İsrail’i boykot ve yaptırımlarla durdurma fikri gerçekçi mi?

İsrail’i boykot ve yaptırımlarla durdurma fikri gerçekçi mi?

İsrail’e karşı boykot hareketlerinin sürdürülebilir ve dahi etkili kılınması ”şimdilik” ümit bağlanabilecek en etkili çözümlerden biri olduğu öne sürülüyor.

Gazeteci Mehmet A. Kancı, İsrail’in uluslararası toplumdan tecrit edilmesinin küresel güçler tarafından engellediğini belirtirken, boykot ve ambargoların da bu nedenle etkisiz olduğu görüşünde. Kancı, AA Analiz için şu değerlendirmede bulundu:

***

Bu yazının yayımlanmasından kısa bir süre sonra İsrail’in Gazze’de ve Batı Şeria’da Filistinlilere karşı başlattığı ve enkaz altında kalanlarla beraber can kaybının 60 bini aştığı katliam birinci yılını dolduracak. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) yürüyen süreçler tamamlandığında alınacak kararlar kayıpları geri getirmeyeceği gibi Filistin’de iki devletli çözüm projeleri ve ilgili uluslararası kararlar da çoktan tarihe karışacak.

Bu süreçte, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerin siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri anlamda ve enerji sektöründe İsrail’e uyguladığı boykot ve ambargoların İsrail toplumunda tavır değişikliği yaratması ve Binyamin Netanyahu hükümetinin sonunu getirmesi ümit ediliyor. Ancak geride kalan 11 ayda bu konuda arzu edilen istikamette somut bir ilerleme kaydedildiğini söylemek mümkün değil. İsrail, cezasızlıktan aldığı cesaret ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başta olmak üzere G7 ülkelerinin sağladığı destekle uluslararası hukuka, dahası savaş hukukuna aykırı tüm eylemlerine devam ediyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) ABD’nin kendisi için sağladığı veto kalkanının arkasına sığınan İsrail’in boykotlarla canını yakmak kolay değil.

G7 en ufak yaptırım kararı dahi alamadı

Küresel gayri safi milli gelirin yüzde 45’ini temsil eden yani neredeyse 180 ülkeye eşit derecede ekonomik kapasiteyle teknoloji üreten G7 ülkelerinin desteği, İsrail’e hiçbir kurala kulak asmama ayrıcalığını tanıyor. Bunun son örneğine 29 Ağustos’ta Brüksel’de yapılan Avrupa Birliği (AB) Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısında şahit olduk. Avrupa Birliği Dış Politika Yüksek Temsilcisi Josep Borrell esti, gürledi ama yağamadı. AB Dışişleri Bakanları her gün nefret ve ırkçılıkla bezeli mesajlarıyla gündemde olan İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir hakkında dahi yaptırım kararı alma konusunda uzlaşamadı. Eğer Borrell’in teklifi kabul görseydi, iki İsrailli bakanın sembolik bir kararla da olsa AB ülkelerine seyahat etmeleri engellenecek ve birlik ülkelerindeki mal varlıkları dondurulacaktı. Ancak 27 ülke insan hakları ihlalleriyle katliamların ayan beyan olduğu süreçle ilgili bu kadarcık yaptırım kararını dahi alamadı.

İsrail’in birinci yılını doldurmak üzere olan saldırılarını durdurma yönünde ümit yaratabilecek tek adım İngiltere’deki iktidar değişikliğiyle geldi. İşçi Partisi’nin seçim zaferinin ardından, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgalinde olduğu gibi, Londra hükümeti kısıtlı da olsa bir silah ambargosu kararı aldı. İngiltere İsrail’e 2022 yılında 55, 2023 yılında 24 milyon dolarlık silah ihracatı yaptı. İsrail’e mühimmat, patlayıcı madde, otomatik tüfek ve savaş uçağı temin eden İngiltere, her ne kadar ülkenin ana tedarikçilerinden biri olmasa da, bu kısıtlı ambargo diğer ülkelerin atacağı adımlar için motive edici bir başlangıç olabilir. Yine de şunun altını çizmek lazım; İngiltere 350 silah ihracat lisansından yalnızca 30’unu askıya aldı. Keza İngiltere Savunma Bakanı John Healey de Times Radyo kanalına verdiği demeçte bu ihracat kısıtlamasının İsrail’in güvenliğine “önemli” bir etki yapmayacağını söyleme ihtiyacı duydu.

İsrail’in 1982 yılında Lübnan’ı işgali sırasında Washington’un silah ambargosu koyma girişimleri, ABD içerisinde de engellere takılmıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı George Schultz, İsrail’in Lübnanlı sivillere karşı kullandığı ABD yapımı silahların ihracını ABD Başkanı Ronald Reagan ile beraber durdurmaya çalıştıklarını ancak Kongre’nin ve İsrail lobisinin yasalardaki “arka kapıları” kullanarak ambargo girişimini engellediklerini aktarmıştı.

Güney Afrika’daki ırkçı rejim nasıl sindirilmişti?

İsrail’in boykot ve yaptırımlarla politika değişikliğine zorlanabileceği fikri, ilhamını Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki apartheid rejimine karşı yürütülen mücadeleden alıyor. Ancak gözden kaçırılmaması gereken husus şu ki, BMGK’nin daimi üyeleri 1963’te Güney Afrika Cumhuriyeti’ne karşı gönüllü silah ambargosu uygulanmasına dair ”181 sayılı kararı” veto etme yönünde girişimde bulunmadı. Henüz 1964’te Japonya, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Tokyo Olimpiyatları’na katılımını reddetti. ABD ve İngiltere bu süreçte de iki yüzlü politikalarını sürdürerek Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki yatırımlarını çekmedi. Ancak 1989’da Birinci Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle oluşan küresel jeopolitik iklimdeki değişiklikler ABD yönetimini ekonomik yaptırım kararlarını kabul etmeye sevk etti. Görüldüğü üzere Güney Afrika Cumhuriyeti’ne karşı yaratılan baskıda temel parametreler ABD ve İngiltere’nin nispeten nötr bir politika uygulamak zorunda kalmasına ve BMGK’da Güney Afrika Cumhuriyeti’ni koruyacak bir haminin bulunmamasına dayanıyordu.

İsrail ise gerek ABD siyaset sistemini finanse eden lobileri, gerekse antisemitizm söylemiyle Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde yarattığı ”duygusal terör” ile kendisine karşı can yakıcı bir boykot ve ambargo politikası geliştirilmesini engelliyor. 2024 Paris Yaz Olimpiyat Oyunlarına dahi katılması engellenemeyen İsrail’in, uluslararası toplumdan etkili bir şekilde tecrit edilmesi yakın gelecekte mümkün görünmüyor.

Yine de devlet politikaları yerine, İsrail’e destek veren uluslararası markalara yönelik toplumsal boykot hareketlerinin söz konusu markaların karlılık oranlarını düşürmesiyle bir miktar yol alınabildiği de görülüyor. Bireysel tüketim alışkanlıklarının değişmesine yönelik İsrail’e karşı boykot hareketlerinin sürdürülebilir ve dahi etkili kılınması ”şimdilik” ümit bağlanabilecek en etkili çözümlerden biri olacak.

Görünürdeki çatışma her ne kadar Gazze ve Batı Şeria’ya odaklansa da barındırdığı küresel mücadele boyutu konunun bir başka açısıdır. ABD liderliğindeki G7 ülkeleri İsrail’e verdikleri destekle Anglo-Sakson liderliğindeki tek kutuplu dünya düzenini savunurken, Pekin’de Filistinli siyasi grupları bir araya getiren Çin Halk Cumhuriyeti ise çok kutuplu dünya düzeninin savunucusu olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla, İsrail’i soykırım yolundan dönmeye ikna edecek boykot ve ifşa politikasının da G7 ülkelerini kapsayacak bir seviyeye ulaşması gerekiyor. Ancak başta da belirttiğim gibi ”dolarizasyon” enstrümanıyla dünya ekonomisinin neredeyse yarısını yönlendiren 7 ülkeye karşı denge oluşturabilmek için BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) gibi örgütlenmelerin ellerinin daha da güçlenmesi için biraz süreye ihtiyaç var.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *