Evet, biz bize yeteriz ama o “biz”in içinde göze görünmeyen insanlar da var ve bizlerden kendilerini de görmemizi bekliyorlar.
Karantina günlerinde sığınmacıları unutmayalım
Bekir Berat Özipek / Her Taraf
Koronavirüs salgını dolayısıyla evde kalmanın gerektiği günlerdeyiz. Sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Karantina zamanlarının herkes için maddi ve manevi bir maliyeti var. Yaklaşık 200 bin civarında işyeri kapalı durumda; çalışamayanlar ve işini kaybedenler var.
Salgının yükünü hafifletmek için kampanyalar, nakit desteği, kredi vs. borçlarının ertelenmesi gibi önlemler devrede. Dört milyon kişiye iki kez biner lira ödendi ve şimdi “üçüncü faz”a sıra geldi.
Bu ödemelerin sıkıntıyı bir ölçüde hafifletmesi mümkün. Ama bir de hiç ödeme yapılmayanlar var. Sığınmacılar da koronavirüs dolayısıyla evlerindeler ve sesleri duyulmadığı için herkes farkında olmasa da çok daha kötü durumdalar.
“Virüs dolayısıyla ilk işini kaybedenler onlar oldu. İlk ay işlerini kaybettiler, iki ay sonra da kira ödeyemedikleri için evlerini kaybedecekler” diyor, konuyla ilgili bir gözlemci. Onlar için asıl zor zamanların, iki-üç ay sonra, birikmiş ödemeler, elektrik, su ve doğalgaz borçlarıyla başlayacağını vurguluyor.
Oysa onların da vergi ödedikleri büyük ve küçük işyerleri var; bakkal, berber dükkanları var; yevmiye ile çalışanlar var ve şu an çalışamıyorlar.
Salgın bitene kadar dışarı çıkmamaları bekleniyor haklı olarak. Ama evde kalmak onlar açısından hiç kolay değil. Geçenlerde Adana’da polisin dur ihtarına uymadığı için kalbinden vurularak öldürülen 19 yaşındaki Suriyeli genç Ali için de kolay değildi. Çünkü onun evinde de ekmek bekleyenler vardı.
Bir felaketi hep beraber yaşıyoruz. Bunun için, vatandaş olsun veya olmasın, ülkede yaşayan ve krizden etkilenen herkes dayanışma kapsamına alınmalı. “Evde kal Türkiyem”in zor durumdaki bu insanlar için de mutlaka telafi edici bir karşılığı olmalı.
Onların içinde bulunduğu kritik durum (1) devletin hızlı hareket etmesini, (2) toplumda sığınmacılara destek olmak isteyen bireylerin yardımlarının kanalize edilmesini ve (3) uluslararası fonların bu amaçla yeninden düzenlenmesini gerektiriyor.
Bu üç düzeyde de atılabilecek somut adımlar var.
Örneğin Avrupa Birliği (AB) tarafından finanse edilen Kızılaykart’ın kapsamı genişletilip, virüs dönemine özel ilave ödeme yapılabilir (Hali hazırda bu kart Suriyeli sığınmacıların küçük bir bölümüne ulaşıyor).
Virüs dolayısıyla çalışamayan Afganistanlılar, Uygurlar ve başkaları da var ve karantina sürecinde onların da bu kapsama alınması veya dernekleri aracılığıyla onlara da ulaşılması sağlanabilir.
Sığınmacılar için yardım toplama amaçlı olarak sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılabilir ve toplanan yardımlar Göç İdaresi veya kaymakamlıklar aracılığıyla doğrudan ihtiyaç sahiplerine dağıtılabilir.
Sığınmacılar için tahsis edilmiş uluslararası fonlardan acil olarak karantina sürecinde devreye sokulabilecek şekilde aktarmalar yapılabilir. Örneğin yine AB tarafından 2019 yılında öğrencilere okul, servis ve kırtasiye gideri için tahsis edilen ancak okulların kapanması dolayısıyla harcanmayan 3-4 aylık tutar, gelecek yılın servis vs. giderlerine aktarılmak yerine, şimdiden ailelere ödenebilir. Çünkü şu an acil olan, çalışamadığı için geliri sıfırlanmış ailelere ekmek ulaştırmak.
Ancak bütün bunların ötesinde yapılması gereken daha basit şeyler de var mutlaka.
Sığınmacılara yönelik bilgilendirme mesela. Onlardaki “yok sayılma” algısını gidermek, onların da insan olarak değerli olduklarını hissettirmek.
Hayat ile ölüm arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu gösteren bu felaket, sığınmacılara ve onların durumuna da daha insani bir gözle bakmak için yeni bir fırsat sunuyor hepimize.
Evet, biz bize yeteriz ama o “biz”in içinde göze görünmeyen insanlar da var ve bizlerden kendilerini de görmemizi bekliyorlar.
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *