Mustafa Özcan, “Hamas’ın Esat’a geri dönüşü”nü yorumladı

Mustafa Özcan, “Hamas’ın Esat’a geri dönüşü”nü yorumladı

“Hamas Şam’dan çekildikten sonra tekrar bu noktaya nasıl geldi?” sorusunun yanıtını arayan Mustafa Özcan, “Esasen Hamas 20-30 yıldan beri hata üzerine hata yapıyor. Birinci İntifada’nın dışındaki tercihleri ve yöntemleri isabetsizdi. Bu nedenle de aşamaları yaktığından İran eksenine tutunmak mecburiyetinde kalmıştır.” ifadesini kullandı. Özcan, “Bununla birlikte Hamas’a yönelik tepkilerin neden Türkiye’ye gösterilmediği” sorusuna da değindi.

Mustafa Özcan, Şarku’l Avsat’ta yayımlanan “Hamas’ın Esat’a geri dönüşü” başlığını taşıyan yazısında, Hamas’ın bu ve bundan önceki adımlarını yorumladı.

Özcan şu değerlendirmede bulundu:

Bizi en fazla yanıltan yanlışlar sevdiklerimizin yönünden gelen yanlışlardır. Onlara karşı genelde kapalı oluruz ve dikkat kesilemeyiz. Gerçeklerle sevdiklerimiz arasında ayrım gözetmemiz zor olur. Değişimin geldiği yöne dikkat kesilmeliyiz. Değer yargısı olan kriterleri çok iyi kavramalıyız. Sözgelimi Hazreti Ali’den menkul ya da Ahmet Bin Hanbel’e mensup sözlerden birisi şudur: Hakkı insanlarla değil, insanları hakla tanı. Öyle ise insanları tanımak için elimizde sağlam kriterler olmalıdır. Aksi takdirde sevdiklerimiz üzerinden yanlışa saplanabiliriz. Buna sürü psikolojisi derler. Hadisler de bizi buna yönlendirmektedir. Nitekim Tirmizi’nin tahriç ettiği bir hadiste, ‘ Dostunu ölçülü sev ki, bir gün düşmanın kesilebilir, düşmanından da ölçülü nefret et ki, bir gün dostun haline gelebilir’ denmiştir. Hiçbir şey sürpriz değildir. Burada İngiliz pragmatizmi geçerli olmasa da ilkeler üzerinden bir değişim tasavvur edilmektedir. Her dünyanın kendisine göre bir istihale ve dönüşüm biçimi vardır. Yani ebedi dostluk veya ebedi düşmanlık yoktur. Ya ebedi çıkarlar ya da ebedi ilkeler vardır ve onlar üzerinden dönüşüm sağlanır.

İnsanları hakla tanıyabilmek için elimizde sağlam ölçüler olması lazım. Elbette ebedi ölçüler vardır lakin halk veya avam veya kitleler bunlara biganedir ve ulaşsalar bile bunları muhakeme düzeyinde kullanamazlar. Ancak bunu işin erbabı alimler veya daha seküler bir tabirle aydınlar yapabilir.

Bugünlerde Hamas Şam’a geri dönüşünü fiiliyata döküyor. Bu mesele etrafında hummalı bir tartışma hatta keskin bir kapışma var. Birkaç yıldır bu hususta sondajlar ve yoklamalar vardı. Esat rejimi ağırdan alıyor ve Hamas’a ateş püskürüyordu. Lakin ipleri kendi elinde değil. Mukabilinde Hamas da muayyen çevreler tarafından özendirildi ve Şam rejimine itildi. Lakin Hamas’ın geri dönüşü sonuçta Esat rejimine arayıp da bulamadığı bir meşruiyet fırsatı verdi ya da kapısı aralayacaktır. Nasrallah’ın dediği gibi onu Filistin davasının sahiplerinden birisi kılacaktır! Hamas İslam dünyasını baştan sona yaran İran’a da aynı meşruiyeti önceden sağlamıştı. Şimdi İran köprüsü üzerinden Hamas Şam ile yeniden siftah yapıyor veya tanışıyor.

Hamas Şam’dan çekildikten sonra tekrar bu noktaya nasıl geldi? Esasen Hamas 20-30 yıldan beri hata üzerine hata yapıyor. Birinci İntifada’nın dışındaki tercihleri ve yöntemleri isabetsizdi. Bu nedenle de aşamaları yaktığından İran eksenine tutunmak mecburiyetinde kalmıştır. Kendini buna mecbur ve mahkum bırakmıştır. Taşlı intifada sırasında Hamas’ın stratejik anlamda kimseye ihtiyacı yoktu. Lakin önce beyaz silah denilen bıçak ve kama gibi aletleri kullandı ardından da ‘silahlı direnişe’ geçti. Bu da orantısız güç mücadelesinde onu hep birilerine muhtaç etti. Halbuki ahlaki zeminde orantısızlık ve tali olarak başkalarına ihtiyaç yoktu. İran’la yakınlaşmasına mazeret olarak da Arap ülkelerinin kendisini yalnız bırakmasını gösteriyor! Yöntemini değiştirmeseydi ne Arap ülkelerine ne de İran ve eksenine muhtaç olacaktı. Demek ilk geriye doğru analiz ettiğimizde yöntem değiştirmek ve başka bir aşamaya geçmek en temel yanlışı olmuştur. Taşlı mücadele temiz ve ahlaki bir mücadele olarak kalacak ve vicdanlarda tesiri daha kalıcı olacaktı. Sonrasında yanlış yanlışı doğurmuştur.

Hamas’ın ikinci büyük yanlısı işe 2006 yılında İsrail çeperi dahilinde Filistin’de genel seçimlere katılmasıdır. Seçimi kazanınca bir yıl sonra (2007) Fetih mensuplarıyla saflaşma yaşamış ve Gazze elinde kalmıştır. Burada 2 milyon kişinin istikbalinden sorumlu hale gelmiştir. 2005 yılında Şaron’un tek yanlı olarak çekildiği Gazze, Batı Şeria’dan ayrılmıştır. Halbuki o dönemde Abdulaziz Rantisi gibi hareketin akil adamları Hamas olarak seçimlere katılmanın Filistinlileri daha büyük çıkmaza sürükleyeceğini öngörmüştür. Ama dinletememiştir ve ‘iktidar şehveti’ bunu görmeye mani olmuştur. İsmail Heniye gibi hikmetten uzak kimseler seçimlere katılma konusunda ısrarcı olmuşlardır. Dolayısıyla bugün Hamas İran ve ortaklarına muhtaç hale düşmüşse bunda seçtiği veya değiştirdiği yöntemin büyük payı vardır. Kendisine göre gerekçeleri veya bahaneleri olabilir ama bunlar arasında ahlaki unsurlar yoktur.

İhanetle, içtihat ve ahlaksızlık arasında!

Filistin asıllı araştırmacı Salih Naami bu hususla alakalı olarak bazı tweet mesajları paylaştı. Bu hususta ilk tweetlerinden birisinde şöyle yazmıştır: Küçük tağut Beşşar Esat rejimiyle ilişkileri tazeleme noktasında Hamas ahlaki bir kusur işlemiştir (hatie ahlakiye) . Bu adım Hareketin stratejik önceliklerinde bir eksiklik ve siyasetinde bir yalpalama olduğunu göstermektedir. Bu karar ümmetin Hamas’tan beklenti tavanını karşılamadığı gibi bu kararla kendi tabanının eğilimlerine ve beklentilerine de ters düşmüştür. Burada Salih Naami, Hamas’ın Şam rejimine geri dönmesini ahlaki bir hata olarak değerlendirmektedir. Bu, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir argümandır. Bir başka tweetinde ise ilk görüşünü nakzediyor. Şöyle ki, Hamas’ın Esat rejimine geri dönüşüyle ilgili hatalı kararını eleştiri, bu hareketin İsrail projesinin boğazında bir kılçık ve mızrak ucu olduğunu unutturmamalı. Liderlerinin bazı içtihat hatalarını istismar etmeyi ve dahası tarihi rolünü körlemeyi veya küçümsemeyi beraberinde getirmemeli. Hareketi şeytanlaştırmamalı ve fikir ve değer olarak direnişin imajına dokunmamalı (https://twitter.com/ salehelnaami/ status/ 1571546785671168000 ).

Birincisinde Şam rejimine dönüş ahlaki bir inhiraf ikincisinde ise sadece basit bir içtihat hatası olarak değerlendirilmektedir. Bu yaklaşımlardan hangisi doğrudur? Elbette Hamas’ın kararı ne ahlaki ne de dini olarak onaylanabilir. Bu dönüşümü küçümsemek de ahlakı ve hakkı küçümsemektir! Hamas hatadan müberra, münezzeh değildir ve hataya düşmeyeceğine dair ilahi bir garantisi yoktur. İdlip’ten Afganistan’a kadar birçok isabetsiz değerlendirmenin sahibi olan Huzeyfe Azzam (Abdullah Azzam’ın oğlu) benzeri tweet mesajları paylaşmış ve Hamas’ın hatasını içtihat hatası olarak değerlendirmiştir. Burada içtihat meselesi görülüyor ki tarihten beri gelen refleks ve alışkanlıkla bütün hata ve günahların üzerine yıkıldığı bir askılık vazifesi görmektedir. Bütün yırtıklara yama yapılmaktadır. İçtihat etmişler ve sahalarını aklamışlar! Onun dışında onlara göre ölen ölmüş kalan da kalmıştır! Huzeyfe Azzam birilerinin Hamas’ın açığını bulmuşken ona yüklenmek ve eski hesapları kapatmak istediklerini söylemektedir. Böylece Salih Naami veya Huzeyfe Azzam gibilerinin Hamas’tan hesap sormadan karşıtlarından hesap sormaya yeltendikleri ve karşı hamleye geçtikleri anlaşılıyor.

Bununla birlikte birçok sosyal medya kullanıcısı Hamas’ın yalpaladığını ve ahlaki bir çözülme içine girdiğini öngörmektedir. Kalkınma ve Yardım İçin Filistin Heyeti gibi kurumlar da bu adımı ümmete ve beklentilerine sırt dönmek olarak değerlendirmiştir. Bu konuda en sert değerlendirmelerden bazılarını Lina Tibi ve Zuheyir Salim’den gelmiştir. Hamas’ın bu adımıyla aynı zamanda Filistin davasını ihanet ettiğini ve Esat’ın Golan Tepelerini satması gibi Hamas’ın da Filistin’i davasını Esat’a ve ortaklarına sattığını ileri sürmüştür.

Filistin’de Kavmi Cedit 

Züheyir Salim de Hamas’ın bu adımıyla birlikte sadece Suriye ve Filistin halkına kötülük etmediğini belki Allah ve Resulüne de karşı geldiğini (şakkullah ve resuluh) ve salih müminleri yarı yolda bıraktığını söylemiştir. Zuheyir Salim içtihat bir yana batıla meylettiklerini ve yöneldiklerini ileri sürmüştür. Allah’ın onların yerine Filistin’e yeni bir topluluk nasp ve nasip edeceğini ve onları hiçbir korkunun ve beklentinin yollarından çeviremeyeceğini yazmıştır.

İçtihattan pragmatizme: İslami hareketlerde pragmatizm nifakın bir alt basamağı veya şubesi haline gelmiştir. Maymuncuk gibi bütün mahzurlu kapıları açmayı başarmaktadır. Pragmatizm İslamcılardan sadır olan her kusuru bir şal gibi örtüyor! Mutaz el Hatip pragmatizmin sadece İslamcıların işine yaradığını başkalarında ise İslamcıların gözüne battığını söylemektedir. Suriye asıllı Afganistan uzmanı Ahmet Muvaffak Zeydan’a göre, Hamas Suriye rejiminin yanına geçerek ümmetin düşmanlarının safına katılmıştır. Fayiz Kinderi gibilerine göre, Hamas liderleri içtihat etmişler ama ulemanın nasihatini dinlemeyi unutmuşlardır!

Ahmet Muvaffak Zeydan bir Suriyeli olarak Hamas’ın Moskova ziyaretini de eleştiriyor. Moskova ile Tahran’ı, Hamas’ın Esat’a geri dönüşünü ayarlamış ve sağlamış başkentler olarak görülüyor. Kimi tweetlerde de dile getirildiği gibi Filistin meselesi ancak onurlu ve temiz kesimlerin mücadelesi olabilir.

Türkiye-Hamas karşılaştırmaları

Hamas’ın Şam’a hervelesi veya koşturmasını eleştirenlere karşı bir argüman daha var. O da Türkiye’nin bu yöndeki mesafe alması veya benzeri adımlarıdır. Türkiye İsrail ile normal ilişkilere geri dönmekle kalmadı aynı zamanda Rusya ile İran’ın ittirmesiyle Esat rejimiyle de normalleşme yolunda eskizler yapmaya başladı. İstihbarat birimleri arasında temaslar sıklaştı. Acaba birleşik kaplar teorisinde olduğu gibi bu adamlar birbirini etkiliyor mu? Bununla birlikte Hamas yandaşları Hamas’a yönelik tepkilerin neden Türkiye’ye gösterilmediğini soruyorlar. Yerinde bir tepki. Buna muhtemel cevaplardan birisi devlet ile örgütün tutumlarının aynı ağırlıkta olmayacağı görüşüdür. Dr. Üsame Osman’a göre, devlet bu gibi ilişkilerde daha bağımsız davranabilir ve kalabilir. Örgütler ise iplerini daha güçlü kurum ve yapılara kaptırabilirler.

Yaser Ebu Hilale aynı konu etrafında şunları yazmaktadır: Hamas’ın Beşşar rejimine geri dönme konusunda yaptığı açıklama kabul edilemez. Bununla birlikte stratejik tercihleri İran’la sınırlı bulunmaktadır. Ümmet bir bütün olarak ne bir dolar ne de silah vermektedir (sanki cihat dolarla veya silahla yapılmakta veya gücüyle sınırlı kalmaktadır ?!) . Bir de aynı konu etrafında Erdoğan’ın tutumunu görmezlikten gelenler Hamas’a ‘a yükleniyorlar!

İsmail Yaşa da bu konuda karşılaştırma yapanlardan ve kendisine sataşanlardan bizar. Kendi tutumunu şöyle özetliyor: ‘Ben külliyen Suriye devriminden yanayım. Benim birinci davam Suriye davasıdır. Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kurtarılması ise Şam diyarının batinilerden temizlenmesiyle kaimdir, mümkündür. Batinilik ümmetin sırtında zehirli bir hançerdir.’

İsmail Yaşa başka bir tweet mesajında ise bunalmış olmalı ki şunları söylüyor: Bazen bana diyorlar ki: “Ama Türkiye bunu yapıyor ve Erdoğan şunu söylüyor.” Söylenen ve yapılan her şeyi desteklediğimi kim söyledi? Ey Şeyh, Türk olduğum doğrudur ama ondan önce Müslümanım. İslami kimliğimle övünürüm ve yerine hiçbir şey koymam.”

Su-i misal, misal olmaz. Yanlış kararlarında ne Türkiye’nin ne de başkalarının eteğine tutunsunlar. Herkesin doğrusu ve eğrisi kendisine. Bir hatırlatma daha: Bu hususta öncü rolde olan Türkiye değil Hamas’tır. Açılımı önce onlar başlatmıştır. Başlatan daha zalimdir. Onlar Türkiye’nin tutumunda kendilerine mazeret veya pay çıkaracaklarına Türkiye’nin yaptıklarını yanlış buluyorlarsa resen ve asaleten bunu eleştirebilirler. Böylece hak yerini bulur. Nitekim ‘Allahım yapılanlardan beriyim!’ diyen Raid Salah’ın yardımcılarından Kemal Hatip Şam’a açılan hareketlerden ve devletlerden hepsinden bizar olduğunu ifade etmektedir. İzzettin Kassam gibi Suriyelilerin Filistin yolunda şehit olduklarını hatırlatmaktadır. Şam rejiminin 1976 yılında Filistinlilere yönelik Tel Za’ter katliamı ile onu takiben 1982 yılında Sabra Şatilla katliamında İsrail ile ortaklığı, muvazaası dillere destan olmuştur. Baba Esat Hama katliamını icra ederken İsrail de onun göz yummasıyla Sabra Şatilla katliamını irtikap etmiştir. Kemal Hatip ‘Esat rejimine meşruiyet sağlayan her tutumdan Allah’ım sana sığınırım’ demektedir. Sözlerine şöyle devam etmektedir: “Benim nazarımda dökülen Filistinlilerin kanının Esat’ın döktüğü Suriyeli kanından daha aziz ve kıymetli bir tarafı yoktur. İkisi de birdir.” Bu ifadenin mefhumu muhalifi Hamas’ın dökülen Suriye kanlarını Filistinlilerin kanlarıyla eşit mertebede saymadığıdır. Onu buna iten nedir! Adalet ile zulüm parçalanmaz, tecezzi etmez.

Nihai temennisi şudur: Bir gün halklar sözlerini söyleyeceklerdir.

Kemal Hatip bildirisinin devamında şöyle seslenmektedir: Bana göre Suriye tağutunun İsrail tağutundan iyi bir yanı yoktur. Kudüs’e giden yol elbette Şam’dan ve Kahire’den geçecektir. Ancak bu yol Sisi’nin Kahire’si veya Beşşar’ın Şam’ı olmayacaktır. Elbette aynı davaya inanan halkların yolu olacaktır. Kemal Hatip sözlerini burada tamamlanmaktadır: Allah’ım bu tutumun dışında bütün tutumlardan beriyim (https://twitter.com/ KamalKhatib1948/ status/1571557723275149320).

Ona göre ikili süreç gerçekte tek bir süreçtir. Kısaca Kudüs süreciyle Şam süreçleri birleşiktir.

Mazeret babından Hamas dostları, hareketin bütün yönlerden kuşatıldığını söylüyorlar. Bu yönde mazeret arıyorlar. Arafat’ın çevresi çok mu doluydu? Silahsız cihat olmaz ya da etrafımız boş gibi mazeretler doğru olmakla birlikte yanlışı meşrulaştırmaz. Olmadı yanlış küme yerine yalnızlığı seçersiniz. Bir gün siz olmadan da dava zafere ulaşabilir.

Hamas Şam adımıyla birlikte ‘onları yarı yolda bırakanlar onlara (muzaffer bölüğe) zarar veremez’ parantezine veya kapsamına düşmüş olmuyor mu? Nihai ayrışmada veya saflaşmada bakalım Hamas saflardan hangisinin yanına düşecek?

Dileriz tashih-i karar eyler! Yoksa kendi düşen ağlamaz!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *