İsrail’in, İran ile artan gerginliğin hararetini düşürmeye yardım etmesi için Rusya’ya çağrıda bulunması ve olayla ilgili Beyaz Saray’la temas kurması, İsrailli yetkililerin İran ile doğrudan bir çatışma çıkarmaya gönüllü olmadıklarını göstermektedir.
Konuyu, İram Center Dış Politika Uzmanı Farhad Rezaei değerlendirdi. Beşar Esad’ın yeniden gücü ele alması ile birlikte ona destek olan İran ile İsrail arasında artan gerilimin bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini geniş bir perspektiften ele aldı. Rezaei, şartların buna elvermediğini ancak bölgenin patlamaya hazır atmosferinin plansız taktiksel bir çatışmaya da döndürecek kuvvette olduğunu belirtti. Rezaei’nin analizi şöyle:
Beşar Esad’ın ülkenin büyük bölümünü kontrolü altına alarak konumunu sağlamlaştırması, Suriye’deki iç savaşı sahadaki devletler açısından yeni bir çatışma evresine taşımış bulunmaktadır.
Beşar Esad’ın ülkenin büyük bölümünü kontrolü altına alarak konumunu sağlamlaştırması, Suriye’deki iç savaşı sahadaki devletler açısından yeni bir çatışma evresine taşımış bulunmaktadır. İran ve İsrail arasında son dönemlerde yaşan gelişmeler bu durumun somut örneklerinden biridir. İki rakip devlet arasındaki gerginliğin arttığı şu günlerde gözlemciler, bu iki hasmın Suriye topraklarında doğrudan ve kapsamlı bir çatışmaya girme riskini yüksek görmektedir.
Aslında 10 Şubat 2018’de yaşanan olaylar, gerginliğin geldiği noktayı gözler önüne sermiştir. Bu tarihte İsrail Savunma Kuvvetleri, ülke hava sahasını ihlal eden İran’a ait bir insansız hava aracını (İHA) vurmuş ve Suriye’de bu İHA’yı kontrol eden personelin de içinde bulunduğu komuta-kontrol aracını bombalamıştı. Bunun üzerine Suriye Hava Kuvvetleri, İsrail’e ait bir F-16 uçağını düşürmüştü ki bu İsrail’in 1982’den beri düşman silahıyla düşen ilk uçağıdır. İsrail tarafı da Suriye’deki İran askerî hedeflerine karşı gerçekleştirdiği büyük saldırılarla bu hamleye misillemede bulunmuştu.
Bazı gözlemciler, İran ve İsrail arasındaki bu karşılıklı saldırıların İran’ın stratejik yaklaşımında örtülü ve vekalete dayalı müdahaleden, doğrudan İsrail karşıtı bir “Direniş Ekseni” arayışına geçiş olduğu sonucu çıkardılar. Bu bakış açısına göre yaşanan bu beklenmedik olay ve Suriye’deki güç dengesindeki değişiklik, yaklaşan yüzleşmenin sinyalini vermektedir. Bazılarına göreyse aynı olay, iç politikada karşı karşıya olduğu sorunlar ve davalar nedeniyle İsrail medyasının gündemini değiştirmek isteyen İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya, İran’a savaş açma bahanesi verebilir.
Ancak bu varsayımları geçersiz kılan pek çok gösterge bulunmaktadır. Nitekim İsrail’in, İran ile artan gerginliğin hararetini düşürmeye yardım etmesi için Rusya’ya çağrıda bulunması ve olayla ilgili Beyaz Sarayla temas kurması, İsrailli yetkililerin İran ile doğrudan bir çatışma çıkarmaya gönüllü olmadıklarını göstermektedir. Netanyahu’nun bu olayı, sıkıştığı yerden kurtulma bahanesi olarak kullanması ise son derece uzak bir ihtimaldir. Zira bir istihbarat analistinin sözleriyle ifade edersek “İsrail bir muz cumhuriyeti değildir ve Netanyahu sırf başı dertte diye ülkeyi kapsamlı bir çatışmanın içine çekemez.”
Benzer şekilde İran tarafında da kimsenin ülkeyi İsrail ile doğrudan bir çatışmaya çekmenin bedelini ödemeye gönüllü olmadığını gösteren birçok işaret bulunmaktadır. İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, BBC News’e yaptığı açıklamada, ülkesinin Suriye’deki varlığıyla İsrail’e karşı yeni bir cephe açmayı değil terörle mücadele etmeyi amaçladığını söylemiştir. İran’ın, İsrail’in 1 Aralık 2017’de Suriye’de silah taşıyan ve haberlere göre İran güçlerinin de içinde bulunduğu konvoya düzenlediği, 12 İran askerinin ölümüne ve birçoğununsa yaralanmasına yol açan saldırısına henüz mukabelede bulunmadığı düşünülünce, Arakçi’nin açıklaması daha anlamlı hâle gelmektedir.
Kasım 2017’de, bir Batılı istihbarat kaynağının İran’ın, Şam’ın güneyinde ve İsrail sınırına yakın bir gölgede kalıcı bir askeri üs inşa etmekte olduğunu savunan haberleri basına düştü. 1 Aralık olayıyla da İsrail, Tahran’a Suriye’de kalıcı bir askerî zemin kazanmasına göz yumulmayacağı yönünde açık bir mesaj göndermiş oldu. Bu kırmızı çizgi, Netanyahu tarafından saldırı sonrası bir video mesajla da ortaya koyuldu: “Biz, devletimizi yok etmeyi açıkça hedeflemiş olan İran’ın, Suriye’de askerî olarak pozisyonunu tahkim etme arayışlarına izin vermeyeceğiz.”
Eğer İran tarafı, İsrail’in kırmızı çizgilerini görmezden gelecek olursa muhtemelen bunun bedeli ağır olacaktır. Her ne kadar bu İsrailli politikacılar için söylemesi yapmaktan kolay bir seçenek olsa da İran’a karşı girişilecek doğrudan bir çatışma, Tel Aviv’e İran’ın nükleer altyapı tesislerine karşı sert bir harekât düzenleme fırsatı verebilir. Bu olası seçenek Netanyahu’nun Münih’te, İran’a ilişkin yaptığı konuşmada da açıkça dillendirilmiştir: “İsrail asla İran Rejimi tarafından boynuna terör ilmiğinin geçirilmesine izin vermeyecek ve kendisini yalnızca İran’ın uydularına karşı değil, bizzat İran’ın kendisine karşı da korumak için tereddüt etmeksizin harekete geçecektir.”
Ayrıca İran bölgedeki nüfuzunu derinleştirmek için Suriye’de Esad rejiminin istikrar kazanmasını amaçlamaktadır. İsrail’le girişilecek bir çatışma ise İran’ın bu doğrultudaki yolunu tıkayabilir. Yine de şayet niyetleri ortalığı kızıştırmak değilse Devrim Muhafızlarının İsrail’in tepesinde, neden bir İHA uçurduğu konusunun cevabı muğlaklığını korumaktadır.
Amerikan medyasındaki değerlendirmelerde de Amerikan yönetiminin, zaten aşırı kalabalık olan Suriye savaş alanına bir de İsrail’in girmesini istemediğine dair işaretler yer almaktadır. Nitekim ABD Merkez Komutanlığından sorumlu General Joseph Votel, 27 Şubat 2018’de düzenlenen ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesi oturumunda, İran’a karşı savaşmanın Suriye’de, Amerika liderliğinde savaşan koalisyonun bu ülkedeki misyonunun bir parçası olmadığını belirtti. Geçtiğimiz ocak ayı ortalarında, ABD’nin Suriye’deki stratejisini ortaya koyan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın ortaya koyduğu plan da İran’la doğrudan bir çatışmaya alan açmamaktadır.
Aynı zamanda İran-İsrail savaşı, Suriye’deki baskın pozisyonunu korumaya çalışan Rusya’nın da çıkarlarına aykırıdır. Her iki tarafla da dostane ilişkilere sahip olan Rusya iki ülke arasındaki gerilime verdiği ılımlı tepkiyle hem Tahran hem de Tel Aviv ile arasındaki iş birliğini sürdürme arzusunda olduğunu göstermiştir. İran-İsrail arasındaki bir askerî çatışma Rusya’nın kontrol edemeyeceği bir hâle bürünebilir ki bu da Suriye’de dengeyi sağlamaya çalışan Rusların pek isteyeceği bir durum değildir.
Tüm bunlara rağmen İran’ın Suriye’deki İsrail saldırıları karşısında ortaya koyduğu tepkisizliğe çok da güvenmemek gerekir. İran bu saldırılara muhtemelen kendi bildiği yoldan karşılık verecektir. 14 Şubat’ta, Hizbullah’ın üst düzey üyelerinden İmad Mugniye’nin suikast sonucu öldürülmesinin 10. yıldönümünde, Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani Mugniye’nin intikamı olarak “Siyonist yapıyı yok etme” sözü verdi. Bu gibi durumlara genelde verdiği tepki tarzı dikkate alınırsa İran bu olaya cevap olarak büyük olasılıkla, 2012 Haziran’ında Bulgaristan’da İsrailli turistleri taşıyan bir otobüse düzenlediği intihar saldırısı ya da Bangkok’taki İsrail elçiliğine düzenlenen terör saldırısı benzeri bir hareketle karşılık verecektir. Sonuç olarak vaziyet, topyekûn bir savaşın her iki taraf için de cazip bir seçenek olmadığını gösterse de bölgede yoğunlaşan patlamaya hazır atmosfer, herhangi bir taktiksel adımı süratle plansız bir çatışmaya dönüştürebilecektir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *