İslami Analiz’de yayımlanan, “Mustafa Öztürk’ün İstifası: Kim Kazandı?” başlıklı yazısında Gültekin, “İlmi bir tartışmanın ilmi karşılığı olur. İlmi bir iddianın, karşılığı ‘kelle istemek’, ‘kelle almak’ olamaz. Olursa ne olur? O toplumda fanatizm ve faşizm hâkim olur. Ve şuna inanın ki, faşizm durduğu yerde durmaz, yarın aynı linci bugün bir arada olduğu kişiye de yapacaktır.” dedi.

Tarihselcilik çerçevesinde yürüyen tartışmanın bir tarafı olacak ehliyete sahip olmadığımı öncelikle belirtmeliyim. Bununla beraber Mustafa Öztürk’ün özellikle Kur’an’ın “lafzı-manası” çerçevesinde söylediklerine katılmadığımı da belirtmeliyim. Ben daha çok bir ilahiyat hocasının fikirlerinden dolayı uğradığı linç hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde Mustafa Öztürk hocanın bir-kaç yıl önce çekilmiş konuşmasından bir bölüm paylaşıldı ve bunun üzerine sosyal medyada “Mustafa Öztürk ihraç edilsin” kampanyası başlatıldı. Özellikle whatsapp gruplarında bu video çok döndü. Mustafa Hoca’yla ilgili daha önce de bu tür paylaşımlarda bulunulmuş, bazı protestolara maruz kalmıştı. Bu kampanyanın  farkı, Mustafa Hoca’nın istifa etmesiydi. Bir bakıma “ihraç kampanyası” amacına ulaşmış oldu.

Peki, kampanyayı düzenleyenler kazanmış mı oldu? Hiç sanmıyorum. Bir tartışma kültürümüz olmadığını cümle âleme yeniden ispat ettik, o kadar. Bu arada Mustafa Hoca’nın düşüncelerine ilmi düzlemde cevap verenler, konuya makul yaklaşanlar da vardı, onları bir kenarda tutuyorum.

İnsanlar yanlış düşünebilirler, yanlış şeylere inanabilirler, yanlış şeyler öne sürebilirler, hakaret/aşağılama/şiddete teşvik farklı tabii ki. Bunlar bazen büyük yanlışlar da olabilir. İlmi bir tartışmanın ilmi karşılığı olur. İlmi bir iddianın, karşılığı “kelle istemek”, “kelle almak” olamaz. Olursa ne olur? O toplumda fanatizm ve faşizm hâkim olur. Ve şuna inanın ki, faşizm durduğu yerde durmaz, yarın aynı linci bugün bir arada olduğu kişiye de yapacaktır. Sadece zaman meselesi. Tehdit gördüğü fikirleri susturduktan sonra, sıra diğerlerine gelecektir. Birincisi bu.

İkincisi; artık kırk yıl öncesinin dünyasında yaşamıyoruz. Gençlerimiz, internet mecralarında bin bir farklı düşünceye maruz kalıyor. Youtube’da tefsir dersi yapan ateistler bile var. Sorular, sorgulamalar, tartışmalar gırla gidiyor. Hangi birini susturacaksınız? Eğer siz kendi çocuklarınızda, kendi gençlerinizde sağlam bir perspektif, güçlü bir birikim oluşturabiliyorsanız çok da çekinmenize gerek yok. Hatta bu tartışmalar, usul ve üsluba dikkat edildiği sürece, her iki tarafa da fayda sağlayabilir. Diğer taraftan, çocuklarınız, gençleriniz sizin istediğiniz gibi inanıyor olabilir. Fakat tersi düşüncelere karşı onu aşılamadıysanız, ilk çürütme testinde afallayacak, kafası karışacak ve belki de dönüşecektir. “Köle efendisinin önünde saygıyla eğilir ama sessizce yellenir” demiş bir Etiyopya atasözü. Bunu size yansıtmayabilir, lâkin içten içe dönüşecek ve bir gün bir şekilde patlak verecektir. Hatta siz, kendi çocuklarınızı, gençlerinizi, müntesiplerinizi eğitirken eğitim programlarınıza bu farklı düşünceleri de dâhil etmelisiniz. Onlara “böyle düşünenler de var, fakat bu düşüncenin zaafı şudur, buna karşılık bizim söylediğimiz şudur” demelisiniz. Eğer böyle yapmıyorsanız, elinizde ya insan görünümlü robotlar kalır -ki onlar düşünmez, kendilerine yüklenen algoritmalarla hareket ederler- ya da az buçuk düşünenler ilk farklı düşünceyle karşılaşmalarında dümeni başka bir yöne kırar.

Üçüncüsü, her insan kendi imtihanını veriyor bu dünyada. Hiç birimiz bir diğerinin inancına kefil değiliz. İnsanları zararlı gördüğümüz fikirlerden korumaya çalışırız. O fikirlerin yol açacağı tehlikeleri anlatmaya çalışır, önlemler alırız. Sonuçta insanların bir tercih yapma hakkı var ve tabii ki o tercihin sonuçlarına katlanma sorumluluğu… Kimseyi bir düşünceye, bir ideolojiye, bir dünya görüşüne inanmaya zorlayamayız. İnsan zorlamakla inanmaz, inanamaz. Belki sadece inanmış görünür. İnsan veriyle, bilgiyle, kanıtla, tefekkürle ve halis bir çabayla inanır. Şüphesiz, bazıları da manipülasyona kanacak, algı yönetiminin kurbanı olacaktır. Biz burada şuna bakmalıyız: “O kişinin algı yönetiminin, manipülasyonun ya da yanlış fikirlerin kurbanı olmaması için ne yaptık?” Sahih bilgi, sahte bilgiden üstündür. Eğer bunu yapmış isek ama karşımızdaki kulağını tıkamış ise yapacak bir şeyimiz yok. Duymak istemeyene duyuramayız. Onun inancına bekçi de değiliz. Allah yardımcısı olsun der, yolumuza devam ederiz.

Dördüncüsü, ki bence önemli bir nokta, her tartışmanın bir asaleti, bir saygınlığı olmalıdır. Boks maçı yapar gibi bir atmosfer oluşturamayız. Tartıştığımız kişinin kişisel saygınlığını koruma yükümlüğümüz var. O kişi düşüncelerini açarak kendi güvenliğini bir bakıma bize emanet ediyor. Düşünceleri ile kişiliğini ayırt etmeliyiz. Düşüncelerini kimi zaman belki sert bir şekilde eleştirebiliriz. Ama tartışma bittikten sonra, bir lokantada birlikte yemek yiyebilmeliyiz. Onu düğünümüze çağırabilmeli, o bizim cenazemize gelebilmelidir. Bir tartışma bunları da bitiriyorsa, o tartışmadan kimin galip çıktığının ne önemi var?

Beşincisi, buna benzer tartışmalar, hatta aynıları tarihimizde de olmuş. Ve benim bilebildiğim kadarıyla çok güzel örnekler de var, çok kötüleri de. İnsan zihnini hapsedemezsiniz. Allah bizlere, “kafanızdan geçenlerden sizi sorumlu tutmam”, diyor. “Allah var mı?”, “Din gerçek mi?”, “Kitap indirilmiş mi?” vb. sorular insanlığın en eski soruları. Bunlar tartışılmış. Tartışmanın kendisi de imtihanımıza dâhil. Hakkı, haksızlık yaparak savunamayız. Kur’an-ı Azimüşşan’ın bize söylediği gibi, insan cedelleşmeye pek yatkındır. Bu bir imtihandır. Gurur, kibir, ego, alkış ilim ehlinin çetin imtihanıdır. Sabrını, metanetini, tevazusunu, dilini, dürüstlüğünü, merhametini koruyanlar cidalde yenilmiş görünseler de aslında kazanmışlardır.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: İlim ehli, toplumda öncü konumunda bulunan kişiler kendi müntesiplerini, takipçilerini sertlikten, aşırılıktan, linç psikolojisinden korumalıdır. Bu öncü kişiliklerin sorumluluğudur. Mustafa Öztürk tartışmasında kendi takipçilerini linç kampanyasına davet edenler çok tehlikeli bir iş yapıyor. Ülkemizde ve coğrafyamızda bu tür kampanyalar zaten fazlasıyla mevcut. Bizim tersi örneklere ihtiyacımız var.