Bu tabir bir yargı, bir hakaret değil, sadece bir durum tespitidir; aklı kötüleyen, yeniliğe karşı olan, dini sadece eskilerden/atalardan taşıma ve aktarma biçimi olarak anlayan, inanan yaşam tercihidir.
Akılsız Dindarlık
Sebahattin Çil
Akılsız dindarlık ifadesiyle ne kastediyorum, öncelikle onu ifade etmek isterim. Bu tabir bir yargı, bir hakaret değil, sadece bir durum tespitidir; aklı kötüleyen, yeniliğe karşı olan, dini sadece eskilerden/atalardan taşıma ve aktarma biçimi olarak anlayan, inanan yaşam tercihidir. Atalarından intikal eden, rivayet kültürünü toptan kutsayarak kabul etme biçimidir; biçimci bir dindarlık türüdür.
Sorgulamak, soru sormak ve merak etmek aklın bir işlevidir. Herhangi bir işin, bir olayın, bir konunun hakikatini, gerçeğini, mahiyetini ve doğruluğunu öğrenmek amacıyla “ne, neden, nerede, nasıl, kim” sorularını işleme koymaktır. (Maalesef bu konuda yanlış anlaşılıyor, sorgulamak ve soru sormayı “ukalalık etmek” ile karıştırıyoruz. )
Sorgulamak ve soru sormak kişiyi geliştirir ve özgürleştirir. Elde ettiğin cevaplar üzerine oluşturduğun bir bilinç üzerine yaşamaya vesile olur. Akılsız dindarlık bu tür bir sorgulamayı kabul etmediği gibi uzak durulmasını telkin eder. Bu tür dindarlık anlayışı belli bir gruba ait değildir. Bu dindarlık, aklı devreye sokmadığından elinde ne olursa olsun -ister Kur’an isterseniz diğer metinler- fark etmez, aklı kullanarak üretmez; “istismar eder, tüketir ve harcar.” Misaller üzerinden gidersek konu daha iyi anlaşılır.
Bu anlayışın öncülerinden bir hoca “Buhari’de gök aşağısı, yer yukarısıdır yazsa bitti benim için. Bundan sonra yer gök, gök yerdir derim. Su katı taş sıvıdır derim. Bu imanı taşıyoruz elhamdülillah” sözüyle kendi inanç türünü açık eder.
Başka biri “Eski ulema ne demişse sorgusuz sualsiz kabul eder ve üzerine bir kelime ilave de bulunmayız.” Çünkü bu “hocaya” göre, ulema “tüm zamanların sorunlarını çözmüştür.”
Bu dindarlık türünde din; tuvalete nasıl gireceğinden tutunda, insanın en mahrem alanlarını dahi dizayn eden, insana ve insan aklına hiçbir alan bırakmayan bir dindarlıktır.
“Bilimsel araştırmalar ‘manyak manyak’ işlerdir.”
“Yanmaz kefen satışı yapılır ve alıcısı da bulunur.”
“Kıl suyu kutsallaştırılarak satışa sunulur.”
“Efendisinin kapısında köpek olamaya razıdır.”
“Cennete kibrit kutusunda taşınacağına inanır.”
Türkiye’de yakın zamanda, beynelmilel sahtekar birinin; kafasına sarık, sırtına cüppe geçirip ve bir cemaat lideriyle görüntü ve ortaklık kurarak yüzlerce insanı mağdur ettiğine hep beraber şahit olduk.
Neden peki?
Çünkü akılsız dindarlık anlayışı, sorgulamıyor. “Efendisi öyle istiyor.” O da teslim oluyor, hepsi bu!
O kadar çok örnek var ki; üzerine kitaplar yazılır. Düşünmeyen, akıl etmeyen, soru sormayan, sorgulamayan yığınlarörneklerde (FETÖ) görüldüğü gibiher şeyi yapmayave her şeye inanmaya hazır hale getirilmiş kitlelerdir.
Bu tür dindarlık türünde; resim yasak, sanat yasak, sinema yasak, felsefe yasak… Bu dindarlık türü bilimin üzerinde de baskıcı ve otoriter…
Gerçeklikle bağını kesmiş bu dindarlık türü, maalesef daha çok “İslam ülkelerinde”hakim bir vaziyettedir. Kör bir inanç türü olduğundan istismara ve kandırılmaya çok müsaittir. Hâli pürmelalimiz bunun ispatıdır. Bu dindarlık türünün ıslahı pek mümkün olmayan temel bir sorundur. Akılsız dindarlığı savunan/anlatan/yaşayan insanların görmek istemediği veya göremediği bir gerçek var; o da İslam toplumlarının ne zaman bu dindarlığa saplansa sefalet ve düşkünlükten kurtulamadıklarıdır. Çünkü bu toplumlarda hakim olan davranış tarzı daha çok:
Hamasidir; gürültü ve kalabalığın sorunları halledileceğine inanan bu anlayışta maalesef gerçekler gürültüye kurban edilir. “Aceleye” talip olduklarından hiçbir kalıcı, ufku olan projeler bu tavra sahip dindarlarda kabul görmez.
Duygusaldır; ilkelerden uzak, günü birlik, ana mahkum ve maslahatların ilkeleri yok ettiği bir durumdur. Sonuç odaklıdır, sebepleri sorgulamaz, sorgulayanları da sevmez.
İnsanı nesneleştirir; ideolojilerin birer neferidir. Üreten değil, taklidi esas alan ve yığınlaşan cemaatlere dolgu maddesidir. Geçmişin yükünü taşırken hocasının/liderinin holiganı olmalıdır. Bu bakış hem siyasette hem de cemaatlerde geçerli olan bir durumdur. İtiraz etmeyen “insan” bu anlayışın “kutsalıdır.” Makamlar, mevkiler, mekanlar bu anlayışta, teoride olmasa da söylem ve eylemlerde esas olandır.İnsan, ancak bunlara hizmet için vardır.
Kutsal düşkünlüğü vardır; hayatın anlamını ve değerini ilkelerinden ve yapıp ettiklerinden değil, daha çokmekanların, insanların kutsallığından ve bulunduğu grubun efendisinden veya üyeliğinden devşirir.
Dikkat buyurunuz, yukarıda örneklerini yazdığım ve savunanlarının övünç meselesi yaptığı bu tür “inanç tarzında”:
1-Akletme yok.
2-Düşünme yok.
3-Bilim yok.
Bunların olmadığı yerde de ilerleme,medeniyet ve huzur oluşmuyor.
Sonuç mu?
“…Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder!”(10/100)
1 Comment
hüseyin alan
27 Aralık 2017, 10:46Bu bir bakış açısı, lakin bütünüyle modern bir bakış açısı. Eleştirinin temeli "yenilik-akıl-eleştiri-sorgulama" eksenine oturtulup rastgele bir kaç örneklemeyle "haklılık" sağlanmaya çalışılırken şayet, "modern aklı, modern tabiatlı yeniliği, hümanist eleştirel yaklaşımı-aklı otorite yapıp hüküm vermeyi" de eleştiriyor omazsanız, insafsızlık etmiş, modern olanın gazına gelmiş olursunuz.
Yazı tipik aydınlanma dönemi paradigmasını andırıyor. Cumhuriyeti kuran kadroların "din terakkiye manidir" yargısına destek çıkıyor.
Nerede durduğunuz ve nereden baktığınız önemlidir. "Ebu Cehil’in çadırında oturup" tevhidi savunamazsınız. Bunu yapmaya devam ederseniz Hıristiyanların düştüğü duruma düşer, reddedilen dini bilgiyi, vahyi, sünneti rasyonel akılla yeniden tanımlar, bilimsel testi yapılamayan hususları metaforik-sembolik okumaya tabi tutarak yeni bir din icat edersiniz.
REPLY