Başörtüsü Serbestisinin Teslim Aldığı Zihniyet Dünyası

Başörtüsü Serbestisinin Teslim Aldığı Zihniyet Dünyası

İslam düşüncesinde ahlak-fıkıh ilişkisi önemlidir. Ahlak değişmez değerlerdir; fıkıh ise, hareketlidir yani toplumu ve yapısında meydana gelen değişimi izler. Bu yüzden fıkıh içtihat alanına aittir, tarihseldir. İşin ilginç yanı Ahlak İslam’ın ontolojisine ait bir alan olmasına karşın, fıkıhla karşılaştırıldığında üzerinde fazla çalışma yapılmış değildir.

Yusuf Yavuzyılmaz / Her Taraf

Başörtüsü serbestisi ve dini yasakların önemli bir bölümünün yürürlükten kaldırılması, dindarlar için önemli değişimlerdir. Ancak bu değişimler diğer isteklerin önünden bir engel oluşturmaya başladı.

Sakal ve başörtüsü yasağının kaldırılması, uzun yıllardır süren bir hukuk ihlalinin sona erdirilmesi anlamında önemli bir gelişme idi. Ancak bu formel değişimin arka planında var olması gereken ahlaki derinlik yoktu. Bu durum görünürde müslüman ancak ahlaken zaaflı kişilikler ortaya çıkardı. Sakallı ve başörtülü ancak ihaleye fesat karıştırmaktan, yetim hakkı yemekten, adaletsizlik yapmaktan çekinmeyen tipler ortaya çıktı.

Başörtü meselesi kuşku yok ki, laiklik uygulamasının merkezinde yer alıyordu. Dindarlar da bütün enerjilerini bu alana vererek yasağı kaldırdılar. Ancak zamanla başörtü hakkı, diğer hakların önünde bir engel olarak işlev görmeye başladı. Adalet, hak ve liyakat ihlalleri, başörtüsü yasağı kaldırıldı diyerek görmezden gelindi. Şimdi ortada başörtülü ancak hak ve hukuka riayet etmeyen kişiler var. Yapılacak olan başörtü yasağının kaldırılmasını desteklemek, ama aynı zamanda başörtü yasağını kaldıranların, yasağın kaldırılmasının arkasına sığınarak yaptıkları hak, adalet ve hukuk ihlalleri görmezden gelmemektir.

Zamanla başörtüsü sorunu başka sorunların önünü tıkayan bir mekanizmaya dönüştü. “Bedenin kamuya estetize edilerek taşınması ile tüketim kültürü ve insanın metalaşması arasında kaçınılmaz bir ilişkiyi gözden kaçırmamak gerekir. Müslüman kadınların modern ve başörtülü olarak mahremi koruyup korumayamayacakları, tüketim toplumunun bir metaı haline getirilip getirilmeyeceği hiç sorgulanmadı.”(1) Mahrem ile örtünme arasındaki kaçınılmaz ilişki anlamını yitirince, başörtüsünün bir moda nesnesine dönüşmesi kaçınılmazdır. Mahremin korunması kuşku yok ki, ahlakla ilgili sınırların belirlenmesi ile ilgilidir.

“Müslüman kadınlar ve erkekler, kadınların başörtüsü ile kamusal alanda daha doğrusu devletin resmi kurumlarında başörtülü görev alma ve okuma haklarını savunurken şu soruyu hiç gündeme getirmediler; başörtüsü salt bir örtü müdür yoksa mahremiyetin göstergesi midir? (2) Yaşanan süreç bize gösterdi ki, sorulmayan bu sorunun sonucu olarak patalojik bir durum ortaya çıktı. Başörtülüler çoğaldı, ancak mahremiyet bilinci azaldı. Mahremiyet azalınca, davranışlara asıl yön veren ahlak ilkeleri anlamını ve önemini yitirdi.

Öyle görülüyor ki, dindarlar formel görüntülerine verdiği önemi ahlaki donanımlarına vermediler. Böylece ahlak ve irfandan yoksun dindarlık biçimleri ortaya çıktı. İbadetler asli işlevlerini yerine getirmeyen içi boşalmış tekrarlara dönüştü. Muhafazakarlaşan ibadet biçimleri kişiliği inşa eden bir fonksiyon üretmedi. Bu durum tutarsız davranışlar ortaya çıkardı ve dindar olarak tanımlanan insanlara olan güveni iyice örseledi.

İslam düşüncesinde ahlak-fıkıh ilişkisi önemlidir. Ahlak değişmez değerlerdir; fıkıh ise, hareketlidir yani toplumu ve yapısında meydana gelen değişimi izler. Bu yüzden fıkıh içtihat alanına aittir, tarihseldir. İşin ilginç yanı Ahlak İslam’ın ontolojisine ait bir alan olmasına karşın, fıkıhla karşılaştırıldığında üzerinde fazla çalışma yapılmış değildir. Toplumun fıkha boğulması, ahlakı ikincil duruma düşürmüş ve bunun sonucunda fıkıh kurallarına sıkı sıkıya bağlı ancak temel olan ahlak kurallarını önemsemeyen bir dini tutum ortaya çıkmıştır. Sarık ve cübbenin/ yani formun, formanın giysinin, takım elbisenin, kravatın ahlaktan daha çok önemsediği toplum ahlak toplu değil, şekilci bir toplumdur. Böyle bir toplumda geçerli olan gösterişçi dindarlıktır.

Şekilci modernleşmenin olduğu ülkelerde form kaçınılmaz bir şekilde öne çıkar. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri, özellikle kadın giyimi ve bedeni üzerinden yürüyen tartışma şekilci modernleşmenin sonucudur.

Bu tartışma aslında dindarlık anlayışı ile de yakından bağlantılıdır. Modernleşme sonrasının ortaya çıkardığı en büyük sorunlardan biri hayatın parçalanması ve bütünlüğünün kaybolmasıdır. İslamcılığın temel iddialarından biri de bozulan bu parçalanmışlığın önüne geçmekti. Alev Erkilet’in de vurguladığı gibi “İslâmcılığın ikinci ölçütü, bütüncü yaklaşımdır. İslâmcılık bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarını tevhit ilkesi doğrultusunda tek bir bütünün parçaları olarak kavrama ve bu temel değer etrafında bütünleştirme ilkesine yaslanır. Bu bağlamda aile, hukuk, ekonomi, siyaset, sanat, bilim gibi hayat alanlarının bir bütün olarak algılanması ve örgütlenmesi söz konusudur. Modernleşmenin ve onun üçayağından biri olan sekülerleşmenin karakteristiğinin hayat alanlarını kompartımanlara ayırma ve bunlardan her birinin kendilerine özgü ilkeler istikametinde işlemesini sağlama olduğu hesaba katılırsa, tevhit ilkesine dayanan bu bütüncü yaklaşımın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.”(3) Hayatın birbirinden bağımsız kompartımanlara ayrılması, kaçınılmaz olarak sekülerleşmeyi hızlandırdı. Sekülerleşmenin sonucunda fıkıh ve ahlak ilişkisi büyük ölçüde zedelendi. Bu durum şekli dindarlığı besleyen en önemli sorun alanlarından biri haline geldi.

Ahlak, hayatın bütün alanlarını ve bu alanlara ait eylemleri belirli ilkeler ile birbirine bağlar. Bu bütünlüğün bozulması kişiliğin parçalanmasına yol açar Taha Abdurrahman’ın dediği gibi “İnsanın esas kimliği ahlaki kimliğidir.” Ahlaki kimlikte meydana gelen parçalanma fıkıh ve ahlak arasındaki ilişkiyi zedeler ve gösterişçi dindarlığın ortaya çıkmasına neden olur. Günümüzde yaşanan ve dindarlara güveni azaltan hayati sorunlardan biri de budur.

Ahlak, insanın davranışlarını yönlendiren en önemli ilkedir. “Ahlak bana göre insanı insan kılan niteliklerin bütünüdür. Bu bakımdan aklı bile ahlaki bir eylem olarak kabul etmemiz mümkündür. İnsanın insanlığını gerçekleştirdiği her şey açık seçik ahlaki bir eylem olarak kabul edilir. Bu durumda insana kimliğini, insanlığını kazandıran ahlaki fiillerdir. Bu nitelikli fiiller sayesinde insan insanlığını gerçekleştirir. Bazıları çıkıp şöyle diyebilir: İnsanın kimliğini belirleyen fiil ‘aklı kullanmak ve düşünme’ktir. Ne var ki ben bu iddiaya karşı sunu derim; Az da olsa diğer canlıların akıldan payları vardır. Eğer olmasaydı idrak gücünden nasıl yararlanabilirlerdi? Fakat buna karşın onların ahlakları yoktur; çünkü onların yüce manaları ve ideal ilkeleri kavrama kudretleri yoktur. İşte bu yüzden ahlak insanı insan eden ve diğer canlılardan ayrıcalıklı kılan yegane unsurdur. “İnsan ancak ahlak vasıtasıyla insanlık mertebesine yükselir ve insanlığını mükemmelleştirir.”(5)

Ahlak, davranışları yönlendiren bir bilgi alanı olmaktan çıktığında, bilgi ile ahlak arasındaki bağlantı kopar. Bu yüzden ahlak- fıkıh ilişkisini yeniden kurmak gerekmektedir. Şekilci dindarlığın kuru ikliminden bizi uzaklaştıracak olan kuralların arkasındaki irfani derinliği ortaya çıkaran ahlaktır.

1) Akif Emre, Ertelenmiş Yüzleşmeler, Büyüyenay yayınları, s: 211
2) Akif Emre, Ertelenmiş Yüzleşmeler, Büyüyenay yayınları, s:210
3) Alev Erkilet, Bir Müslüman İslâmcılık, İslâm Birliği ve Ümmete Nasıl Bakmalı, s. 20
4) Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında, Taha Abdurrahman, pınar yayınları, s:9
5) “Bilgi Ahlaktan Ayrıldığında, Taha Abdurrahman, pınar yay, s.112- 113

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • A.Hocaoglu
    13 Temmuz 2022, 12:10

    Gündemi sarsması gereken bir konu ile ilgili önemli bir yazı.Teşekkürler.

    REPLY