Almanya-ABD çekişmesi gölgesinde NATO

Almanya-ABD çekişmesi gölgesinde NATO

NATO’nun misyonu ve geleceğine ilişkin tartışmalar, İttifak’ın Avrupa toprakları dışına çıkarak yaptığı ilk operasyon olan Afganistan’da tanık olunan hezimetin ardından yeniden alevlendi.

Gülşen Karanis Ekşioğlu / AA

Başta ABD olmak üzere Batı dünyasının Afganistan’daki büyük hezimetinin kamuoyunda tartışıldığı dönemde, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer Alman kamuoyunda hedefe konan iki isimdi. Hatta Almanya’nın yaptığı ilk operasyonda sadece yedi kişi tahliye edilebildiği için Alman Dışişleri Bakanı hem sosyal medyada hem de yazılı ve görsel basında okların hedefi oldu.

Maas, bu çerçevede Afganistan konusunda yapılan hataları ve kurtarma operasyonlarındaki son durumu anlatmak için Spiegel dergisine bir röportaj verdi. Kendisine sıkça sorulan “Afganistan’daki başarısızlıktan dolayı istifa etmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna röportajda bir daha muhatap olan Maas, soruya cevap vermek yerine başta kendisini, sonra da Almanya’nın hamlelerini haklı çıkarmaya çalışıp çuvaldızı NATO’ya batırdı.

Afganistan krizinde başarısız olmakla eleştirilen Almanya Dışişleri Bakanı Maas’a göre asıl sorun, 11 Eylül saldırıları akabinde daha fazla teröristin Afganistan topraklarından çıkmasını önlemek için yapılan müdahalenin ilk amacına ulaşmış olmasına rağmen devam ettirilmesinden kaynaklanıyor.

NATO’nun misyonu ve geleceği tartışmaları

Soğuk Savaşın bitişi itibarıyla NATO’nun kendisini yeniden konumlandırması gerektiği ve geleceğinin ne olacağı tartışmaları hep yapılıyor. Nitekim yeni dünya düzenindeki hiçbir tehdit, NATO üyesi ülkeler arasında SSCB kadar ortak bir kenetlenme duygusu yaratmadı. Hatta realist teori yanlısı uzmanlar, Sovyet tehdidinin ortadan kalkmasıyla NATO’nun tamamen işlevini yitirdiğini bile dönem dönem savundular.

Bu tartışmalar devam ederken, 2010 tarihli Stratejik Konsept’te dahi “dost” olarak tanımlanan Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, NATO’nun geçerliliği tartışmalarında herkes için bir rahatlama sağladı. Türkiye’nin gayretleri ile “terörizm” de ikinci tehdit olarak tespit edildi. Burada altı çizilmesi gereken nokta, NATO üyelerinin hepsinin gerek Rusya gerekse de terörizm tehditlerini içselleştirme konusunda aynı hassasiyette olmamaları. Örneğin, Almanya’nın Rusya’yı her an saldırabilecek ciddi bir tehdit olarak görmesi çok gerçekçi değil. Ortak tehdidin yanı sıra müttefiklerin öncelikleri de değişmeye başladı. Avrupa Birliği’nin (AB) 2004’teki genişlemesiyle Avrupalı üyeler için öncelik yeni üyelerin entegrasyonunun tamamlanması ve Avrupa merkezli güvenlik olurken; ABD ise küresel bir NATO ve Avrupa dışındaki alanların güvenliği üzerinde durdu.

AB üyesi ülkeler içinde de İngiltere ve Danimarka’nın başını çektiği “ABD ve NATO’suz Avrupa güvenliği düşünülemez” grubuyla Almanya’nın öncülük ettiği “Brüksel’den başımızın çaresine bakalım” görüşleri çarpışmaya devam ediyor.

Maas’ın Spiegel dergisine verdiği röportajda da belirttiği gibi, 11 Eylül saldırılarının akabinde daha fazla teröristin Afganistan topraklarından çıkmasının önüne geçmek için yapılan bu müdahale, ilk amacına ulaşmış olmasına rağmen devam ettirildi. Burada NATO’nun misyonu ve varlığı tartışmaları, ABD ve NATO üyesi askerlerin çekilmesi akabinde de devam ediyor: NATO gittiği yerlerde barışı kurup korumalı mı? Yoksa arkasından demokrasi getirip, ülkedeki düzeni de sağlamalı mı? NATO’nun misyonu ve görev alanı nerede bitiyor? Burada kimin öncelikleri ön planda? Almanya başta olmak üzere Atlantik’in iki yakasını karşı karşıya getiren ne?

Soğuk Savaş sonrasında NATO hem kendi içinde hem de AB çerçevesinde çarpışan cepheler arasında yeni görevler arayışına girdi. Bu konjonktürde Birleşmiş Milletler (BM), eski Yugoslavya iç savaşı sonrasında bölgedeki türbülansı durdurma görevini NATO’ya vermesiyle NATO’nun mevcut kuvvetleri için bir kullanma alanı çıktığını hatırlayalım.

Bütün bunlara ek olarak değişen ve dönüşen NATO için komünizm tehdidinin ardından siber saldırılar ve, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkiye’nin yoğun gayretleri ile terör, sabotaj, örgütlü suçlar gibi yeni tehditler de güvenlik riski kategorisi olarak değerlendirilmiş, taşımacılık ve uluslararası ticaret güvenliğinin önemi de NATO Stratejik Konseptine dahil edilmişti.

11 Eylül saldırıları sonrasında meşhur 5. Maddenin işletilmesiyle ABD’nin talebi üzerine NATO’nun Afganistan’a giden yolu açılmıştı. Maddeyi kısaca hatırlamak gerekirse, üye ülkelerden birine karşı olan saldırı, bütün NATO üyelerine yapılmış bir saldırı anlamına gelmekteydi ve ABD kendisine yönelik saldırıyı, yapılan müdahaleyi legalleştirip haklı çıkarmak ve uluslararası kamuoyundan destek almak için sonuna kadar kullandı. Bu maddenin teröre karşı kullanılması ise NATO tarihinde ilk kez gündeme gelmiş, üyeler arasında uzlaşı olmamasına rağmen işletilmiştir.

Afganistan, bu madde çerçevesinde NATO’nun Avrupa toprakları dışına çıkarak yaptığı ilk operasyon oldu. Türkiye’nin de Afganistan’daki operasyona destek verdiğini ve oluşturulan çok-uluslu güce bazı dönemlerde komuta ettiğini de burada vurgulayalım.

Almanya’da seçim beklentileri değişiyor

2001’deki işgal sonrasında ABD’nin Kabil’deki Büyükelçiliği’ni yeniden açan ve daha sonra ABD Başkanlarının özel temsilcisi olarak pek çok kere Afganistan’da bulunan Büyükelçi James Dobbins, Stern dergisine verdiği mülakatta ABD’nin operasyonun başlangıcında “yeterli güç” ile müdahale etmemiş olmasını “yaptığı en büyük hata” olarak nitelendiriyor. Örneğin 3,3 milyon nüfuslu Bosna-Hersek’te 60 bin NATO askeri bulunurken; 33 milyon nüfuslu ve çok daha zor bir coğrafyası olan Afganistan’a ilk yıl 8 bin NATO askeri ile müdahalenin yetersiz kaldığının altını çiziyor. Ayrıca NATO’nun ülkeleri demokratikleştirme misyonu olmadığını, sadece savaşın ve terörün olduğu yerlere barış götürmek olduğunu vurgulayan Dobbins, bu geri çekilme harekatının Vietnam’dan Irak’a kadar başarısızlıkla sonuçlanan ABD operasyonlarının son halkası olduğunu ve müttefiklerinin artık ABD’ye güveninin kalmadığını belirtiyor.

Bilindiği üzere 2014’te yapılan NATO zirvesinde, üye ülkelerin savunma harcamalarının GSYİH’lerine oranlarının 2024’e kadar yüzde 2’ye yükseltilmesinin hedeflenmesi kararı alınmıştı. Buna mukabil yıllık savunma harcamalarının yüzde 20’sinin ise donanım, araştırma ve geliştirmeye ayrılmasında mutabık kalınmıştı. Hatta görev süresi sonra ermeden önce eski ABD Başkanı Donald Trump savunma harcamalarına yeterli kaynak ayırmadığı gerekçesiyle sosyal medya hesabından Almanya’yı eleştirerek hedef almıştı. Nitekim Almanya 2020’de de yüzde 1,56’lık oranla yine yüzde 2 hedefinin altında kaldı.

Daha önceden de yapılan tartışmalara baktığımızda, ABD her ne kadar Avrupa’nın güvenlik ve savunma alanlarında daha aktif ve daha girişken olmasını istese de, diğer yandan, Bosna veya Kosova örneğinde de görüldüğü üzere, iki cephe arasındaki askeri güçler arasında fark oldukça belirginleşti ve bu minvalde Atlantik’in batı yakası “ABD’siz çözüm mümkün olmaz” diyerek AB’yi eleştirmekten geri kalmadı. Buna mukabil AB’nin içinde ise paralel olarak kendi kendine yetme tartışmalarının başladığı bu dönemde, çoğunda Fransa’nın başı çektiği “Avrupa Ordusu” gibi tartışmalarla ABD ve NATO’nun kapısını çalmadan ve onlara başvurmadan önce kendi imkanları ile müdahale imkânı gündeme getiriliyor.

Bu çerçeveden baktığımızda NATO’da savunmaya en fazla kaynak ayıran ülke olarak, yaklaşık 785 milyar dolarla GSYİH’sinin yüzde 3,73’ünü veren ABD, NATO üyeleri içinde İttifak’ın toplam savunma harcamalarının da yüzde 71’ini oluşturuyor. Önceki ABD Başkanı Donald Trump’ın meşhur tweetlerinden de hatırlayacağımız gibi, NATO içindeki bu dengesizliği, Avrupalı müttefiklerin de ABD kadar elini taşın altına koyması gerektiğini ve ABD’nin NATO’nun her açığını kapatmayacağını sosyal medyada kendine has üslubuyla belirtmiş ve Almanya’yı da özellikle zikretmişti.

NATO tartışmaları bir yana, 26 Eylül’deki genel seçimlere sayılı günler kala Almanya’da gerek Afganistan gerek mülteci krizi gerekse de uluslararası konjonktürdeki istikrarsızlık, seçim anketlerindeki beklentileri de değiştirdi. Bu çerçevede hem Yeşiller hem de Hristiyan Demokratların oyları düşerken, kamuoyunda “soğukkanlılığı” ile bilinen Olaf Scholz ve Sosyal Demokratların oyu artmaya başladı.

Olabilecek koalisyon alternatifleri masada. Seçimlerden sonra hangi tarafın daha baskın geleceğini ve Atlantik’in iki yakasının nasıl bir tonda neler konuşacağını hep birlikte göreceğiz.

[Gülşen Karanis Ekşioğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Küresel Siyaset Bölümü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *