Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devletler üstü sermaye, kapitalist dünya sistemi etkili… Bu açıdan siyasal iradeyle devlet kanalları, millet bağıyla kültür odakları birbirlerine ciddi tesir edemiyor.
Kültür endüstrisine karşı lümpenizm
Ercan Yıldırım
Türkiye’de yerleşik kültür anlayışının, organizasyonlarının, küresel kültür tesirinin kırılması için büyük siyasal dönüşümlere yatkın yeni bir güzideler sınıfının teşekkül etmesi gerekir. Kültür endüstrisinin belli başlı sahalarına girmedikçe kültür kapışması yapılamaz.
Dünyada ulus devletler, uluslararası sistem, yeni kopuşlar ve birliktelikler için kıvranıyor; “tematik ittifaklar” sadece bölgemizde değil yeryüzünün tamamında milletleri, devletleri aynı anda bir konu üzerinde savaşa tutuştururken başka bir tema etrafında buluşturabiliyor. Aslolan eko-politik zemin olsa bile ittifakları ya da çatışmaları yerel kültürel farklılıklar belirliyor, en başta mezhep, etnik kimlikler, simgeler, kutsallar ve onlara sahip olma iradeleri çarpışıyor. Kültür üzerinden yaşanan çatışmalar, fay kırıklarındaki sarsıntılar dünya sisteminin yeni organizasyonlara açılmasını beraberinde getiriyor. Burada belirtmek gerekir, elbette sistem kültürel ayrışmaları ve karşılaşmaları siyasi ve ekonomik bölüşümler için mazeret olarak kullanıyor. Fakat neoliberal dünyada öyle özdeşlikler ve ayrımlar siyasallaştı ki artık ABD gibi, AB gibi büyük hiyerarşileri bile kültürel faylar kendi akıntısına katabilmektedir.
Dünyanın sağcılaşması, otoriter yönetimlerin aranmaya başlaması, “güçlü lider ve güçlü devlet” özlemleri Avrasya’da olduğu kadar Transatlantik’te de demokratik öncülerde yükseliyor. Neoliberal siyasallık, kültüre yatkınlık, fay hatlarını öne çeken söylemler “kültürel kapanma”yı beraberinde getirdi, milliyetçi-ırkçı benlik aynı zamanda dini sahiplenmeyi doğurdu.
Türkiye’deki siyasi kamplaşmaları kültür savaşları, kültür kapışmaları ve karşılaşmalarıyla denkleştirmek Gezi ve 15 Temmuz sonrasında çok daha azaldı, aslına bakılırsa. Kutuplar kavgalarını kültürel alan üzerinden, simgeler aracılığıyla sürdürüyordu fakat fay hatlarımızın dışında “yaşam tarzı” kültüralizmi kavgasıyla karşılaşmıyoruz artık. Kamu-özel alan tartışmaları da nicedir gündemimizden çekildi. Bu İslami kesimin kamuyu tutmasından, kültürel alanı kaplamasından mı kaynaklanıyor? Bilhassa siyasi iradenin kültürel iktidarı kuramama üzerine sözleri dikkate alınırsa hayır, tam tersine!
Kültür endüstrisinin iktidarı
Türkiye’de öyle görünüyor ki siyasal iktidar ile kültürel iktidar ayrışmış… Kültürde ipleri ellerinde tutanlar millet hayatına giremeyecek, siyasetle aynı dili kuramayacak durumdayken siyaset de cari “kültür tekelleri”nin etkisini kıramayacağı kabullenmişliği içinde! Yine öyle anlaşılıyor ki Türkiye’de kültürel iktidar sol-Kemalist çevrede değil “kültür endüstrisi”nin bizatihi kendisinde. Türkiye’de kültür kanalları klasik Kemalist elitin yahut solun kontrolünde gibi duruyor görüntüsü verse de aslında “milli burjuvazi” politikasında devlet eliyle zenginleşenlerin, doğrudan kapitalist dünya sistemine bağlı İstanbul büyük burjuvazisinin güdümünde. İstanbul büyük burjuvasının kontrol ettiği “kültür endüstrisi” siyasallaşan kültürel fay hatlarına, etnik-mezhep-tarzı hayata zaman zaman enerji yüklese bile bu kesimlerin hepsini “küresel kültür” kalıpları içinde aynılaştırabiliyor. Kimse kendini televizyondan, dizilerden, filmlerden, dergi-kitap yayıncılığından azade kılamaz. Orada üretilenleri izlemediğini, okumadığını, takip etmediğini dahası kendi küçük çaplı kültürel özerkliğini bunların yönlendirmediğini iddia edemez! Sadece eğlence, matbuat, sanat, eğitim sahasını değil Gezicilerden İslami kesime kadar siyasal yönelimleri de kültür endüstrisi yönlendiriyor.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devletler üstü sermaye, kapitalist dünya sistemi etkili… Bu açıdan siyasal iradeyle devlet kanalları, millet bağıyla kültür odakları birbirlerine ciddi tesir edemiyor.
Demokratik seçim mekanizmalarına etki edemese de kültürel kaynakları bırakmayan küresel finans ve İstanbul büyük burjuvazisi kitleler üzerinde doğrudan etkili. Haliyle kültürden anlaşılan seküler hayat tarzının versiyonları… 15 yıllık siyasi iktidarın arkasında duran kitlelerin genel eğlence ve kültür mekanizmaların ürünlerini sahiplenmesi kültür endüstrisinin sosyolojik başarısı aynı zamanda! Evlenme programlarını izleyen insan portremiz akabinde ortaya çıkan üçüncü sayfa programcılığını çoktan sahiplendi bile… Unutmayalım ki Türkiye’nin ihraç kalemleri arasında ciddi manada televizyon dizileri var; o yapımlardaki Türk milleti ve ailesi onlara reyting başarısı sağlayan kesimlerle kavgalı esasında. Bu dizilerdeki Türkiye bir yanıyla bilkuvve millet bağımıza uymasa bile dünyanın herhangi bir ülkesine gittiğinizde karşılaşacağınız davranışlara, beğenilere, tutumlara, ihtiyaçlara çok yatkın.
Türkiye küresel kültür üretimi açısından çok cazip, cazip olduğu kadar öncü. Türkiye’deki küresel finans distribütörleri kültür endüstrisine çok büyük kaynaklar ayırıp, ciddi yapımlara imza atıyor.
Öyle ki Çin’den sonra kültür ekonomisinde en hızlı büyüyen ikinci ülkeyiz. Burada hemen belirtmek gerekir ki, birtakım okur–yazar zevatın dillendirdiği gibi kültür kalemlerine ayırdığımız bütçe ve kaynaklar az değil çok fazla hatta sağlık giderlerinin üstünde!
Kültürden ne anlıyoruz?
Tabii sorgulamaya girişecekler “Kültürden ne anlıyoruz” döngüsünün verdiği iktidarı sonuna kadar kullanmak isteyecekler. İslami kesimin kültür başlığı altına aldığı konularla yerleşik kültür dilinin kastı aynı değil; dindarlar kitap-dergi-biraz da dizi üçgeni içinde sıkışmış durumda. Peki kültür endüstri-si hangi alanlarda varlık gösteriyor; sinema, radyo, sahne sanatları, sanat, tasarım, mimarlık, matbuat, reklamcılık, yazılım ve bilgisayar oyunları, müzik, televizyon. Gastronomiyi, turizm yayıncılığını da bunlara eklemek gerek. İslami kesim bu sektörlerin hemen hiçbirinde önde olmadığı gibi esamisi bile okunmuyor! Basılı yayıncılık mı? Hala en çok okunan gazeteler, dergiler, kitaplar kültür endüstrisinin, küresel medeniyetin kontrolündeki yayınların elinde. Kalite konusunda denk mücadele olsa bile kitaplarını okuyucuyla buluşturamıyor İslami kesim çünkü dağıtımı da İstanbul büyük burjuvası yürütüyor.
Kültür sadece eser, ürün manasına gelmiyor başlı başına dağıtım demek esasında! Ürün vermek entelektüel bir faaliyet olsa bile onu taliplisiyle bu-luşturmak tamamıyla kapitalist ekonomi şartlarıyla ilgili. Türkiye’de kültür kanallarını çalıştıran İstanbul büyük burjuvazisi zaten medyaya, sinema sektö-rüne, eğlenceye, reklamcılık, yazılım, mimarlık konularına hükmediyor; matbuatta, sanat dallarında da başta bankalar olmak üzere holdinglerin doğrudan yatırımları egemen. Belli başlı yayınevleri, sergiler, müzeler, kitleleri ilgilendiren festivaller, galeriler, dergiler bu bankaların ve holdinglerin finansörlüğünde.
Kültür ekonomisi devleti de aşacak biçimde holdinglerin yatırım sahaları arasında. Yine belli başlı yayınevleri eğer banka-finans sektörüyle ilişkili değilse yurtdışı fonları tarafından desteklenmektedir, bilhassa çeviri üzerinden edebi-düşünce kamusunu yönlendirenler çeviriler için fonlanıyor. Kültürel iktidar kavgasını kültür endüstrisi yönlendiriyor; kültür ekonomisinde büyük pay devletin değil küresel kapitalizmin Türkiye distribütörlerinin elinde.
Cumhuriyet’in erken döneminde de Soğuk Savaş yıllarında da kültürün sahibi, destekçisi görüntüde devlet idi; bugün kültürel iktidar isteyenler hala işleri devletlerin belirlediğini, yönlendirdiğini zannediyor. Halbuki kapitalist dünya sistemi kültür sahasını hiçbir alana açık bırakmıyor kitle kültüründen yüksek sınıfa kadar her alanı kendisi tutuyor. Osmanlı Bankası imparatorluktan güçlüydü; satış rakamlarına bakmadan gazete payitahtı sallamaya, kamuoyu oluşturmaya yetiyordu.
Lümpenlikle nereye kadar?
Kültür sonuçtur, ekonominin, siyasi tercihlerin akabinde ortaya çıkan temel ihtiyaçlara, estetik ve zevke dayanır. Haliyle aktüel medeniyetin dili, hegemonya ilişkileri, beğeni düzeyi ve yeni ürünleri kültürü belirler, besler. Dünya sisteminin kâr maksimizasyonuna, üretim mantığına bağlı olarak kültür iletişimin, ulaşımın, herkesin her şeyden haberdar olduğu teknik ve teknolojik medeniyetin dilidir; bu yüzden kısa sürede değişir, pratiktir, bireyi hedef-ler, kişiler üzerinden toplumları tesirine alır, yüzeysel malumatfuruş bilgiyi yüceltir. Dünyada kapitalizm pek çok ekonomik ve siyasi kriz geçirmesine rağmen hiçbir dönemde “kültür krizi”ne girmedi.
Küresel medeniyet milletlere ve devletlere ordularla, iktisadi politikalarla, krizlerle egemenlik sağlarken küresel kültür ile kitlelere, bireye, dini yönelimlere “hegemonya” uyguluyor… Uluslararası sisteme siyasi direnç gösterse bile devletler gündelik hayatta küresel medeniyetin hegemonyasına boyun eğmekten başka alternatif getiremiyor. Türkiye gibi güçlü tarihi ve kültürel referanslara sahip ülkelerin ise “kültür endüstrisi” vasıtasıyla genel pop-tüketim kültürü ideolojisiyle mekanizma dışına çıkmasını engelledi.
Kültür ya festivaller, bale, tiyatro, opera gibi uç faaliyetler zannediliyor ya da gelenekselcilik; mimari restorasyonlar, musiki icraları, geleneksel sanat atölyeleri, içeriksiz paneller, seviyesiz kürsüler, tarihi pazarlama… İslami kesim kültür savaşı vermek istiyorsa öncelikle sermayeye, teknolojiye, ufku açık burjuvaya sahip olmalı; burjuvanın her türü belirgin dini mensubiyetler içerse de iktisadi kaynakları küresel finansa endeksli olduğundan mekanizmanın dışına çıkamaz, çıkamıyor! Bugün Türkiye başta olmak üzere dünyadaki milletlerin ekseriyetinde temel sorun “yüksek sınıf ile alt sınıf zevklerinin örtüşmesi”dir; lümpenizm en güçlü yönelim olarak rafine, estetik ilgileri sıradanlaştırdı. Başta kültürel iktidar arayanlar olmak üzere, siyasetten matbuata kadar genel kalitesizlik sorunu, lümpen reflekslerle örtüşüyor. Bu lümpenizm ilkin kültür çevrelerinde kendini gösteriyor.
Kültür dönüştürme gücüdür, toplumun tamamını belirli mensubiyet bağlarına sürükler, icbar edici yönü cazibesidir, kullandığı güç iktisadi menşeili-dir, eğlenceden esere kadar maddi tatmini, metayı, para ve kariyeri teklif edip satın alır. Yüksek kültürü lümpenize ederken oluşturduğu kültür komünleriyle özellikle Türkiye gibi seküler-geleneksel çatışması yaşayan ülkelerde proje dağıtımına öncelik verir, çevrenin Nişantaşı arzularını tatmin ettirir.
Türkiye’de yerleşik kültür anlayışının, organizasyonlarının, küresel kültür tesirinin kırılması için büyük siyasal dönüşümlere yatkın yeni bir güzideler sınıfının teşekkül etmesi gerekir. Kültür endüstrisinin belli başlı sahalarına girmedikçe kültür kapışması yapılamaz; bu ise siyasi iradeye eşlik edecek iradeli, kararlı, vizyoner burjuvayla, hiçbir şartta kaliteden taviz vermeyecek, birkaç projeyle ayartılamayacak, küçük olsun bizim olsun demeyecek kişilerle yürütülür. Lümpenizme yaslanan kariyeristlerle dönüşüm ancak tersinden yaşanır; “Türkiye gerçekleri”ni yücelten realistlerin sisteme katılmasıyla.
Açık Görüş/Star
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *