İsrail, Amerika’nın Ortadoğu’daki geleneksel, en güçlü ve garantili stratejik ortağıdır ve yönetimleri arasındaki farklar ne olursa olsun, bu konumun değişmesi pek olası da değildir. Ancak ABD’nin Arap stratejik ortaklarına da ihtiyacı var.
Zoran Kusovac / el Cezire (10 Kasım 2023)
Geçtiğimiz haftalarda düzinelerce ülke ve lider, doğrudan, dolaylı olarak ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla İsrail’den Gazze’ye yönelik saldırıları geçici olarak durdurmasını talep etti. Yalvarışlar göz ardı edildi veya reddedildi; BM görüşmeleri teknik ayrıntılar ve semantik içinde boğuldu. Ama perşembe günü sürpriz bir açıklama yapan Beyaz Saray, İsrail’in “insani nedenlerden dolayı” askeri operasyonlarına “sınırlı duraklamalara” izin vereceğini iddia etti. Şu ana kadar hiçbir şey olmadı ama söz, sözdür.
Aynı zamanda ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Gazze’nin İsrail tarafından yeniden işgal edilmemesi gerektiğini ve Gazze’den kaçan Filistinlilerin geri dönmesine izin verilmesi gerektiğini söyledi. Tüm bunlar, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını, Akdeniz ve Hint Okyanusu’nda konuşlandırılan iki uçak gemisi savaş grubuyla ve bölgedeki dost üsleri takviye eden ek hava ve kara kuvvetleriyle güçlendirmesine rağmen yapılıyor. Yine de Irak ve Suriye’deki 3.400 ABD askerinin bir kısmı, görünüşe göre çeşitli devlet dışı silahlı gruplardan izole edilmiş ve sahibi belirsiz füze ve drone saldırılarına maruz kaldı. ABD aynı zamanda İsrail’e havadan ve denizden büyük silah ve mühimmat sevkiyatı da yaptı.
Peki gerçekte ne oluyor?
İsrail, Amerika’nın Ortadoğu’daki geleneksel, en güçlü ve garantili stratejik ortağıdır ve yönetimleri arasındaki farklar ne olursa olsun, bu konumun değişmesi pek olası da değildir. Ancak ABD’nin Arap stratejik ortaklarına da ihtiyacı var.
Washington’un, Orta Doğu politikalarına ve stratejilerine karar verirken dikkate alması gereken birçok faktör var. Bunlar arasında, diğer konuların yanı sıra, bölgesel ve küresel güvenlik, İran’la ilişkiler, petrol ve gaz tedarikinin güvenliği ve maliyeti, uluslararası nakliye yollarının özgürlüğü ve güvenliği ve Rusya ile Çin’in nüfuzunun kontrol altına alınması yer alıyor. En iyi zamanlarda bile karmaşık bir karışımdır.
Politikalar, özel eğilimlerin tarafgirliği altında yönlendirilen amatörlerce formüle edilip uygulandığında, çoğu zaman, yıllarca süren sıkı çalışma boşa çıkar. Trump yönetiminin Orta Doğu’ya yönelik gelişigüzel yaklaşımıyla geçen dört felaket yılı boyunca durum böyleydi. Başkanın ana “uzmanı” o zamanlar 37 yaşındaki damadıydı. Onun önerdiği “barış planı” İsrailli şahinlere yem oldu ama Filistinlileri şaşkına çevirdi ve kızdırdı.
Gazze ile ilgili güncel meselelerden bir adım geriye gidildiğinde, Amerika’nın Ortadoğu’daki sorunlarının çoğunun iki temel nedenden kaynaklandığı açıktır: İki kutuplu dünyanın sonu ve Washington’un İran’la ilişkileri. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki 50 yıl boyunca, Amerika hakimiyetindeki Batı ile Sovyetler Birliği liderliğindeki Doğu Komünizmi arasındaki bölünme, siyasi bağlılıkları yönlendirdi.
Ortadoğu’da İsrail de, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Körfez ülkeleri gibi Amerika’nın kampındaydı; Suriye, Mısır, Irak ve Libya Sovyet tarafındaydı. Mısır’ı bağlılığını Doğu’dan Batı’ya değiştirmeye ve 1978’de İsrail ile barış anlaşmasını imzalamaya ikna etmek, Washington’un Soğuk Savaş sırasında Orta Doğu’daki en büyük stratejik zaferlerinden biriydi.
Şah yönetimi altında İran muhtemelen Akdeniz’den Pasifik’e kadar en Amerikan yanlısı rejime sahipti, ancak bu denklem 1979 İslam Devrimi’nden sonra tersine döndü. ABD bir gecede İran’ın en büyük düşmanı haline geldi.
Pragmatik dış politika geleneğine uygun olarak ABD, Saddam Hüseyin’in Irak’ını büyük komşusu İran’ı işgal etmeye teşvik ve yardım etti. Neredeyse 10 yıldır süren savaş, doğrudan olmasa da pratikte ABD’nin İran’a karşı bir vekalet savaşıydı. ABD, Sovyet kontrolündeki Afganistan’a karşı da mücahitler aracılığıyla başka bir vekalet savaşı yürüttü.
Soğuk Savaş çoğu zaman sert ve ilgili küçük ülkelerin çıkarları açısından adaletsiz olsa da, iki kutuplu stratejik paradigmanın avantajları vardı: Her iki büyük koruyucu da yerel sorunların genellikle başarılı olacak şekilde büyük savaşlara dönüşmesine izin vermemeye özen gösterdi.
Komünizm boyun eğdiğinde Batı, büyük stratejik mücadelesini sonsuza dek kazandığına ve gelecekteki çatışmaların küçük ve kolayca kontrol edilebilir olacağına inanarak “tarihin sonu”nu ilan etti. Ne yanlış ama.
On yıldan kısa bir süre içinde ABD, bölgesel gözetiminin ve potansiyel sorunlu noktalara ilişkin öngörülerinin kaybolmasına izin verdi.
Analitik yetenekleri çok zayıflamış olan ABD, cahilce, kibirli bir şekilde ve kendine aşırı güvenerek, Washington için utanç verici aksiliklerle sonuçlanan birbirini izleyen üç savaşa sürüklenmesine izin verdi.
Yıllarca Irak’ta çıkmaza giren ABD, Irak’ta devam etmenin askerlerin canına, parasına ve özellikle Ortadoğu ve İslam ülkelerindeki itibarına çok pahalıya mal olduğunu anlayınca aceleyle geri çekildi. Benzer şekilde on yıl sonra Afganistan’dan da çekildi.
Washington, Irak’ta yaptığı hatayı bu sefer açıktan işgal etmese de Suriye savaşına müdahil olarak tekrarladı. Hükümet karşıtı gruplara verdiği destek, tüm gruplar arasında İran yanlısı silahlı grupların nüfuz ve güç kazanmasına yardımcı oldu. Suriye aynı zamanda Moskova ile bağlarını da güçlendirdi. Sonuç: İran bölgesel nüfuzunu genişletti ancak ABD bunu kontrol edemedi.
Diğer bölgesel çatışmalar da ABD’nin gücünün ve nüfuzunun sınırlarını gösterdi; ister Suudi Arabistan ile Yemen’deki Husiler arasındaki savaşı durdurmada, ister Libya’daki çıkmaza son vermedeki başarısızlığı olsun.
O halde Biden’ın 2024 seçimleri öncesinde bölgede daha dengeli bir yaklaşımla aktif görünmek istemesi ve ABD’nin hâlâ barışa aracılık etme becerisine sahip olduğunu göstermeyi istemesi anlaşılır bir şey. Bu, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve onun katı kabinesinin bırakın kulak vermek şöyle dursun duymak bile istemediği bazı şeylerden bahsetmek anlamına geliyorsa da öyle olsun.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *