Ayetullah el-Hekim’in vefatı Şii dünyasını nasıl etkiler?

Ayetullah el-Hekim’in vefatı Şii dünyasını nasıl etkiler?

Vatikan lideri Papa Francisus’un ziyareti bazı yönleriyle eleştiri konusu olsa da Mart 2021’de Papa’nın Necef’te Ayetullah es-Sistani ile bir araya gelmiş olması, Necef’in önemini gösterir nitelikte. Bu bağlamda Hekim’in vefatının etkilerinin sadece Hekim ailesi ve Necef’le sınırlı kalmayacağını da söylemek gerekir.

Bilgay Duman / AA

Irak’taki dört büyük Şii merciden biri olan Büyük Ayetullah Seyyit Muhammed Said El-Hekim, geçirdiği bir kalp krizi sonucu 85 yaşında, Necef’te hayatını kaybetti. Hekim’in hayatını kaybetmesi hem Irak hem Şii dünyası için sosyal ve dini anlamda büyük bir boşluk ortaya çıkarırken, Şiilik sistematiği üzerindeki tartışmaları yeniden gündeme taşıdı.

Zira her ne kadar Müslüman nüfus ve mezheplere göre dağılımını net olarak bilmek mümkün olmasa bile Müslümanlar arasında hatırı sayılır oranda Şii mezhebine bağlılık söz konusu. Özellikle Şii nüfusun en fazla yaşadığı ülke olarak bilinen İran’ın yanı sıra Irak’ta nüfusun yarısından fazlasını Şiiler oluşturuyor. Bununla birlikte Şiilik mezhebinin Irak’taki Necef vilayetine bağlı Kufe’den yayılması, Şiilik açısından en kutsal mekanların büyük bölümünün Irak topraklarında bulunması ve daha da önemlisi Şiilik mezhebi öğretisinin ana eğitim merkezinin Necef olması nedeniyle Şii dünyasıyla ilgili en küçük bir gelişme dahi Irak’ta yankı buluyor. Bu kapsamda Büyük Ayetullah Hekim’in hayatını kaybetmesi de hem Irak hem de Şii dünyası açısından önemli sonuçlar doğurabilir.

Şiiliği sistematiği ve Necef

Şii ya da Şia kelimesi, sözlük anlamıyla “izleyici/takipçi” şeklinde Türkçe ifade edilebilir. Bu nedenle Şiiler, “Hz. Muhammed’e halife olacak kişinin ancak O’nun soyundan olabileceğine, dolayısıyla hilafet makamının bu kişilerin hakkı olduğuna inanan ve Ehl-i Beyt’in öğretilerini takip eden kişiler” şeklinde tanımlanabilir. Şiiliğin, Hz. Muhammed’in vefatının ardından, hilafet makamına ilk Hz. Ali’nin gelmesi gerektiğine inananların Hz. Ali’ye atfettikleri öğretilerin etrafında ortak hareket etmesiyle ortaya çıktığını söylemek mümkün. Bu noktada Şiiliği diğer mezheplerden ayıran en önemli özelliği “taklit” meselesi. Şiiliğe göre bir Müslüman, dinin herkesçe kabul edilen, içtihada kapalı hükümleri dışında ya (Şii dini eğitimini tamamlayarak fetva verme yetkisine sahip olmak anlamında) müçtehit olup içtihada açık alanlarda hükümleri delillerden doğrudan kendisi çıkarabilmeli ya da bir müçtehidi taklit etmelidir. Yani ya taklit ettiği müçtehitin emirlerine göre hareket etmeli ya da üzerine düşen görevini yerine getirdiğinden emin olabilecek bir şekilde günlük yaşantısını tam bir ihtiyat üzere sürdürmelidir. Bu nedenle Şiilik inancında fetva verebilecek seviyeye gelmiş kişilere büyük önem atfedilir ve bu kişiler yaşamın her alanını yönlendirebilmektedir.

Nitekim 1979’da İran’da Humeyni tarafından “Velayet-i Fakih” anlayışının ortaya atılmasıyla, Şiilik siyaset ve devlet yönetiminde de etkin bir güç haline geldi. Nitekim bu anlayışla birlikte din adamları yönetimsel yapının da en tepesindeki güç konumuna gelerek temel karar alıcılar oldular. Ancak bu meselenin İran’da bir devlet yönetim şekli haline getirilmesiyle Şiilik içerisinde ayrışmalar yaşandı. Bununla birlikte öncelikle Irak’ta Baas Partisi’nin iktidara gelmesi, sonrasında ise 1980-1988 yılları arasında yaşanan Irak-İran savaşı sırasında Iraklı Şiilerin yönetimin baskısı altında kalması sonucu Irak Şiiliği açısından bir içe kapanma dönemi başladı ve Necef’teki Şii dini alimlerinin büyük bölümü İran’daki Şii dini eğitim havzası olan Kum’a gitmek zorunda kaldı. Bu nedenle Kum havzasının Şiilik üzerindeki en etkin güç konumuna geldiğini ve uzun bir süre boyunca da öyle kaldığını söylemek yanlış olmaz.

Fakat 2003’te ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan süreçte, Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şiilerin Irak’taki yürütücü güç konumuna gelmesiyle Necef havzasının yeniden kendine geldiği ya da gelmeye çalıştığı görülür. Bu noktada Necef ve Kum havzası arasında da doğal bir rekabet söz konusu. Özellikle Necef Şiiliğinin Velayet-i Fakih anlayışından uzak, (din adamının siyasetten uzak kalması anlamında) daha geleneksel bir tavrı var. Her ne kadar Irak’taki gelişmeler, Necef’i siyasetin içine çekmeye çalışsa da Necef’teki Şii dini merci siyasetten uzak kalmaya çalışıyor. Buna rağmen Şiilik mezhebine inananların din adamlarının söylemlerine göre hareket etmesi, Irak’ta devlet yönetimi ve siyasi süreçlerde etkili oluyor. Nitekim hem hükümet kurma süreçlerinde hem de 2019’daki protesto gösterilerinde Necef’teki Şii dini merciliğin rolü net olarak görüldü. Bu etki nedeniyle Şii mercilik sürekli gündemde olan konulardan biri olmaya devam ediyor.

Irak’ta herkes tarafından kabul gören dört büyük Şii dini merci vardı; bunlar Irak’taki en büyük Şii dini merci olarak görülen ve havzanın yöneticisi konumundaki Ayetullah Ali Sistani’nin, hayatını kaybeden Ayetullah Muhammed Said el-Hekim, Ayetullah İshak Feyyad ve Ayetullah Beşir en-Necefi’dir. Bu din adamları Şiiler tarafından “Ayetullah el-Uzmâ” (Büyük Ayetullah) addediliyor. Bu dörtlünün dışında ayetullah seviyesine yükselmiş 20’den fazla din adamı olduğu biliniyor. Yani bu kişiler de fetva verebilir seviyedeler. Ancak bilgi, birikim ve taklitçi sayısı olarak söz konusu dörtlünün çok gerisinde oldukları kabul ediliyor. Öte yandan, Necef’teki dini eğitimin verildiği havza en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali es-Sistani’nin liderliğinde yönetiliyor. Fakat burada diğer büyük ayetullahlar da söz sahibi. Buna rağmen yönetimin Sistani’nin elinde olması, havzadan çıkacak görüşler açısından önem taşıyor.

Büyük Ayetullah Muhammed Said el-Hekim ve mercilik tartışmaları

Irak’taki en büyük Şii dini merci olarak kabul edilen Ayetullah Sistani sonrası dönem Irak’ta ve Şiiler arasında en çok konuşulan konulardan biri. Zira Sistani çok yaşlı ve kronik hastalıkları bulunan bir isim. Hatta bu nedenle Sistani’nin öldüğüne veya ölümünün saklandığına dair haberler zaman zaman gündemi meşgul ediyor. Nitekim Ayetullah Hekim de Sistani sonrasında Necef havzasının liderliği için en önemli adaylardan biri olarak konuşuluyordu. Zira hem diğer iki büyük ayetullahın (Feyyad ve Necefi) kronik rahatsızlıklarının olması, hem Irak kökenli ve seyyit (Hz. Muhammed’in soyundan) olmamaları hem de Hekim’in bilgi ve ilim olarak daha önde olduğuna dair genel kabul nedeniyle Hekim, Sistani sonrası dönemin en güçlü adayı olarak ortaya çıkmıştı. Nitekim Hekim’in Irak’taki en büyük iki Şii ulema ailesinden (Hekim ve Sadr aileleri) birine mensup olması, Sistani’nin dışındaki büyük ayetullahlar arasındaki tek “seyyit” olması, Hekim ailesinin Iraklılık kimliğini güçlü bir biçimde vurgulaması gibi unsurlar da Hekim’i ön plana çıkarmıştı. Bununla birlikte Ayetullah Hekim’in Saddam Hüseyin tarafından tutuklanarak 1983’ten 1991’e kadar hapishanede kalması ve Saddam’ın baskısına rağmen Necef’ten ayrılmayı kabul etmemesi gibi sebepler de Irak halkının gözünde Ayetullah Hekim’i önemli bir yere oturtuyor.

Diğer taraftan Hekim’in siyasetten tamamen uzak kalması, Iraklılık kimliğini önemsemesi ve Velayet-i Fakih’e karşı net tutumu da onu diğer büyük ayetullahlardan ayıran en önemli özelliklerindendi. Bu yüzden Hekim’in hayatını kaybetmesi Necef, Şii dünyası ve Irak açısından büyük bir boşluk oluşturacak. Her ne kadar aile içerisinde Hekim’in yerini alabilecek isimler olsa da bıraktığı boşluğu doldurabilmek kolay olmayacak. Zira Hekim ailesi sadece dini açıdan değil, siyasi açıdan da Irak’ın önemli parçalarından. Aynı aileden Abdulaziz el-Hekim 2009 yılındaki ölümüne kadar 2003 sonrası Irak siyasetinin temel aktörlerinden biriydi; şimdi de aynı konumun oğlu Ammar el-Hekim için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar Ayetullah Hekim siyasetten uzak duruyor olsa da Hekim ailesi sahip olduğu yakın akrabalık ilişkileri dolayısıyla siyaseten de Irak’ta güçlü.

Burada temel mesele Hekim ailesi içerisindeki boşluğun nasıl doldurulacağı değil, Sistani sonrası dönemde Hekim’in vefatıyla birlikte kimin ön plana çıkacağı. Son dönemde Ayetullah Ali es-Sistani’nin oğlu Muhammed Rıza es-Sistani’nin daha görünür olduğu ve kendisini babasının makamına hazırladığı konuşuluyor. Nitekim 2017’de Necef’te bir enstitü açan ve merkezi İngiltere’nin başkenti Londra olan İmam el-Hûî Vakfı ile de sıkı ilişkiler kurduğu biliniyor. Zira Ayetullah Ebu’l-Kasım el-Hûî, Sistani’den önce 1970-1991 yılları arasında Necef’in liderliğini yaptı. Bu nedenle Hûî’nin Necef havzası üzerindeki etkisi büyük. İmam el-Hûî Vakfı güçlü bir ekonomik kaynağı da elinde barındırıyor. Bu yüzden Muhammed Rıza el-Sistani’nin Hûî Vakfı’nın da desteğini almak suretiyle babasının ardından yerini almaya hazırlandığı konuşuluyor.

Havzanın kendi iç dinamiklerini de görmezden gelmek mümkün değil. Zira bugüne kadar zaman zaman mücadele yaşanmış olsa da en büyük merciyi belirlemenin kendi kriterleri var ve Necef havzası bu değer ve kriterleri de korumaya çalışıyor. Fakat 2003 işgalinin ardından Irak’ta ortaya çıkan yoğun İran etkisi ve baskısı Necef’te de hissedilir boyutta. Bu noktada İran’ın da Ayetullah es-Sistani’nin yerine bir isim hazırladığı konuşuluyor. İran’ın desteklediği isme dair net bir bilgi henüz bulunmasa da İran’ın böyle bir teşebbüsten uzak durmayacağı açık. Nitekim son dönemde Necef havzası, geleneksel Şiiliği savunuşu ve dünya siyasetinin ilgisi ile Kum’un önüne geçmiş görünüyor. Her ne kadar Vatikan lideri Papa Francisus’un ziyareti bazı yönleriyle eleştiri konusu olsa da Mart 2021’de Papa’nın Necef’te Ayetullah es-Sistani ile bir araya gelmiş olması, Necef’in önemini gösterir nitelikte. Bu bağlamda Hekim’in vefatının etkilerinin sadece Hekim ailesi ve Necef’le sınırlı kalmayacağını da söylemek gerekir.

[Bilgay Duman Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM) Irak Çalışmaları Koordinatörüdür]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *