Rasim Özdenören’den bir ‘hadis’ yorumu

Rasim Özdenören’den bir ‘hadis’ yorumu

“Veren el alan elden hayırlıdır.” hadisini yorumlayan Rasim Özdenören, alan elin de hayırda kalması için veren elin ahlaken erdemli olması gerektiğini belirtti.

Rasim Özdenören, Yeni Şafak‘taki köşe yazısında, “Veren el alan elden hayırlıdır.*” hadisinin kendisine düşündürdüklerini aktardı okurlarına. Özdenören, “Bu hadis Türkçe’ye hep: ‘Veren el, alan elden üstündür’ diye çevrilmiştir. Oysa metnin aslında üstünlükten değil, hayırlı olmaktan söz açılıyor. Kelime ‘üstünlük’ olarak aktarılınca ortaya alan eli dışlayan bir anlayışa yol açılıyor. Oysa ‘hayır’ kelimesi her iki tarafın da izzetini koruyor.” diye yazdı.

Özdenören şöyle devam etti: “Bu hadis-i şerifin sevgiyi önerdiğini düşünüyorum. Verme eylemini kanaat sahiplerinin başarabileceğini kabul edersek, ‘Zenginlik kanaattedir’ diyen hadis-i şerif mealinin de aynı verme yorumuyla örtüşeceği anlaşılabilir. Bu durum varsıllıkla veya yoksullukla ilgili değil: Nesne olarak verecek bir şey bulamayan biri, gülümsemesiyle sadaka verebilir. Herkesin herkese infak edeceği bir şeyi bulunur. Gülümseyerek veya yoldaki taşı kaldırarak…”

Uluslararası ilişkilerde veren el, alan el ve tahakküm

Özdenören, alma-verme ilişkisine uluslararası çerçeveden de yaklaşarak şunları anlattı:

Veren elin alan elden hayırlı görülmesi bireysel ilişki düzleminde ortaya çıktığı gibi uluslararası ilişkilerde de geçerlik zemini buluyor.

Burada küçük bir noktayı vurgulamadan geçmek olmaz. Hadis-i şerif asla alan eli küçüksemiyor. Onu aşağılamıyor. Bilakis onu da hayırla anıyor. Ama iki hayırlıdan biri ağır basacaksa o veren el olur, diyor. Alan el de hayırlıdır. Nedeni açık: ötekinin daha hayırlı olmasının yolunu açıyor. Ötekinin daha hayırlı olması kendinin de hayrına yol açar.

Hadis-i şerifin belki doğrudan amaçlamadığı bir sonuç daha akla geliyor: veren el alan eli borçlandırarak onu “medyunu şükran” haline getiriyor. Bu sonuç bireysel ilişkilerde işlevsel olduğundan daha fazla belki uluslararası ilişkilerde öne çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yoksul ülkeler için Dünya Bankası veya Uluslararası Para Fonu (IMF) adıyla kurulan örgütlere özellikle dikkat çekmek isterim.

Bu örgütler marifetiyle yoksul sayılan ülkeler borçlandırılmıştır. Zahiren masum bir borç akdi ilişkisi halinde görünmekle birlikte, borç alan ülke sistemli biçimde borçlu durumda bırakılıyor. Ancak olay bu görünenden ibaret kalmıyor. Borç veren taraf, verdiği meblağın kendi programı dâhilinde kullanılmasını zorunlu tutuyor. Böylece alınan borç, yatırım hizmetlerine değil fakat tüketime yönlendiriliyor. Türkiye’ye uzun yıllar birkaç biçimde bu tertibin ceremesi çektirilmiştir. Bir yandan korkunç miktarlarda faiz ödeme yükü altında kalırken bir yandan da yatırım hizmetlerinden mahrum bırakılmıştır.

Burada, veren elin, istismar etmek istediği takdirde alan eli kendine mecbur ve hükümlü durumda bırakabildiği görülüyor. Batının sömürgeci ülkelerinin yüzyıllar boyu sömürgelerine ve ilişki kurduğu yoksul ülkelere uyguladığı yöntem bu borçlandırma kumpasına dayanır. Üstelik karşı tarafa hiçbir katkı sağlamadan…

Demek ki, alan elin de hayırda kalması için veren elin ahlaken erdemli olması gerekiyor.

* Rûdânî, Cem‘u’l-fevâid, c. 2, , İz Y., 2. Baskı, İstanbul, 2012, s. 330.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *