Arap basınında “dünya için, kazanan bir Putin daha iyidir” yorumları

Arap basınında “dünya için, kazanan bir Putin daha iyidir” yorumları

Ukrayna-Rusya savaşı Arap basınının birinci gündem maddesiydi. Bazı köşe yazarlarının “Dünya için kaybeden bir Putin’dense kazanan Putin daha iyi” yorumunda bulunması dikkat çekti.

Arap dünyası bu hafta içerideki gelişmelerden ziyade dışarıdaki gelişmeleri konuştu. Rusya-Ukrayna savaşı ve Rusya’nın bazı bölgeleri ilhakı, İran’daki rejim karşıtı protestolar, İtalya’daki seçimlerin sonuçları ve Avrupa’da sağın yükselişi bu hafta Arap basınının en çok yer verdiği konulardı.

Uzun süredir ekonomik krizle boğuşan ve hükümetin halen kurulamadığı Lübnan bu hafta yeni bir dönemece girdi. Lübnan Meclisi ülkenin 14. Cumhurbaşkanını seçmek için toplandı ancak beklendiği gibi hiçbir aday yeterli oyu alamadı. Uzun bir süre Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın yerine geçecek ismin seçilmesi beklenmiyor. Zira bazı Lübnanlı yazarların dediği gibi; “Meclis oturumu Beyrut’ta ancak seçimin kaderi dış dengelere bağlı.”

Bu hafta Arap gazetelerinde geniş bir şekilde yer alan konulardan biri de, Müslüman Âlimler Birliği eski başkanı ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın önemli şahsiyetlerinden Yusuf Karadavi’nin ölümüydü. Katarlı El Cezire televizyonunun “Ümmet büyük bir adamı kaybetti” şeklinde verdiği haber birçok köşe yazarının gündemindeydi. Muhaliflerinin “NATO’nun Müftüsü” şeklinde eleştirdiği Karadavi’ye özellikle de Suud ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından fonlanan gazetelerde ciddi eleştiriler vardı.

‘ARAP BAHARI MÜFTÜSÜ’NÜN ÖLÜMÜ VE DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİ’

“Dünya Müslüman Âlimler Birliği’nin eski başkanı Yusuf el-Karadavi’nin ölümü, başta “Arap Bahar’ına” verdiği destek ve dinin bu amaca hizmet için siyasete alet edilmesinde rolüyle ilgili tartışmaları yeniden canlandırdı. Hatta muhalifleri onu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin rejimlerinin devrilmesi için verdiği fetvaları nedeniyle “NATO Müftüsü” olarak nitelendirmişti. Zira bu fetvalar NATO’nun siyasetiyle aynı çizgideydi.

Karadavi’nin fetvaları, Suriye’de cihadı meşru gösteren diğer fetvalara da zemin hazırladı. Bu da binlerce Arap gencini Beşar Esad güçlerine karşı savaşmak için Suriye’ye gelmesine ve IŞİD ile EL Kaide bağlantılı radikal örgütlerin savaşında bir yakıta dönüşmesine neden oldu.” (Londra merkezli Al Arab gazetesi)

‘İHVAN’IN HİLAFET TAHAYYÜLÜ’

“Müslüman Kardeşler Teşkilatı, en meşhur simalarından biri olan Karadavi’nin ölümüyle, en önemli medya propaganda yıldızını kaybetmiş oldu. Teşkilatın kayıpları her alanda çok büyük. Liderlerinin çoğunu kaybetti ve daha önce kontrolü eline aldığı ülkeler de elinden kaydı. Öyleyse bu durumun hareketin ölümü anlamına mı geliyor ve onu tarihin kapanan bir sayfası olarak görmenin zamanı geldi mi? Radikal bir siyasi ve dinci teşkilat olarak İhvan, geçtiğimiz yüzyılın başlarında ideolojik rüzgârların estiği ve ulusal devletlerin, bölgesel kimliklerin ortaya çıktığı yeni bir dünya düzeninde bir fikir olarak doğdu.

İhvan, farklı ideolojik çizgilerle mücadele etti. Bunlardan Baas hareketi Suriye ve Irak’ta iktidara geldi. Irak’ta Saddam’ın düşüşüyle sona erdi, Suriye’de ise Beşar Esad’la beraber marjinalleşti. İhvan’ın bir diğer rakibi de komünizmdi. Birçok Arap bölgesinde örgütlenen komünizm sadece Güney Yemen’de iktidara gelebildi. Ancak Sovyetler’in çöküşüyle o da bölgede düşüşe geçti. Diğer rakipler ise şahıslarla doğrudan bağlantılı olan Nasırcılık ve Kaddaficilikti. Ancak bu siyasal çizgiler de lider ölünce onlarla beraber öldü.

İhvan, BAAS, komünizm ve milliyetçilikten farklı olarak ölümsüz ve faşist bir siyasi oluşumdur. Çünkü dinin siyasete alet edilmesi üzerine kurulmuştur. İslam hilafetini canlandırma fikrini taşıyan İhvan’ın en tehlikeli yanı, hilafeti tarihte hiç olmayan bir biçimde tasavvur etmesidir. Zira tarihsel olarak bütün hilafet devletleri Emeviler’den Osmanlılara kadar bir aile hanedanı ve krallık biçimindeydi.” (Abdurrahman Raşid / Suudi Şark’ül Evsat Gazetesi)

‘AVRUPA’DA FAŞİZMİN YÜKSELİŞİ: YENİ KURBANLAR ARAPLARLA MÜSLÜMANLAR MI?’

“Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve özellikle de 1927-1938-1929 yıllarında Avrupa’yı sarsan ekonomik buhran, Başta Almanya ve İtalya olmak üzere Avrupa’nın bazı ülkelerinde Nazizm gibi aşırı sağı iktidara taşıdı. Öyle görünüyor ki, ABD’nin Rusya’da rejimi değiştirmek ve ülkenin dağılmasını sağlamak için kışkırttığı ve kışkırtmaya devam ettiği Ukrayna Savaşı da benzer bir sonuca yol açacak.

Aşırı sağ, İngiltere’de kazandı ve ülkeyi Avrupa Birliği’nden çıkardı. Son olarak da İsviçre’de de ciddi kazanımlar elde etti, Fransa’da ise giderek güçleniyor. Ancak İtalya’da Giorgia Miloni liderliğindeki İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin kazanması -ki İtalya’yı yöneten ilk kadın olacak- faşizmin Avrupa’yı kasıp kavuracağını göstermektedir.

Avrupa’daki ilk faşist dalga, ekonomik krizi kullanarak İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden oldu. Bu sağ dalga, Yahudilere düşmanlık güdüyordu ve sorumlulukları onlara yüklüyordu. Ancak yeni faşizm bu kez Müslümanları düşman listesinin başına koyuyor. Diğer yandan da Yahudilerle ittifaklar yapıyor. Giorgia Meloni de bu siyasi dönüşümü seçim çalışmalarında bir çok kez dile getirmişti.

Mussolini ve Hitler bu sefer çok değişik ve yeni bir biçimde geri geliyor. Avrupa’da cereyana eden krizleri fırsat bilerek ve seçim sandıklarıyla geliyorlar. Bu sefer Araplar ve Müslümanlar yeni kurbanlar olabilir.” (Rai Al Youm gazetesi)

‘İRAN’DA KADINLARIN İSYANI: ERKEK EGEMEN DİNİ REJİMİN TEMELLERİ SARSILIYOR’

“İran’daki dini rejim -Vilayeti Fakih liderliğindeki Şii din adamlarının rejimi- kadın eksenli bir isyanla karşı karşıya. Bu isyan, simgesel olarak İslam Devrimi’nin üzerine kurulduğu bazı temellerin sarsılması demektir.

Kadın mücadelesi ve kadın hareketleri dünyanın her alanında öncü bir konuma gelmektedir. Özellikle de siyasi alanda etkileri artmakta. Tunus örneğinde olduğu gibi, laik kadın hareketi önce İslamcıların yükselmesinin önüne geçti daha sonra ise onların devrilmesinde rol oynadı. Ancak şu an İran’da olup bitenler din ve siyaset ilişkisini farklı bir boyuta taşımakta ve bunu kadın hareketi yapmaktadır.

İran’daki siyasi protestolar İran rejiminin sarığının parçalanmasına neden oluyordu. Ancak son günlerdeki kadın hareketi daha hassas bir simgeyi hedef aldı; başörtüsü. Bu hareket rejimin otoriter erkek egemen gücünü ciddi bir biçimde sarsıyor.” (Cihad El Zeyn / Lübnan El Nahar Gazetesi)

‘DÜNYA İÇİN PUTİN’İN KAZANMASI KAYBETMESİNDEN DAHA İYİ’

“İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Rusya’nın ilan ettiği ilk seferberlikten sonra Batılı şahinlerin tutumunda bir gerileme var. Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonu 3 ay öncesinden istenilen hedeflere ulaşmıştı. Zira Rusya Ukrayna’daki birçok yaşamsal noktayı ele geçirip kontrolü sağladı. Rus ordusunun sokak çatışmalarına girmemek için şehirlere girmeye niyeti de yok. Bazı şehirleri kuşatmakla yetinecek. Putin’in seferberlik kararı ise, 6 aydır Ukrayna’da savaşan güçleri diğerleriyle değiştirme ve kontrol altına aldığı bölgelerin güvenliğini tam anlamıyla sağlama amacı taşıyor. Nükleer silah kullanma tehditleri ise Batı’nın tehditlerine bir karşılık olarak geldi.

Putin’in Ukrayna’ya müdahalesinin haklı veya haksız olduğu tartışmaları bir yana, Putin’e buradan bir çıkış yolu bulunmalı ve bunun için kendisine bazı kazanımlar verilmelidir ki kaybeden konumunda olmasın. Mevcut denge ancak böyle çözülür. Savaşların doğasında da, düşmanına bir çıkış kapısı açmak vardır ki, bir çıkış kapısı olmayan taraf kendini savunabilmek için bütün yolları dener ve hiç beklenmedik şeylere cüret eder. Eğer Putin’e onurlu bir çıkış verilmezse bunun bedelini bütün dünya öder. Zira Rusya’nın kaybetmesi dünya açısından kaybetmesinden daha tehlikelidir.” (Seyyid Ali – Mısır El Ahram Gazetesi)

‘LÜBNAN’IN HEM KOMİK HEM AĞLAMAKLI DURUMU’

“Lübnan’ının geldiği nokta oldukça gülünç. Bir yandan da ağlamışsak bir gülünçlüler durumu var. Ülkedeki en komik olan nokta ise, işlerin yolunda gittiğini göstermeye çalışmak ve bunda ısrar etmektir. Bunlara göre ülke kurumları öyle işliyor ki, ülkeyi kasıp kavuran ekonomik, mali, siyasi krizlerden  hiç bir şekilde etkilenmiyor. Üstelik bu kurumlar yapmaları gerekeni de yapıyor ve hiçbir baskıya (ister iç isterse de dış baskı olsun) boyun eğmeden kendi bağımsız kararlarıyla hareket ediyor.

Burada ağlanacak olan nokta ise, bu hür iradeyle karar alındığına dair söylemlere inananların olmasıdır. Demokrasi, şeffaflık ve eşitlik konusunda bütün dünya ülkeleriyle çatışıyoruz. Bir gün geçmiyor ki devlet yetkilileri herkesten önce ülkedeki durumdan şikayet etmesin. Cumhurbaşkanından Meclis başkanına, milletvekillerine, eski bakanlara, eski vekillere, genel müdürlere kadar herkes ülkedeki durumu değiştirmeye gücü yetmediğinden bahsediyor.” (Toni El Khuri / Lübnan El Naşra Gazetesi)

(Gazete Duvar)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *