Allah’ın dini de bir kavme, bir ırka değil, bütün insanlığa gelmiştir. Dini parçalamak, bazı parçalarını reddetmek, bazı parçalarını kabul edip onlarla böbürlenmek, tamamen Allah’ın dininden mahrum kalmasını onaylamaktır…
Teşhis ve Tercih Mesuliyeti
Mustafa Çelik / Yeni Akit
Müslüman hakikat insandır. Hakikatin olduğu yerde Müslümanın boynu kıldan incedir. Müslüman oldukları halde hayat sahnesinde teşhis ve tercihte bulunurlarken imanlarını askıya alanlar, yakalarına esaret madalyalarını takanlardır. Müslüman olarak İslâm’ın ölçülerine vurmadan veya İslâm’ın ölçülerini yok sayarak etrafındaki insanlara bir fikir, bir görüş armağan edenler, topluma bir belâ kazandıranlardır.
Hilafetin ilgasından bu yana İslâm topraklarında Allah’ın indirdiği hükümlere dayanmadan icraatta bulunarak insanlara ilericilik müjdesi veren bütün rejimler, insanın insanlığına karşı kurulmuş gericiliğe dayalı birer kumpastırlar. Bu kumpaslar, firavunlara ve firavun olmak için çırpınanlara hastırlar.
Müslüman olarak hayatlarını akıl parçalarıyla sürdürenler, Batının emelleri doğrultusunda sürünmeye mahkûmdurlar. Afakî ve enfusî putlar tarafından suikasta uğramış aklın parçaları, hayatımızı parçalıyorlar. Din bir bütündür, hayatta bir bütündür. Din hayatın bir bölümü için değil, bütünü için gelmiştir. Esasen olan bizim hidayet üzerinde olup olmadığımızdır. Rabbimiz uyarıyor:
“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide Sûresi/ 105)
İman edip Müslüman olmuşsak, dinin bütününü kabul edip hayata amir kılmakla mükellefiz. Dinde seçmeci ve sentezci olmak, dinin hakiki sahibi olan Allah’a ortak olmaya kalkışmaktır. Rabbimiz uyarıyor:
“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab Sûresi/ 36)
Allah’ın dini ya bir bütün olarak kabul edilir veya reddedilir. Dinin bir kısmını hatta bir tek hükmünü dahi beğenmeyip reddetmek, dinin bütününü reddetmek anlamına gelir. Müslüman insan hangi zamanda ve mekânda yaşarsa yaşasın Allah ve Rasûlünün hükümleriyle mukayyeddir. Kendilerini Allah’ın diniyle mukayyed görmeyenlerin Allah’ın dininde herhangi bir nasipleri yoktur.
Hilafetin ilgasından bu yana ümmet bütünlüğünün dışında ulus-devlet sınırları içerisinde kalarak yaptığımız tercihler, ufkumuzu ve umudumuzu söndürmeye devam ediyorlar. Belki farkında değiliz dâhili ve harici harbi ve mürted müstevliler tarafından ümmet-medeniyet sistemimize seküler yollarla el konulmuştur. Sahih imanın amirliğinde parçalanmamış Müslüman aklına ve ümmet bütünlüğüne dönüş yapmaktan başka çaremiz yoktur.
İslâm topraklarına silahlar aracığıyla ihraç edilen “Demokrasi”, egemen olduğu toprakları bir cehennem çukuruna dönüştürmekten öteye geçememiştir. Asrımızda yeniden başlatılan Haçlı Seferleri “Demokrasi” üzerinden meşrulaştırılmak isteniyor. Hilafet-i Şer’iyye yerine ideolojinin dünyanın merkezine yerleştirildiği günden bu yana dünya zalim ve zorbaların vesayeti altındadır. Bunu anlamamanın, görmemezlikten gelmenin hiçbir anlamı ve manası yoktur.
İslâm, İlahi vahye dayalı bir iman sisteminin, bir bilgi sisteminin, bir varoluş sisteminin, bir dünya görüşü, bir hayat tarzı ve değerler sisteminin adı olarak bir bütün halinde ferd, aile, cemiyet ve devlet seviyesinde beşikten mezara hayata amir olmadıkça Müslümanların esaretleri son bulmayacaktır.
Hilafet-i Şer’iyye bir bütünlüğü temsil etmekle başlar. Bir bütünlüğü temsil etmek, bir bütünlük bilincini yansıtmak, bir bütünlük tasavvuruna öncülük etmek ve bir bütünlüğü bu günün ve yarınların dünyasının dikkatine kazandırmak, bütün adına konuşmakla başlar. Allah, milli Rab değil, Rabbü’l âlemindir. Allah’ın dini de bir kavme, bir ırka değil, bütün insanlığa gelmiştir. Dini parçalamak, bazı parçalarını reddetmek, bazı parçalarını kabul edip onlarla böbürlenmek, tamamen Allah’ın dininden mahrum kalmasını onaylamaktır. Bu dünyada ister ferd, ister aile, ister cemiyet ve isterse devlet seviyesinde olsun, bütün teşhislerimizden ve tercihlerimizden sorumluyuz. Bir şeye doğru veya yanlış diyorsak, bir insana iyi veya kötü diyorsak, bunu neye göre diyoruz, hangi ölçüye göre diyoruz? Allah bunun hesabını mutlaka bizden soracaktır.
Hilafet-i Raşide merkezli İslâmî bütüne hizmet etmeyi şiar edinen Rabbanî bir kadro olmuş olsaydı, hiç kimse İslâm ve Müslümanlık adına birbirlerine rakip olmuş parçaları icat etmeye cesaret edemeyecekti. Hilafetin yokluğu tefrikacıların bayramı olmuştur.
Müslüman olarak Batının belirlemiş olduğu kavramlar üzerinden konuşarak birbirlerini anlamaya çalışanlar, birbirlerinin varlıklarını inkâr etmekten öteye gidemezler. Gönüllü olarak Batının belirlemiş olduğu kavramlar, kalıplar ve sistemler içerisinde kalanlar, kendi Müslümanlıklarına veda edenlerdir.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *