Yunanistan, Kıbrıs ve İsrail arasındaki üçlü ittifak, Akdeniz’i Hint okyanusuna bağlamayı ve Çin’in Batı Asya ve Güney Avrupa’da artan etkisini sınırlamayı amaçlayan daha kapsamlı bir projenin güvenlik ve siyasi odağı olarak giderek daha fazla önem kazanıyor. Türkiye bu ittifakı bölgesel hedeflerine ve ulusal güvenliğine yönelik doğrudan stratejik bir tehdit olarak görüyor.
“En önemli meselelerden biri, Türkiye’nin hem görünen hem de görünür olmayan açılardan kuşatılmasıdır. Bu kuşatmanın görünür alanları, Türkiye’nin aleyhine oluşturulmuş ittifak ağıdır. Biz bunun farkındayız ve karşılık vermek için diplomatik adımlar geliştiriyoruz. Eğer bazı konularda diplomatik çözümler geliştirilemiyorsa, o zaman konu askeri ve güvenlik kurumlarına havale edilir ve sonrasında gereken cevap bu kurumlar tarafından verilir.”- Hakan Fidan, Türkiye Dışişleri Bakanı
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu ayın başlarında sarf ettiği sözler, doğu Akdeniz’in nispeten sakin sularının daha geniş bir jeopolitik çatışmanın ön cephesi haline geldiğinin açık bir beyanıydı.
“Önce Türkiye vuracak” tehdidi sadece Yunanistan, Kıbrıs veya İsrail’e değil, aynı zamanda Batı’nın kıyısında oluşan ve “Akdeniz Kuşağı” olarak adlandırılabilecek yeni güvenlik mimarisine yönelikti.
Bu üçlü stratejik ortaklık, Ankara’nın emellerine karşı koyan bölgesel bir koalisyonun ötesine taşındı. Şimdi Hint-Akdeniz Kıyıları olarak bilinen daha geniş bir jeopolitik takımyıldızında kritik bir kavşak oluşturuyor. Bu kavşak, Avrasya ve ötesinde ABD ve Çin arasında giderek artan rekabetin odak noktasıdır.
Washington’un kontrolünde şekillenmekte olan Batı destekli yeni bir askeri ittifakı hedef alıyordu. Bu üçlü yapının merkezinde Yunanistan-Kıbrıs-İsrail üçgeni yer alıyor. Bu üçgen, artık Avrasya hakimiyeti için verilen büyük mücadelede yer alan stratejik bir ileri karakol.
Enerji bahane, esas amaç hegemonya
Doğu Akdeniz havzasındaki devasa doğal gaz keşifleri (işgal altındaki Filistin kıyılarında Tamar ve Leviathan, Kıbrıs açıklarındaki Afrodit ve Mısır’ın Zohr sahası) bölgesel dengelerde bir değişimi tetikledi. Bir zamanlar net enerji ithalatçısı olan bölge artık stratejik bir ihracat merkezi haline gelme iddiasındaydı.
Bu dönüşüm, Moskova’nın Ukrayna’daki askeri operasyonunun ardından Avrupa’nın Rus gazını ikame etmek için artan çaresizliğiyle aynı döneme denk geldi. Bir anda jeopolitik bir talih kuşu olarak görülen Akdeniz’in gaz rezervleri, İsrail’i “güvenilir bir ortak” olarak ön plana çıkardı.
Bu yeni kaynakları muhafaza ve ihraç etmek için, İsrail’i kilit bir ortak olarak ön plana çıkaran, eşi benzeri görülmemiş bir siyasi ve güvenlik işbirliği ortaya çıktı. Yıllarca süren bölgesel izolasyonun ardından, gaz bereketi Tel Aviv’e Avrupalı komşularıyla daha yakın bağlar kurmak için stratejik bir fırsat sundu.
Bu değişen ittifakları kurumsallaştırmak için 2019’da Kahire’de Doğu Akdeniz Gaz Forumu (EMGF) kuruldu. Ancak asıl işlevi Türkiye’ye karşı kırmızı bir çizgi çizmekti. DAGF Ankara’yı tamamen dışladı ve bu tercih alelade değil, tamamen bilinçli bir tutumdu.
Bu çerçevede iki önemli proje ortaya çıktı: Yunanistan ve Kıbrıs üzerinden Avrupa’ya uzanan 1900 kilometrelik bir deniz altı gaz boru hattı olan EastMed ve Tel Aviv’i Avrupa şebekesine bağlayan bir deniz altı elektrik kablosu olan “Büyük Deniz Bağlantısı” (Great Sea Interconnector).
Büyüklükleri 6 milyar doları aşan maliyetleri, aşırı deniz dibi derinlikleri ve çözülemeyen teknik sorunları Batılıların hevesini kırmadı, çünkü bu projeler sadece ekonomik girişimler değil, siyasi nüfuz sağlamanın bir yolu.
Bunlar daha büyük bir amaca hizmet ediyor: İsrail’i Avrupa altyapısına öylesine bağlıyorlar ki İsrail’in güvenliği Avrupa’nın enerji egemenliğinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
NATO’nun güney kanadında saflar sıkılaşıyor
Yunanistan ve Kıbrıs tarihsel olarak AB ve NATO’nun güneydoğu kanadı olarak mütevazı roller oynadılar. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Mavi Vatan” doktrininin ortaya çıkmasıyla (Türkiye’nin Ege, doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki geniş kıta sahanlığı üzerindeki egemenlik haklarını savunan yayılmacı bir deniz politikası) statüleri değişti.
Türkiye’nin deniz kuvvetleri tarafından geliştirilen doktrin, Yunanistan’ın çok sayıda ada üzerindeki hak iddialarına karşı çıkmakta ve Kıbrıs’ın tek taraflı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanını reddetmektedir. Ankara bu bölgeleri, enerji ve savunma özerkliği için hayati önem taşıyan kendi kıta sahanlığının uzantıları olarak görüyor.
Böylece Akdeniz Kuşağı, Türkiye’yi dengelemek için kullanılan ortak bir mekanizma haline geldi ve diplomasinin ötesine geçerek kapsamlı ve eş güdümlü bir askeri işbirliğine dönüştü. Her yıl düzenlenen NEMESIS deniz tatbikatları ve Noble Dina savaş oyunları gibi ortak tatbikatlar rutin hale geldi, gaz platformlarının korunması, terörle mücadele ve SAR operasyonlarına odaklanarak üçlü operasyonel sinerjiyi arttırdı.
Asıl dönüm noktası Kıbrıs’ın İsrail’in gelişmiş Barak MX hava savunma sistemini adaya konuşlandırmasıyla yaşandı. Barak MX, 400 kilometrelik menzili ile Lefkoşa’ya Bayraktar gibi gelişmiş Türk insansız hava araçlarını düşürme kapasitesi sunmakta ve doğu Akdeniz’de etkili bir şekilde konumlanmış bir anti-erişim ve alan savunması (A2/AD) çeperi oluşturuyor.
400 km menzili ile Lefkoşa’nın hava sahasının çok ötesindeki Türk İHA ve jetlerini tehdit etmesini sağlıyor. Aynı zamanda mini bir A2/AD (anti-access/area denial) bölgesi, yani Türkiye’nin güç projeksiyonunu engellemek üzere tasarlanmış stratejik bir kalkan oluşturuyor.
Lefkoşa için bu adım, NATO baskısı altında S-300 füze anlaşmasından geri adım atmak zorunda kaldığı 1998 yılındaki hayal kırıklığının tersine çevrilmesi anlamına geliyor. Kıbrıs şimdi Tel Aviv’in desteğiyle doğu Akdeniz’de militarize olmuş bir ileri karakol olarak konumlandırılıyor.
Tel Aviv’in Batı’ya yerleşmesi
Akdeniz Kuşağı, Tel Aviv’in Batı güvenlik sistemine entegrasyonunu resmileştiriyor. Ben Gurion’un “çevre doktrini” (Arap düşmanlığını bertaraf etmek için devrim öncesi İran ve Etiyopya gibi Arap olmayan devletlerle ortaklık kurmaya yönelik eski bir strateji) geride kaldı. Artık İsrail batı kanadında sağlam bir güvenlik çemberi inşa ediyor.
Bu ittifakın güvenilirliği Haziran 2025’te İsrail ve İran arasındaki kısa ama şiddetli gerginlik sırasında test edildi. Tel Aviv’in “Yükselen Aslan Operasyonu” arifesinde, tüm sivil hava filosu gizlice Kıbrıs ve Yunanistan’daki havaalanlarına taşındı. Yetkililer koordinasyonu reddetse de, uçuş takip verileri ve yerel raporlar operasyonu doğruladı.
Resmi yalanlamalara rağmen, Girit’in Suda Körfezi’ndeki ABD üssünün İsrail’in uzun menzilli saldırılarını destekleyen Amerikan yakıt ikmal uçakları için bir kalkış noktası olarak hizmet verdiğini gösteren kanıtlar var. Yunan patriot bataryalarının da üssü korumak üzere konuşlandırıldığı bildirildi.
Varoluşsal bir kriz anındaki bu sessiz ama güvenilir destek Atina ve Lefkoşa’yı İsrail’in savunma halkasına dahil etti. Bu durum, çıkar temelli ilişkilerden güven ve gereksinim temelli stratejik ortaklığa geçişin sinyallerini verdi.
Hint-Akdeniz sınırı: Washington’un kuşatma senaryosu
Akdeniz Kuşağı’nı bölgesel bir projeden küresel bir fay hattına dönüştüren şey, Washington’un Hint-Akdeniz koridorundaki (Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Akdeniz’deki Çin etkisini saf dışı bırakmak için tasarlanmış bir deniz yolu) merkezi rolüdür.
Bu, büyük bir kuşatma stratejisinin altyapısıdır: I2U2 (Hindistan, İsrail, BAE, ABD) ve Hindistan-BAE-Suudi-Ürdün-İsrail koridoru ile birleşen bir strateji ve Tel Aviv’in Sanaa merkezli Yemen silahlı kuvvetlerinin Kızıldeniz’deki İsrail deniz taşımacılığını kesintiye uğratmasından bu yana daha fazla dayandığı bir tedarik zinciri.
Pakistan ve Türkiye arasında artan yakınlaşmayla karşı karşıya kalan Hindistan, Akdeniz Kuşağı’nı stratejik bir karşı denge unsuru olarak görüyor.
Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin İsrail’in Yükselen Aslan operasyonu sırasında Kıbrıs’a yaptığı ziyaret Ankara’ya yönelik bir siyasi mesajdı. Ortaya çıkan ittifak, Hindistan’ı Avrupa’ya bağlayan eski “Altın Yol”un bugün Çin’in Yeni İpek Yolu’na karşı yeniden canlanmasını çağrıştırıyor.
Hindistan-Yunanistan-Kıbrıs İş Konseyi gibi ortak forumlar ve Hindistan ile İsrail arasında genişleyen savunma sanayi işbirliği de kayda değer gelişmelerdir.
Pekin, Akdeniz Kuşağı’nı Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) için gizli bir tehdit olarak görüyor. Çin’in devlet şirketi COSCO, Avrupa lojistik zincirinde kilit bir konumda bulunan Pire limanının yüzde 67’sini kontrol ediyor. Liman, Çin yönetimi altında Avrupa’nın en işlek deniz noktalarından biri haline geldi.
Çin’in ekonomik ortağı olan Yunanistan aynı zamanda NATO ittifakının ileri karakollarından biri, İsrail ile ortak tatbikatlar yapıyor ve ABD’nin donanma varlığına daimi olarak ev sahipliği yapıyor. Bu ikilik Atina’yı atlantikçilik ve çok kutupluluk arasındaki mücadelenin merkezine oturtuyor.
Fay hatları ve kırılganlıklar
Akdeniz Kuşağı tüm iddiasına rağmen birtakım sorunlar içeriyor. Yunanistan’ın Fransız kablo tedarikçisine yaptığı ödemeleri durdurmasının ardından Mart 2025’te Büyük Deniz Bağlantısı projesi askıya alındı. Deniz dibi araştırmaları yapan İtalyan gemileri, Ankara’nın 2024 yılı ortalarında bölgeye beş savaş gemisi göndermesinin ardından geri çekildi.
Kıbrıs bile kaşlarını kaldırdı. Maliye Bakanlığı, bağımsız çalışmaların kablo projesinin mevcut koşullar altında ekonomik olarak uygulanabilir olmadığını gösterdiğini belirtti. Duyuru, Lefkoşa’nın bu girişimi finanse etme kabiliyeti ya da isteği konusunda spekülasyonlara yol açtı.
Projenin ilk aşamalarına ilişkin devam eden bir AB yolsuzluk soruşturması gerginliği daha da arttırdı.
Ancak en ciddi tehdit Türkiye’den geliyor. Ankara, kendisini devre dışı bırakan herhangi bir bölgesel enerji projesinin kabul edilemez olduğunu açıkça ortaya koydu. Donanmasını konuşlandırdı, yaptırım tehditleri savurdu ve deniz alanındaki sınırlara karşı güç kullanmaya devam ediyor.
Akdeniz Kuşağı bir gösteriden ibaret değil. Günümüzde şekillenmekte olan küresel düzenin en ciddi gerilim alanlarından biri haline geldi. Enerji sevkiyatı çerçevesinde bölgesel bir işbirliği olarak başlayan bu süreç, şimdi Washington’un doğu ve batı Asya’daki rakiplerine üstünlük sağlama çabasının bir parçası haline geldi.
Bu sularda 21. yüzyılın paylaşım hatları müzakere edilmiyor, tayin ediliyor. Batı destekli bu eksenin, iç gerilimler ve dış direnişin ağırlığı altında varlığını sürdürmesi ya da çökmesi, küresel düzenin bir sonraki evresini şekillendirecek.
Kaynak: The Cradle.co Türkiye













Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *