‘Yerlileri köpeklerle avlayamazsak, onlara çiçek hastalığı gönderelim!’

‘Yerlileri köpeklerle avlayamazsak, onlara çiçek hastalığı gönderelim!’

Kültür tarihi araştırmacısı Taner Ay “Biyolojik tedhiş sadece cephelerle sınırlı kalmamıştır. 1915 yılında Mississippi’deki Amerikalı doktorlar, 12 yerliyi ölümcül pellagra hastalığı için denek olarak kullanmışlardır” diyor.

Taner Ay / Karar

İnsanların ve doğanın başına gelen en büyük felâketlerden biri Kristof Kolomb’dur. 2018 yılında parkinson hastalığından kaybettiğimiz Alfred W. Crosby, 1986 yılında yayımlanan Ekolojik Emperyalizm isimli eserinde, Kristof Kolomb’un keşfinin neden olduğu kırımları ve yıkımları “Kolomb Takası” olarak isimlendimişti. Crosby’ye göre, binlerce yıldır ayrı olan ekolojik sistemler 1492 yılında bir araya gelmişlerdir ve 19’uncu yüzyıl itibâriyle de dünya tek bir ekolojik sisteme dönüşmüştür. Ama, Kristof Kolomb’un keşfinin, faydalı şeyleri Amerika’dan diğer kıt’alara taşırken, mikropların değiş tokuşunda bir eşitsizlik yarattığı muhakkaktır. Bu da Tüfek, Mikrop ve Çelik kitâbının yazarı Jared Diamond’un kafasını karıştırmış ve eserinin 2002 yılında çıkan Türkçe çevirisinin 254’üncü sayfasında okurlarına şu soruyu yöneltmesine neden olmuştur:

“İspanyol fatihlerin kurbanı olan Amerikan yerlilerinin sayısı kabarıktı ama, İspanyollar’ın öldürücü mikroplarından ölenlerin sayısı çok daha kabarıktı. Amerika ile Avrupa arasındaki mikrop değiş tokuşundaki bu eşitsizliğin nedeni neydi? Niçin Amerikan yerlilerinin mikropları İspanyol istilacıları öldürüp Avrupa’ya yayılarak Avrupa nüfusunun yüzde 95’ini silip süpürmedi?”

Jared Diamond, haklıdır. Beyazlarla ilk temastan sonra Yeni Dünya’daki yerli nüfusunun tahmînen yüzde 95’i Eski Dünya’dan getirilen hastalıklar yüzünden ölmüştür. Bu hastalıkların arasındaysa en ölümcülü çiçek hastalığıydı ve yerli ölümlerinin çok büyük bir kısmı çiçek hastalığından kaynaklanmıştı. Kapsamı nedeniyle Yeni Dünya’daki çiçek hastalığı salgınları ayrı bir yazının konusudur. Bu yazımda sadece çiçek hastalığının Kuzey Amerika’daki yerlileri ortadan kaldırmak amacıyla bir “biyolojik tedhiş” olarak kullanılmasına değineceğim.

Yerlilere karşı ilk “biyolojik tedhiş” 1763 yılında Pitt Kalesi Kuşatması sırasında gerçekleşmiştir. 1759 ile 1760 arasında inşâ edilen Pitt Kalesi, günümüzdeki Pittsburgh kentidir. 1760 yılında Pitt Kalesi’ndeki askerler ve civârındaki yerleşimciler toplamda 140 kişiydi. 1761 yılındaysa nüfus 332’ye yükselmiştir. 1790 yılındaki nüfusunun 376 olmasına nazaran, 1763 yazında da Pitt Kalesi’nde belki 332’den fazla, ama 376’dan az kişinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Aslında, Pitt Kalesi Kuşatması’na neden olacak olaylar, İngilizler’in İrokua Konfederasyonu, yerlilerinse Haudenosaunee dedikleri birlik kararıyla başlıyor. Wendat, Guyandot veya Wyandot yerlilerinin Ontarí’io şeklinde isimlendirdikleri büyük gölün alt kısmında yaşayan Onondowahgah, Guyohkohnyoh, Onöñda’gega, Onayotekaono, Kanien’kehá:ka ve Ska-Ruh-Reh halklarından oluşan bu birlik, çok kişiyi şaşırtmıştır. Benjamin Franklin’in, her fırsatta “câhil vahşîler” olarak ifâde ettiği halkların, mezkûr birliği karşısında hayret-i gam içinde kaldığını biliyoruz. Lewis Henry Morgan’ın birliği antropolojik ve sosyolojik açılardan incelediği League of the Ho-De-No-Sau-Nee isimli eseriyse 1851 yılında yayımlanır. Bu muhteşem çalışma Friedrich Engels’i o kadar fazla etkiler ki, 1884 yılında ilk baskısı çıkan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli eserinde, sık sık Lewis Henry Morgan’a atıfta bulunarak, İrokua Konfederasyonu’nu, herkesin özgür ve eşit olduğu komünist toplumun öncü modellerinden biri olarak yorumlayacaktır. Pek çok kaynakta, yerlileri böyle bir birliğe nüfus değişimlerinin ve işgalcilerin zulümlerinin mecbûr ettiği ifâde edilmektedir. Clark Wissler’in ilk baskısı 1940 yılında yapılan Kızılderililerin Târihi’ndeki yorumuysa çok farklıdır. Ona göre, İrokua Konfederasyonu, kitâbın dilimizdeki 1996 baskısının 164’üncü sayfasındaki ifâdeyle, birliği oluşturan altı halkın dışındakiler için sadece savaş anlamına geliyordu.

Fransa ve Britanya Kuzey Amerika’nın sömürgeleştirilmesi amacıyla çatışmalarına rağmen, her iki taraf da yerliler yok edilmeden emellerine ulaşamayacaklarının farkındaydı. Ama, her iki taraf da, birbirleriyle savaşmaktan, ara sıra yerlilerin köylerini basıp katliâmlar yapsalar bile, bölgedeki yerli halkları toptan yok etmeye pek fırsat bulamıyorlardı. 1760 yılında Fransızlar yenilince, yerlilerin paniğe kapıldıkları kesindir. Bunun en büyük nedeniyse kırmızı ceketlilere Jeffrey Amherst’in komuta etmesiydi. Çünkü, Jeffrey Amherst, muhtemelen Kuzey Amerika topraklarındaki en zâlim subaydı. Yerlilerden nefret ediyordu, bugün “The Historical Society of Pennsylvania” arşivinde bulunan yazışmalarıysa dehşet vericidir. Albay Henry Louis Bouquet, ona gönderdiği 13 Temmuz 1763 günlü mektûbunda, “Keşke eski İspanyol Yöntemi’ni kullanıp vahşîleri İngiliz köpekleriyle avlayabilseydik” diye yazdığında, “Onları köpeklerle avlama düşünceniz beni çok sevindirdi” yanıtını vermiştir. Bouquet’nin “İngiliz köpekleri” dediği, ağırlıkları 54 ile 100 kilo arasında değişen kavgacı Mastiff cinsi köpeklerdir. Yerlileri köpeklerle avlama fikri Hernán Cortés’e dayandırılıyorsa da, aslında İspanyollar 13’üncü yüzyıldan itibâren savaş köpeklerini kullanıyorlardı. Kanarya Adaları’ndaki Guançeler’i onlarla ortadan kaldırmışlardı. 1494 yılında Jamaica’daki Tainolar’a karşı kullanıldığındaysa, Kristof Kolomb, bir savaş köpeğinin on asker değerinde olduğunu yazmıştır. İspanyollar’ın, bu köpekleri düzenli biçimde yerlilerin etiyle besleyip, onları daha da saldırganlaştırdıkları biliniyor. 1553 yılında Francisco Pizaro’nun köpeklerinin iki ısırıkta yerlilerin bağırsaklarını yere serdiğini kayda geçmiştir. Albay Henry Louis Bouquet’nin yerlileri ortadan kaldırmak için savaş köpeklerine dayanan İspanyol Yöntemi’ni önermesi çok parlak bir fikirdi ama, Jeffrey Amherst’in kafasında daha farklı bir şey vardı.

Fransızlar’ın Kuzey Amerika’da yenilmesi meydânı Jeffrey Amherst’e bırakmıştı. Bunun üzerine Jeffrey Amherst’in artık bütün zulmünü yerlilere yönelteceğini fark eden İrokua Konfederasyonu’na bağlı yerliler, sömürgecilerin Pontiac dedikleri Obwandiyag’ın önderliğinde ayaklanıp, bölgedeki İngiliz kalelerini kuşatırlar. Onlardan biri de Pitt Kalesi’ydi. Kırmızı ceketliler yerlilerin sayısal üstünlüğü karşında çok zor durumda kalmışlardı. Pitt Kalesi’ndekiler, askerî açıdan yerlileri yenemeyecekleri anladıklarında, akıllarına “biyolojik tedhiş” fikri geliyor. Bunun için de kale içindeki Çiçek Hastahânesi kullanılacaktır. Pek çok târihçi çiçek hastalığının “biyolojik silâh” olarak kullanılması fikrinin Jeffrey Amherst’ten çıktığını düşünüyor. Onun yerlilerden nefret ettiği ve Henry Louis Bouquet’ye yazdığı bir mektûbunda, yerlileri yok etmeye hizmet edebilecek her yöntemin denenmesi gerektiği fikrini savunduğu bilinmektedir. Ancak, Pitt Kalesi’ndeki fikir kimden çıkmıştır, hâlâ bir muammâdır.

Kalenin komutanı Simon Ecuyer’di. Kalenin hastahânesinde hazırlanan iki battaniye ile bir mendili yerlilere onun “hediye” olarak gönderdiği kesindir. Milislerin başında bulunan tâcir William Trent, 24 Haziran 1763 günü, “Onlara Çiçek Hastahânesi’nden çıkardığımız iki battaniye ile bir mendili verdik, umarım istediğimiz etkiyi gösterirler” diye yazar. William Trent’in günlüğü 1924 yılının Aralık ayında A. T. Volwiller tarafından yayımlanmıştır. William Trent’in şirketine âid bir belgede, battaniyeler ile mendilin faturasını Simon Ecuyer’in imzâladığı görünüyor. William Trent Pitt Kalesi’nde Simon Ecuyer’den daha eskiydi. 1760 yılının Pitt Kalesi sakinleri arasında ismi geçiyor. Pitt Kalesi’ne battaniyeler ile mendili William Trent sattığına göre, yerlilere enfekte edilmiş eşyâ verme fikrinde onun da etkisi olabilir. Bu olaydan Amherst’in haberdâr olmamasıysa, mümkün değildir.

24 Haziran sonrası hayli tartışmalıdır. Philip Ranlet “biyolojik tedhiş” tasarısından istenilen sonucun elde edildiğine ilişkin bir kanıtın bulunmadığını söylüyor. Francis Parkman ise, 60 ile 80 arasında yerlinin yerel bir salgında öldüğünü yazmıştır ama, bu salgının Pitt Kalesi’nden gelen eşyâlardan yayılıp yayılmadığını belirtmemiştir. Bununla birlikte, enfekte edilmiş eşyâların işe yaramadıklarına ilişkin de somut kanıtlar yoktur. 24 Haziran’dan sonra William Trent’in günlüğünün sustuğu âşikârdır. Ancak bu defa da ortaya Amherst’in arşivindeki mektûblar çıkmaktadır. 13 Haziran günlü mektûbtaki “yerlileri aşılamak” ifâdesi dikkat çekiyor. Bu ifâdenin “biyolojik tedhiş” anlamında kullanılıp kullanılmadığından pek emîn değilim. Ama, Jeffrey Amherst, kırım maksadıyla çiçek hastalığını bulaştırmak yöntemini açık bir şekilde 24 Haziran 1763 gününden iki hafta kadar sonra yazmaya başladığı görülmektedir. Meselâ, mektûblarının birinde, “Bu vesileyse onları azaltmak için çiçek gönderebiliriz” diyor. Hastalığın kuluçka döneminin 7 ile 17 gün arasında olmasına nazaran, onun “bu vesileyle” ifâdesinden, Pitt Kalesi’nde hazırlanan battaniyeler ile mendilin işe yaradığı sonucunu çıkarabiliriz.

Paul Kelton, taktik ne kadar acımasız olsa bile, olay, yerlilere karşı uygulanan vahşetin sadece çok küçük bir parçasını teşkil ettiğinden, bu kırım yöntemine fazla odaklanmamamız gerektiğini belirtiyor. Kelton’a bütünüyle katılmam mümkün değil. Çünkü, yerlilerin çiçek hastalığına ve alkole dayanaksız olduğunu müşâhede eden ordunun, Kader Manifestosu sonrasında, yerli sorununu çözmek amacıyla, “ateş suyu” ile birlikte çiçek mikrobu bulaşmış battaniyeleri de büyük düzlüklerde yaşayan yerlilere tâcirler vasıtasıyla göndermeye devâm ettiği bilinmektedir. 12 milyondan fazla olan yerli nüfusu, kırım yöntemleri sonucunda 237 bine kadar gerileyecektir. Ayrıca, Pitt Kalesi, emperyalistlerin, 20’nci yüzyılda, düşmânlarıyla mücâdelesinde başvurduğu “biyolojik tedhişin” de esin kaynağı olmuştur. Meselâ, Almanya, Birinci Dünya Savaşı’nda, İtalya cephesinde kolerayı, Rus cephesinde vebayı ve Galiçya ile Irak cephelerinde ruamı ve şarbonu deneyecektir. Ondan önce de Filipinler’de Amerikalı doktorlar, savaş esîrlerine veba mikrobu bulaştırarak, etkilerini raporlamışlardır. Ama, “biyolojik tedhiş” sadece cephelerle sınırlı kalmamıştır. 1915 yılında Mississippi’deki Amerikalı doktorlar, 12 yerliyi, ölümcül pellagra hastalığı için denek olarak kullanmışlardır. 1932 yılındaysa “Tuskegee Frengi Deneyi” olarak bilinen çalışmada, 200 yerliye ve siyaha, frengi mikrobu bulaştırılmıştır. İstenmeyen etnik unsurlara karşı “biyolojik tedhiş” hâlâ hileli usullerle gizli bir biçimde devâm etmektedir. Bu iş basına yansıyınca, Başkan Nixon’ın orduya ve CIA’ye ellerindeki bütün “biyolojik tedhiş” belgelerini imha etmesini emrettiği bilinmektedir. Gottlieb bunların yok etmek istemese de, CIA’nin başındaki Richard Helms’le görüştükten sonra o da imha etmiştir. Bir başka şüpheli ayrıntı ise Kanada’dan. Quebec eyaletinin 1938 yılının nüfus kayıtları, yerliler arasındaki ölüm oranının, “normal” Kanada vatandaşlarına göre 25 kat daha fazla olduğunu göstermektedir: Acaba neden?

 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *