Avrupa’da görülen ‘nevzuhur’ camiler ne amaçlıyor?

Avrupa’da görülen ‘nevzuhur’ camiler ne amaçlıyor?

“Avrupa’da sayıları giderek artan nevzuhur mabetler ve kadın “imamları” yakından incelendiğinde aslında birbirine çok benzeyen profillere, tekrar eden klişe, eylem ve hikayelere rastlıyoruz.”

Avrupa’da peş peşe ve farklı ülkelerde ortaya çıkmakta olan, cinsel kimlik temelli bir takım ‘camiler’ için değerlendirmeyi Sabah gazetesi Perspektif sayfası yazarlarından Zeliha Eliaçık bugünkü köşesinde yapıyor.

Eliaçık, bu kadın imamlık için “Avrupa’nın yeni ve gözde mesleği” ifadesini kullanırken, cami iddiası ile tanıtılan bu yapıların bir ‘uzlaştırma’ peşinde olduklarını ve Avrupa İslamı projesinden ayrı düşünülemeyeceğini vurguladı. Eliaçık, “Kadın ve ‘gay’ imamlı ‘camiler'” başlıklı yazsında, bu faaliyetlerle ne amaçladığını şöyle yorumladı:

Avrupa’nın yeni gözde mesleği anlaşılan sayıları giderek artan “kadın veya gay imamlık”. Geçtiğimiz günlerde Al-Jazeera İngilizce’de Danimarka’nın ilk kadın “imamı” Shirin Khankan’ın Meryem adını verdiği “cami”‘yi tanıtan bir haber yayınlandı. Shirin demecinde Kuran’ı toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeterek yorumlayacaklarını açıklıyordu. Avrupa’da sözde kadın “imamlarca” açılan Almanya’da İbn-Rüşt, Danimarka’da Meryem ve Fransa’da Fatima “camileri” nispeten yeni sayılır. Ancak camii ve cinsiyetçilik tartışmaları Amerika’da uzun süredir var. Örneğin, 1997’de kurulan al Fatiha organizasyonu da amacını “gay/lesbiyen ve travesti Müslümanların kimliklerini İslam’la uzlaştırmak” olarak açıklıyor. Amerika’da Amina Wadud da 2005’te ilk kez kadın-erkek karışık bir cemaate cuma namazında “imamlık” yapmıştı. Tıpkı meslektaşı Seyran Ateş gibi o da hiçbir cami cemaati bunu istemediği için kilisenin bir odasını “cami” gibi kullanmıştı.

Avrupa’da sayıları giderek artan bu nev zuhur mabetler ve kadın “imamları” yakından incelendiğinde aslında birbirine çok benzeyen profillere, tekrar eden klişe, eylem ve hikayelere rastlıyoruz. Zira bu “camiler” birbirleriyle network ilişkisi içinde. Kurucu kadın “imam”ları birbirlerini destekliyorlar.

Bu nevzuhur “camiler” Batılı bir görünüme sahip kadın bir imam tarafından açılıyor. Kadın erkek karışık ibadet ve herkese ama özellikle de eşcinsellere açık oldukları vurgusu dikkat çekiyor. Asıl mesleği avukat olan Ateş’in sözde “camisinde” Müslüman olduğunu söyleyen eski muavin-yeni “gay imam” c. Hermann da kurmaya hazırlandığı “camiyi” “şiddetten uzak, kadın dostu, LGBT bireylere açık ve liberal” olarak tanımlıyor. Esasında bu nevzuhur “camilerin” hepsi de kendini “liberal, “ilerici”, “kadın dostu”, “özgürlükçü”, “şiddet ve ataerkil yapılara karşı” olarak tanıtıyorlar. Ancak herkese açık olduğunu iddia eden Berlin’deki İbn Rüşt “camiine” burkalı ve peçelilerin girmesi yasak. Zira diğer kadın imamların neredeyse hepsi gibi Ateş’e göre de Kuran’da örtünme yok ve başörtüsü de zaten bir baskı aracı.

İyi Müslüman-kötü Müslüman

Bu nevzuhur yapılar aslında liberal, kadın dostu, demokrat ve şiddetten uzak ve herkese açık oldukları iddiasıyla kendileri dışında kalan Müslüman grupları şiddet yanlısı, baskıcı ve kadın düşmanı ve şiddet yanlısı olmakla açıktan ve zımnen itham ediyorlar. Oysa mevcut camilerde kadın-erkek birlikte ibadet edebiliyor, kimseye girişte cinsel kimlik sorgusu da yapılmıyor. Yani bu nevzuhur “camiler” gerçek bir ihtiyaca hitap etmekten çok, mevcut camileri ötekileştirerek kendilerini inşa ediyorlar.

Diğer yandan bu “camiler” üzerinden Batı kamuoyunu etkilemeye ve “iyi Müslüman” “kötü Müslüman” tasnifini zihinlere iyice yerleştirmeye yönelik bir algı çalışması yürütülüyor. Zira Avrupa’da liberal “İslam karşıtlığı” (İslamofobi) İslam’a nefret söylemiyle yaklaşmaz. Bu eski moda ve “faşist”çedir. İslam’a değil radikal yorumlarına karşıyız diyorlar. Radikal İslam yorumunun ne olduğuna dairse bazı işaretler sunarlar; başörtüsü takmak, Avrupai hayat tarzına aykırı düşmek, dini gündelik hayata taşımak vb. Bu kategoriye giren Müslümanlar ayrıca siyasal İslam diye tanımsız bir suçla da etiketlenerek “istenmez” ilan edilirler.

Bu yönüyle bu sözde “camiler” Avrupa İslamı projelerinden ayrı düşünülemez. Avrupa İslamı projesinin Avrupa’da Müslüman ve selefi gruplar arasında görülen dini radikalleşmeye karşı bir çözüm olarak görüldüğü biliniyor. Batı siyasetinin en büyük hatası ve çelişkisi tam da burada ortaya çıkıyor. Toplumsal gelişmeleri ve dünyayı seküler dünya görüşü ve onun araçlarıyla okuyan Batı siyaseti, İslam’la ilgili her türlü gelişmeyi tüm sosyolojik, psikolojik ve ekonomik faktörleri göz ardı ederek din üzerinden okuyor. Selefi radikal grupların sunduğu dini argümanları veriymiş gibi kabul ediyor ve böylece radikalleşmeyi de İslam teolojisine indirgiyor. Oysa el-Kaide vb. örgütler içinde radikalleşen gençlerin büyük bölümü dindar değil, seküler bir geçmişe ve biyografiye sahip. Ayrıca hem kendini İslam’a atfeden selefi radikaller hem de modernist İslam reformcuları kadim İslam geleneğini ve geleneksel kurumları reddetmeleriyle birbirlerinin karşıt yansımasıdırlar, marjinaldirler ve öyle de kalmalıdırlar.

Bu “camiler” bulundukları ülkelerdeki mevcut geleneksel cami ve cemaatlerin ötekileştirilmesi ve tasfiyesinde de bir araç olarak kullanılıyor. Batı siyaseti, özgürlüğü ve sorgulayan bir aklı erdem olarak sunsa da kendi ülkesinde olabildiğince çok kültürel uyum/entegrasyon istiyor. Bu nedenle seküler-aydınlanmacı hayat stiliyle uzlaşmaz görünen geleneksel camilere karşı da bu tür projelere destek veriyorlar. Batı yönetimleri içerideki Müslüman grupları adeta bir popüler kültür ve modernizm testinden geçirerek onları seküler ve modern makbul vatandaş çizgisine çekmeye çalışıyor.

Yıllardır Müslümanlara kulak tıkayan yetkililer, bu yeni nev zuhur Müslümanlara ise ülkelerinde yaşayan Müslümanları temsil görevi vermek istiyor. Böylelikle bunlar eliyle hem siyaseten tehdit olarak görülen geleneksel yapılar tasfiye ediliyor, hem de -çoğulculuk iddiasının aksine- Batı toplumunun kültürel homojen yapısı (seküler-aydınlanmacı) korunmuş oluyor.

Yeni radikaller

Herkese açık olan İslam camilerini cinsel tercih ve yönelişlere göre ayrıştırmak her yönüyle bir radikalleşmedir. Diğer yandan Zeitgeist yani zamanın ruhunu ele geçiren Batılı paradigma İslam’ın içini boşaltarak hayata farklı bir yerden bakma imkanımızı zorbaca elimizden alıyor.

Bu nevzuhur camiler sadece fıkhın konusu değil, siyasi ve sosyolojik olarak yeni bir fenomenle karşı karşıyayız. Konunun siyasi ve yeni dogmalarıyla karşı-metafizik boyutu atlarsak yanlış bir okuma yapmış oluruz. Bu nedenle sadece İslam’da yasaklanan bir eylemle, bir günahla değil, siyasi ve metafizik yeni ve örgütlü bir meydan okumayla karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır. Ve felsefesiyle sanatıyla, teori ve yeni metafiziği ile pek çok yerden bize doğru gelen bu yeni aktivizmi sadece din cephesinde karşılayamayız. Oldukça gürültücü olan bu örgütlü aktivizm sessiz bir onay veya tahammülle de yetinmiyor tüm Müslümanları kendi çizgisine çekmek istiyor. Bu meydan okumada LGBT bireylerse sadece bir araç olarak kullanılıyor.

Son olarak Danimarkalı kadın “imam” bakın ne diyor: “Ataerkil anlamı nedeniyle imam etiketini pek kullanmıyorum. Ama bilindik kavramları alıp başka türlü bir hikaye içinde onları dönüştürebiliriz. Bunun içinde mevcut olanı gözden düşürmek gerekli.”

Tam da bu nedenle ne bu kişilere imam ne de bu mabetlere cami denilmeli. Kelimelerle şekilleniyor tasavvurumuz. Kelimelerden başlar ve dönüşür her şey.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *