş yaklaşık oyların yüzde 22.5’ini almıştır. Burada asıl kayıp seçmende olmuş ve katılma oranı, müreffeh ve bir o kadar da istikrarlı batılı ülkelerin gerisine düşmüştür. Geçen seçimlere oranla katılım yarı yarıya düşmüş ve toplamda sadece yüzde 33.7’yi bulmuştur. Sadece 1 milyon 796 bin 154 kişi oy kullanmıştır. Bu da yaklaşık olarak seçmenlerin üçte birine tekabül etmektedir.
Açılımın Hedefinde Kadınlar Var
6 Mayıs belediye seçimlerinde Nahda Partisi taktik değiştirerek tabanını genişletmek amacıyla bağımsız ve açık kadınları da listesine eklemiş, çeşitli dairelerden belediye başkan adayı göstermiştir.
Başkent Tunus belediye başkanlığını Nahda Partisi saflarından Sisi’nin annesiyle aynı adı taşıyan Suat İbrahim kazandı. Suat İbrahim bayan belediye başkanı olarak bağımsız bir siyasi geçmişi ve açık bir kimliği temsil ediyor. Belki de bu gibi atraksiyonlarla Nahda Partisi geçmişin izlerini silmek ve siyasal İslamcı ile laik zıtlaşmasını aşmak istiyor. Bütün kesimleri barıştırarak normalleşme sürecine ulaşmayı tasarlıyor. Yine geleneksel tabanını aşarak yeni toplumsal katmanlara ulaşmayı hedefliyor. Bu değişim veya dönüşümün elbette darası oluyor. Bu arada dini de çekişme alanından çıkarmak ve ortak değer haline getirmek istiyor. Esasen bu, ihtiyari surette geçmişte dayatılan hususu benimsemek anlamına geliyor. Zira Arap ülkelerinin genelinde ortak değer olduklarından ırk veya din esasına dayalı parti kurulmasına izin verilmiyordu. Süreçte, Nahda Partisi deneme/yanılma yoluyla kendi kendini bu sınırlara çekmiş oldu.
Nahda Partisi bu değişimiyle ve açılımıyla birlikte Arap dünyası çapında laik ve İslami kesimleri aynı potada kaynaştırma modelini esas almış ve uygulamış görünüyor. Buna inananlar açısından bakıldığında herkesin beklentisi, bıçak sırtındaki bu süreçte tüm kesimleri mutlu edecek gelişmeler yaşanması. Tabii ki Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali de var.
(Editörün notu: Pirus zaferi, yıkıcı büyüklükte kayıplar pahasına kazanılan bir zafer. Kazanılan zaferin verilen kayıplardan sonra anlamsız hale gelmesini ifade eder.MÖ 280 ve MÖ 279 yıllarında Grek kolonisi Tarentum Kralı Pirus Roma’ya saldırır ve ne pahasına olursa olsun savaşı kazanmak için her şeyini feda eder. vikipedi)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *