Bir cemaatte düşünce gelişir, düşünenler çoğalır ve fikrî seviye yükselirse ancak o cemaat hayatiyet kazanır, canlılık o cemaatin ana özeliği olur. Kendi canlı olan da başkalarına can verebilir.
Soru: Cemaatlerde fertlerin (alacağı tavır), kişiliği nasıl olmalı? İslâm’ın kabul ettiği fert nasıl bir yapıda olmalı? Kişiliğin yok edildiği, şahsiyetin geliştirilemediği otonom (konserve) yapıdan kurtulmanın yolları nelerdir?
Ercümend Özkan: Cemaat kelimesi topluluk anlamındadır, insanların topluluklar halinde yaşaması, bazı veya birçok değer yargısı beraberliği gerektirir.
Elbette bu topluluk (cemaat) bir arada yaşayabilmek için hangi değer yargılarını paylaşıyorsa, bunları kendilerine uygulayacak bir otoriteyi de kabul ediyor demektir. Başsız hiçbir mahluk bulunmadığı gibi hiçbir toplum da yoktur.
Cemaatler kafaları (akılları) ipotek altına alınan fertlerin bir arada bulunması şeklinde beliriyorsa -ki bugün Türkiye’de ve İslam aleminde görünen yalnızca budur- bu tür cemaatler insanları konserve haline getiren ve giderek de bozan, kişiliklerini yok eden, kişilik gelişmesinden bahsi mümkün kılmayan görüntü ve yapıdadır. Bu tür cemaatlerde düşüncenin hiç yeri yoktur. Hattâ kendi aklını teslim ettiği lider/şeyh bile düşünmez, eskiler her ne ki buyurmuşsa ânların cümlesi haktır ve doğrudur olarak kabul eder ve fertler adına o düşünür. Böyle olunca da o cemaatte düşüncenin eseri kalmaz, fertler ve giderek cemaat çürümüş, fosilleşmiş bir hâl alır ve kalıpları yaşayan, kendileri ölü insanlar haline gelir.
Ferd, cemaat içinde de düşünmekten bir dakika bile ayrı durmamalıdır. Buna rağmen otoriteyi tanımalıdır. Kendi düşünceleri otoriteninkinden farklı ve kendisine göre doğru ise bunları otoriteye ulaştırmalı, tartışılmasını sağlamalı ve bu süreç izlenmelidir. Zira otoritenin her görüşünün aksine görüş beyan eden bildiğini yaparsa ortada cemaat kalmaz. Her türlü anarşi -düşünce ve davranış anarşisi- olur. Şu iyi bilinmelidir ki, en kötü otorite en iyi otoritesizlikten daha iyidir.
Ferd, kendine tabi olduğu otoritenin öncelikle Allah olduğunu bilmeli ve bu esastan aslâ sapmamalıdır. Liderin, otorite olarak kabul ettiği kişinin de, Allah’ı otorite olarak kabul edip etmediği sürekli olarak izlenmeli, aslâ her şeye evet denilmemelidir. Kişilik geliştirmenin, bir cemaat için hayati önemde bir şey olduğu aslâ hatırdan çıkarılmamalıdır.
Kişilik korunmadığı takdirde, kişiliksiz kişilerin oluşturduğu bir cemaatin ancak ölü bir cemaat, fosilleşmiş bir toplum olacağı izahtan varestedir. Bu sebeble mutlaka kendi ihtiyarını korumayı bilmeli, yanılmaz büyük olarak yalnızca Allah’ı tanımalı ve kendini Allah’ın bildirilerine (emir ve yasaklar) endekslemelidir. İnsanların her yapıda olanının yanılacağı/yanılabileceği unutulmamalıdır.
Her ortamda düşüncesini söyleyebilmeli ve başkalarının düşüncelerini de dinleyebilmeli ve rahatlıkla -kendininkinden doğru bulması halinde- kabul edebilmelidir. Zaten sağlıklı bir kişilik, hak söze kulak vermekle oluşabilir ancak.
Kişi kendini sürekli olarak kontrol edebilmeli. düşünce ve davranışlarını gözden geçilmelidir. Bu hesabı her gün yapmanın en sağlıklı olduğu kanısındayız. Okumalı, dinlemeli ve bunlar üzerinde düşünmelidir. Düşüncelerini başkalarıyla tartışmalıdır, başkalarının düşüncelerini de tartışması gerektiği gibi…
Kişi, kişiliğini liderine teslim etmemeli, fakat kişiliğinin ürünü düşüncesini ve bunların ürününü liderinin emrine vermelidir. Yani kalbinin ürününü, üzerinde yüklediği yükü taşıyabilmesini kolaylaştırmak için otoriteye yardım etmeli, yükünü hafifletmelidir. Bir cemaatte düşünce gelişir, düşünenler çoğalır ve fikrî seviye yükselirse ancak o cemaat hayatiyet kazanır, canlılık o cemaatin ana özeliği olur. Kendi canlı olan da başkalarına can verebilir.
İnsanları ve onların daha doğru düşünenleri, birikimi fazla bulunanları ve kendilerinden mutlaka yararlanılacaklarının her zaman olduğu ve olacağını unutmadan Allah’ın üstünde otorite tanımamalıdır. Yani Allah’ın buyurduklarına rağmen buyruk sahibi olabilecek birini bilmemeli ve düşünmemelidir. Uyum içinde olmayı fakat düşüncesini/aklını kimseye teslim etmemeyi öğrenmelidir. Çok okumalı, çok düşünmeli, çok dinlemeli ve her bilenden bir fazla bilen bulunduğunu, o bilenden bu bildiğini öğrenmenin yolunun da istişare olduğunu asla akıldan çıkarmamalıdır. Burnunu havaya dikmemelidir; ne göğe ulaşabilir ne de yeri delebilir. Kısaca nefsine/hevasına değil, menfaate değil, başkalarına değil, yalnızca Allah’a kul olmaktan -O’nu razı etmekten- başka bir şeye yer vermemelidir hayatında. Kişiliği üzerine başka kişiliklerin gölgesini düşürmemeli, herkesten yararlanmalı ama hiç kimseye kul olmamalı yalnızca Allah’a kul olmaktan hiç ayrılmamalıdır.
Yukarıda söylemeye çalıştığım özelliklere sahib olan bir cemaatin ne zengin bir cemaat, sürekli kaynayıp, kişilikler üreten bir toplum olacağı gözler önündedir. Böylesi bir cemaat canlıdır ve başkalarını da canlandırır. Hayattır, hayatiyet verir, izzetlidir, izzet verir. Böylesi bir cemaatin varlığı dünyaya hayat verir, zira kendisi hayattadır, ölü değil, fosilleşmiş değildir.
Bu hacimde söylenebilecek şeylerin bu kadar olduğu kanısındayım ve bunları yazdım birikimime dayalı olarak. Bu birikim yaşanarak kazanılmış, teorisi bulunduğu kadar yaşanılmışlığı ve elde edilen yakîn ile söylenen sözlerdir. Düşünülsün istiyorum.
(Not: 1994 yılında Yeni Dergi adına sorulan soruya verilen yanıttır, İktibas sayı 187)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *