İhvan müntesibi kardeşlerimizin hukukunu savunmamız, yanlarında yer almamız İslâmî sorumluluğumuz olduğu gibi, kendilerine büyük bedeller ödeten yanlış yöntemleri konusunda Allah rızası için eleştirmemiz de aynı sorumluluğa dâhildir.
KALEMDER, İLKAV ve Kur’an Nesli İlim Merkezi tarafından ortak bir açıklama yayımlandı. “Şahsına ve Mısır halkına karşı yapılan askerî darbeden sonra hapsedilen Mısır’ın ‘seçimle iktidara gelmiş ilk yöneticisi’ unvanını alan Muhammed Mursî, yapılan işkence ve hastalıklarından dolayı kullanması gereken ilaçların kendisine verilmemesi neticesinde mahkemede geçirdiği rahatsızlık sonucu vefat etti.” denilen açıklamada, “Aslında yaşanan, uzun süreye yayılan zulümle işlenen bir cinayettir.” ifadesi kullanıldı.
Açıklama şöyle devam etti:
Bu cinayetin failleri, katil Sisi maşasını ellerinde tutan tüm emperyalist demokrasiler ve onların destekledikleri bölgenin despot yönetimleridir. Katiller, öncelikle alçak darbeyi her türlü güçleriyle destekleyen ve darbe sırasında on bine yakın insanın katledilmesine ve ardından gerçekleştirilen güdümlü darbe mahkemelerinde verilen zalimane kararlarla yüzü aşkın idam cinayetinin işlenmesine sessiz kalan emperyalist katil demokrasiler olan ABD, AB, İsrail ve bölgedeki uşakları olan Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin zalim yöneticileridir. Sonra da, bütün bu zulümlere karşı edilgen bir tutum içinde olan BM gibi sözde uluslar arası kuruluşlardır.
Bilindiği üzere, Mısır’da 3 Temmuz 2013’te Amerika’nın güdümündeki asker ve yargı bürokrasisinin yaptıkları bir darbeyle, halkın %52’sinin desteğiyle iktidar olan İhvan temsilcisi hükümet ve Cumhurbaşkanı görevden uzaklaştırılıp tutuklanmışlardı. Müslüman Kardeşler öncü kadrosundan da yüzlerce kişi tutuklanmış, halktan on binlerce kişi keyfi biçimde zindanlara doldurulmuş, şiddete başvurmadan darbeye itiraz edip direnenlerden binlercesi de meydanlarda cunta askerlerinin kurşunlarıyla hunharca katledilmişti. Bununla yetinilmemiş, darbeden sonraki süreçte, bir yandan seçim adı altında zoraki onaylatmayla darbeci general Cumhurbaşkanı yapılmış, diğer yandan da İhvan kadrolarından ve meydanlarda toplanan darbe karşıtı Müslümanlardan yüzlercesine, cunta emriyle dakikalar içinde verilen seri idam kararları gündeme getirilmişti.
Darbeciler önce ellerinden gelen her şeyi yaparak, katliam ve işkencelerle, tecavüz, baskı, yasak ve çok boyutlu zulümlerle İhvan’a boyun eğdirmeye, İslâmî dirilişi ve direnişi bastırıp sindirmeye yönelik ne varsa uygulamaya koymuşlar ama sonuç alamamışlardır. Artık, bu kadar zulme rağmen bir türlü boyun eğdirip teslim olmaya razı edemedikleri bu onurlu Müslümanları kitlesel idam kararlarıyla teslim almaya çalışıyorlar. Bu sebeple, katil cuntacıların emrinde tam bir cinayet şebekesi ve idam mangası niteliğindeki hukuksuz mahkemeler bugüne kadar bini aşkın İhvan üyesi için idam kararları vermiş bulunuyorlar. İhvan öncüleri ve destekçileri olan Müslümanlar, İslâmî kimliklerinden ve İslâm’ın hâkimiyeti davasından tavize yanaşmayan, Allah’ın hükümleriyle hükmetme hedefinden vazgeçmeyen, sadece demokrasiyi seçime indirgeyerek kullanmak suretiyle sistem içi hükümet arayışı yanlışıyla Nebevî yönteme aykırı bir yolu takip ettikleri için sıkıntıya düşmüş bulunan “yanlış yapan kardeşlerimiz“dirler. Velev ki kardeşlerimiz olmasalardı bile, böyle bir zulme muhatap kılındıklarında yine de onlara sahip çıkıp zalim darbecileri lanetlemekle ilgili sorumluğumuz devam ederdi.
İhvan müntesibi kardeşlerimizin hukukunu savunmamız, zulme ve zalime karşı yanlarında yer almamız İslâmî sorumluluğumuz olduğu gibi, kendilerine de büyük bedeller ödeten yanlış yöntemleri konusunda Allah rızası için eleştirmemiz de aynı sorumluluğa dâhildir. Yani takip edilen yanlış yöntem sebebiyle ortaya konmuş olan yanlış pratikten ibretler, dersler çıkarmamız, tekrar edilmemesi için hem onları hem de kendimizi ve diğer Müslümanları bu yanlış hakkında ve doğrusunun ne olduğu hususunda uyarmamız da aynı şekilde İslâmî sorumluluğumuzdur. Rabbimiz bu Müslüman kardeşlerimizin yardımcıları olsun ve onları bu cinayet şebekesinin elinden kurtarsın, onlara sabır ve direnme gücü versin inşallah.
Zalim ABD, AB, Siyonist İsrail ve Körfez ülkelerinin desteğine sahip Mısır cuntası, yaptığı işkence, zulüm ve katliamlardan sonra bir de zulüm mahkemelerinde yüzlerce masum Müslüman’ın idamına karar vererek mazlum Mısır halkının gözünü yıldırmak, onları sindirmek, hür ve bağımsız iradelerini yok etmek ve sonuçta adaletsizliğe dayalı despot rejime itaate zorlamak istemektedir. Böylece Mısır halkının kaderi üzerinde söz sahibi olması engellenmek, halkın iradesine ipotek konarak zorla batı çıkarları ve seküler değerleri istikametinde yönlendirilmek istenmektedir. Zaten yaklaşık bir asırdır bölgedeki mazlum halklar Batılı liberal ve sosyalist katil demokrasiler tarafından desteklenen diktatörlerce kaynakları çalınarak, her türlü zulmün pençesinde inletilerek zorbaca yönetilmektedirler. Halkın serbest iradesiyle siyâsî kaderi üzerinde belirleyici olamaması, kendi kendini yönetecek konuma gelememesi için Türkiye’deki darbelerin de arkasında hep Batılı emperyalist katil demokrasiler yer aldılar. Bu darbeler için ve yerli halkı sürekli baskı altında tutmak üzere, zihinlerini işgal ederek devşirip köleleştirdikleri ve “bizim çocuklar” adını verdikleri asker ve yargı bürokratlarını, küresel kapitalizmin işbirlikçisi besleme büyük sermayedarları kullandılar.
Yani bölgedeki halklara zulmeden despot rejimler, diktatörlükler, şeyhlik ve sultanlıklar ile darbelerin hepsi batılı liberal ve sol katil demokrasilerin eseri oldukları gibi, şimdi de halkların ayaklanarak kaderleri üzerinde söz sahibi olmaya çalıştıkları süreçte, Mısır’daki darbenin de, Suriye’deki Müslüman katliamının da arkasında aynı katil demokratik devletler yer alıyorlar. Aslında Mısır ve Suriye’de halkın iradesinin gerçekleşmesi bu büyük zulüm ve katliamlarla engellenerek, bölgedeki diğer işbirlikçi despot rejimler de rahatlatılmak, o ülkelerin halklarına da “sakın despotlara karşı kaderiniz üzerinde söz sahibi olmaya kalkmayın sizin de sonunuz böyle olur” şeklinde gözdağı verilmek istenmektedir. Bu yüzden, daha önce de olduğu gibi, Mursî’nin dahil olduğu idam kararları karşısında da bütün uluslararası kuruluşlar BM ve demokratik devletler ciddiye alınacak hiçbir tepki vermediler. Çünkü kendi çıkarlarını ve seküler sapkın değerlerini temsil eden zalim Firavun’un meydanlarda katlettikleri, emir eri yargıçlar eliyle idama mahkûm ettikleri kişiler Müslüman’dırlar. Suriye’de de yüz binlerce masum insanı katleden diktatör de kendi seküler ideolojilerine bağlı olduğu için onun bunca katliamına müdahale etmedikleri gibi destekliyorlar. Müslümanlar yönetimlere gelmesin de ne olursa olsun diyorlar.
Bir daha altını çizmeliyiz ki, bölgede olup biten bütün bu zulümler, sömürüler, darbeler, işkenceler ve kitlesel idam kararları, bir inancın müntesiplerini topluca yok etme planları, ABD, AB ve bölgedeki işbirlikçileri İsrail terör devleti ile İslâm’a ve ümmete düşman olan Suudi Arabistan ve Körfez Emirliklerince desteklenmektedir. Bazılarının, samimi olmadığı açıkça belli olan, zayıf içerikli kimi eleştirel açıklamalarına rağmen hiçbir yaptırım kararı almamaları, darbecilere desteklerini sürdürmeleri bu kifayetsiz eleştirilerin kamuoyuna yönelik imaj oluşturma, aldatma amaçlı açıklamalar olduğunu ortaya koymaktadır. Üstelik ABD’nin tam da 500’ün üzerinde kitlesel idam kararları verildiği süreçte, daha önce kıstığını açıkladığı Mısır’a askerî mühimmat ve silah yardımını yeniden serbest bırakma kararı alması da bu ikiyüzlülüğün ve ahlâksız desteğin bir başka göstergesi olarak dikkat çekmiştir. Üstelik başta ABD olmak üzere, bütün bu emperyalist devletlerin ve işbirlikçileri olan bölge diktatörlerinin desteğiyle, Mısır’da yapılan darbe, katliamlar ve verilen idam kararları dünya halklarına“demokrasiyi inşâ etme çabası” olarak gösterilmiş ve utanmazca sahiplenilmiştir.
Aslında bu durum, kimi Müslümanların maslahat umarak ve büyük bir hata yaparak peşine takıldıkları “demokrasi”nin nasıl vahşi bir sömürü ve katliam mekanizması ve sömürücü liberal finans kapital diktatörlüğünün elinde nasıl bir aldatma enstrümanı olduğunu, ayrıca nasıl bir fıtrat ve İslâm düşmanlığını esas aldığını çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Hatta bu demokratik gerçeklik, hukuksuz ve yargısız infazı esas alan idamlara karşı zalimden yana suskunlukla, görmeyen gözlerin, duymayan kulakların, anlamayan idraklerin bile harekete geçmesini sağlayacak kadar çarpıcı bir uyarı ve sarsıcı bir çığlık olarak gündeme düşmüş bulunmaktadır. Katil Sisi’nin davetine utanmadan icabet edip, 7 masum Müslüman genci idam ettiği bir süreçte Kahire’de bu katil despotla ahlâksızca omuz omuza vermeleri, Batılı katil demokrasilerin ne kadar alçaldıklarının, hayvanlardan aşağı düşmüş karakterleriyle demokrasi putlarını ne kadar kolayca yediklerinin açık göstergesi olmuştur.
Yukarıda yaptığımız tespitler ve daha niceleri gösteriyor ki, bölgemizde on yıllardır devam eden süreçte ardı ardına demokrasi zulümleri, demokrasi darbeleri ve demokrasi katliamları yaşanıyor. Mısır’da Batılı emperyalist katil demokrasilerin desteğiyle yapılan darbeyle de bir yenisi daha yaşanmış, yaşanmaya devam ediyor. Dünya çapında masum insanlar ve âdil Müslümanlar, sürekli biçimde demokrasi putperestlerinin saldırısına uğruyorlar.
Bilindiği üzere demokrasi, seküler aklın ürettiği, vahye baş kaldıran bir hayat tarzıdır. Mekke Müşriklerinin helvadan yaptıkları putları acıkınca yedikleri gibi, halk iradesinin egemenliği ve seçimle yöneticilerin belirlenmesi efsanesi de seküler zihniyetin çıkarları gerektirdiğinde, yani acıkınca kolayca yediği putudur. Demokrasilerde halk iradesinin belirleyici olduğu iddiasının sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu artık bütün Müslümanlar idrak etmelidirler.
Demokrasi, teoride yasa yapma, yönetme ve yargılamada halkın iradesi üzerinde ilâhî otorite dâhil hiçbir otorite kabul etmeyen, pratikte ise halkın iradesinin ilahlığını bile sağlayamayıp, küresel finans diktatörlüğünün ve küresel korsanların emrindeki bürokratik ya da büyük sermaye oligarşilerinin ilahlığına dönüşen modern cahiliye sisteminin adıdır. Buna rağmen Müslüman olmayanların despot rejimlere, baskı ve zorbalığa, haksızlık ve adaletsizliklere karşı çıkarak görece daha özgürlükçü demokratik sistemlere meyletmeleri kendi çerçevesinde ve batıl içinde makul ve tutarlı bir tercihtir. Müslümanların batıl despot rejimlere karşıtlığının, görece daha özgürlükçü olsa bile bir başka batıl sistem olan demokrasiye savrulmalarına yol açması ise, İslâmî kimlik, inanç ve tutarlılıkla bağdaşmayan bir tercihtir. Üstelik küresel korsan, katil demokrasiler; Müslüman halklar söz konusu olduğunda Batıl da olsa onlara demokrasiyi değil despotizmi layık görmekte ya da demokrasiye göstermelik olarak müsaade etseler de, o ülkeleri işbirlikçileri olan bürokratik ya da sermaye oligarşileri vasıtasıyla yönetmekten asla taviz vermezler. Bir şekilde kendilerine rağmen halkın seçtikleri birileri yönetime gelip kendilerine itaat etmezse, Cezayir, Filistin, Tunus ve en son Mısır’da olduğu üzere, onu mutlaka kanlı darbelerle devirir ya da küresel emperyalist projelerle, siyasi, askeri, ekonomik baskılarla terbiye edip hizaya sokarlar.
Demokrasi, bir seçim yöntemi değil, fıtrat ile vahyin arasının kesilmesi sonucunda vahye düşmanlıkla kirlenip selim olma vasfını yitirmiş bulunan seküler aklın hevâ ve zannı ilahlaştırarak ürettiği şirk dini/ideolojisi/modeli/hayat tarzıdır. Allah’a karşı tuğyan etmeyi, şirki ve ifsâdı esas alan bu dinin yani hayat tarzının, halkın seçimlerle yönetimleri belirlemesi aldatmacasını putlaştırarak bu put çevresindeki propagandayla insanları uyutup oyaladığını, bunun arka planında ise şirke dayalı seküler hayat tarzını dayattığını artık bütün Müslümanlar çok iyi anlamalıdırlar.
Emperyalist demokrasilerin tek ilkeleri vardır, o da, mazlum halkların kanı ve gözyaşı pahasına kendi süflî çıkarlarını koruyan hegemonyalar oluşturmak ve gerekirse katliamlar yaparak mutlaka sömürülerini sürdürmektir. Bu sebeple, demokrasiyi sadece bir seçim yöntemi olarak kullanıp İslâm şeriatıyla hükmetmek isteyenlere asla müsaade etmezler. İşte bunun için Mısır’da darbe yapıldı, binlerce Müslüman katledildi. Yüzlercesi dakikalar içinde verilen siyâsî kararlarla idama mahkûm edildiler. Bunun için Suriye’de yüz binlerce insan katledildiği halde seyrediyorlar, hatta el altından katil rejimi destekliyorlar. İşte seküler demokrasilerin sahipleri bu kadar alçaktırlar. Demokratik yöntemle halkın seçtiği Muhammed Mursî’nin darbeyle devrilmesine uşakları olan darbeciler tarafından devrilip binlerce arkadaşıyla birlikte 5 yılı aşkın zamandan bu yana zindanda tutulup sağlık ihtiyaçlarının karşılanmaması ve ilaçlarının verilememesi suretiyle katledilmesine de sessiz kalan ve iki gündür hâlâ önemli bir tepki vermemiş olanlar da işte bu katil ve darbe sever zalim demokrasilerdir.
Bu ahlâksız ve hukuksuz darbeci politikalar, Müslüman halkın kaderi üzerinde söz sahibi olması sırasının kendilerine de geleceği korkusu içindeki, bölgenin emperyalist işbirlikçisi diğer despot yönetimleri tarafından da takdirle karşılandı. Amerikancı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, bölgenin diğer tağûtî despot yönetimleri, körfez ülkeleri bu darbe girişimini sevinçle karşılayıp kutladılar. Amerika başta olmak üzere, bu yerli işbirlikçilerin efendileri olan batılı emperyalist demokrasiler ise, seçimle gelip seçimle gitmek (halk iradesinin belirleyiciliği) putlarına sahip çıkıp darbeyi kınamak yerine, bu putlarını her zamanki gibi ahlâksız bir oburlukla yediler ve darbeye destek çıktılar. Zaten on yıllardır bölge halklarına zulmeden, sömürü, adaletsizlik ve katliamlarla kuşatan bütün despot rejimlerin ve darbecilerin arkasında hep emperyalist demokrasiler yer almışlardı. Alçakça destekledikleri bu despot kâhyaları eliyle bölge halklarını kan, göz yaşı ve sefalete mahkûm etmişlerdi. Bu sebeple de, bölge halklarının yerli despot rejimlerden kaçarken demokrasilere sığınmaya kalkmaları, kahyânın zulmünden kaçarken, bu zulmün esas bânîsi olan ağaya sığınmak gibi bir konuma düşmeleri anlamı taşıyacaktır.
Batılı emperyalist demokrasiler ABD, AB ve diğerleri, bırakın İhvan gibi sistem içi seçimle gelip İslâm şeriatıyla hükmetmeyi, laik-liberal-demokrat olmayı içselleştirmiş ve üstelik bunların İslâm ile de bağdaştığını iddia ederek İslâm’ı da tahrif etme yolunda yürüyen AKP hükümetinden bile tam razı değildirler. Bu sebeple, onu da emperyalist demokrasilerin kırmızı çizgilerine aykırı gördükleri her politikasından dolayı uyarıp operasyon çekerek (Gezi kalkışması, 17-25 Aralık olayları, Kobani ayaklanması, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve ekonomik baskılar vb. operasyonlarla) hizaya sokma çabası göstermekten vazgeçmiyorlar. Çünkü onların razı olmaları için laik liberal demokrat olmanız gerekli ama yeterli değildir. Yeterli olması için küresel emperyalist katil demokrasilerin çıkarlarını koruyan kırmızı çizgileri de ihlal etmeyecek bir teslimiyet içinde olmanız gerekmektedir. AKP hükümeti ve liderleri, laik, liberal ve demokrat olmak bakımından bir sorunları olmadığı halde, sadece bölgede yerli bir inisiyatif geliştirmek ve Filistin, Mısır, Suriye başta olmak üzere kimi bölgesel sorunlarda görece farklı ve kısmen bağımsız politikalar gütmek istedikleri için hizaya sokma amaçlı operasyonlara da bu yüzden muhatap kılınmaktadırlar.
On yıllara sâri süreçte Müslümanlar hata ederek, birisi şiddete dayalı silahlı ve darbeci yöntemi(Pakistan, Sudan darbeleri ve örgütsel silahlı mücadeleler vb.), ikincisi ise bâtıl demokratik sistem içi hükümet olma çabası (Cezayir, Filistin, Tunus ve Mısır vb.) olmak üzere vasattaki Nebevî yönteme aykırı iki uca savruldular. On yıllarca, silahı da üreten ve demokrasinin kurallarını da belirleyen emperyalist demokrasilerin kontrol ve manipülasyonuna açık olan ve Allah’ın yardımını hak etmeyen bu uçlarda tüm birikim ve enerjilerini harcadılar.Tabii ki, her iki uçtaki çabalar hep hüsran ile son buldu. Üstelik Mısır örneğinde olduğu gibi, sistemin bütün kurumları, ordu, polis teşkilatı, yargı, istihbarat kurumları, medya ve ekonomi tamamen emperyalistlerin kontrolü altında ve emrindeyken, halkın çoğunun oyunu alsanız da sistem içi iktidar olmanız bile mümkün değildir.
Nebevî yönteme aykırı olmaları bakımından ilkesel yanlışlığı yanında, on yıllardır süregelen pratik de, bu yanlışı fiili olarak iyice açığa çıkardığı, üstelik bunca acı ve büyük bedeller ödendiği halde, büyük bir ferasetsizlikle hâlâ bu iki uca savrulanlar çıkabiliyor. Neden nebevi yöntemde sonuna kadar ısrar edip ilkesel duruşunu ve istikametini her şartta koruyarak Allah’ın yardımını hak etme çabası gösteren tek bir hareket on yıllardır çıkmadı? Rasûlullah (s), daha zor şartlarda olduğu halde, İslam’ın iktidarı ve hürriyetiyle özdeş olan Medine’sine 13 yılda ulaşıyor da, günümüz Müslümanları yaklaşık yarım asırlık mücadeleye ve daha iyi imkânlara rağmen aynı sonuca neden ulaşamıyorlar? Bu sorular, Müslümanların kendilerini ciddi biçimde sorgulamaları gerektiğini ortaya koyuyor. O halde artık akledilmeli, vahyin yol göstericiliğinde Mekke-Medine sürecinde ortaya konan Nebevî yöntemin çok açık olan yoldaki işaretleri ve Rasûlün (s) mücadele sünneti esas alınmalıdır. Bu yöntem gereğince, tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik çabalarıyla toplumu vahiy ölçüleriyle yeniden inşâ etmek hedeflenmelidir. Böylece vahye şahidlik yapan İslâmî şahsiyetler ve onların birlikteliği ile oluşacak Kur’an toplumu nüvesi ortaya çıkarılarak, bu örnek Kur’an nesli öncülüğünde tevhîdî toplumsal değişim ve dönüşüme vesile olmak öne çıkarılmalıdır. Artık batıl sistem içinde iktidar arayışı yerine, toplumsal değişime vesile olup İslâmî toplumu inşâ ederek sistemi değiştirmek ve sonuçta da Allah’ın yardımını hak ederek İslâmî iktidarın Allah tarafından takdirinin zemini hazırlanmak üzerinde yoğunlaşmalıyız. Yani iktidar eksenli bir yaklaşımla batıl sistem içinde hükümet değiştirmeye değil, Allah’ı razı edecek kulluk eksenli bir mücadeleyle sistemi değiştirmek için kendimizden başlayarak toplumu değiştirmeye talip olmalıyız.
Muhammed Mursî’nin haksız yere uzun süre zindanda tutulup tedavi imkânları da elinden alınarak darbe kuklası yargıçların mahkemesinde ölümüne yol açan alçakça cinayet karşısında bütün dünya katil demokrasileri, her zamanki gibi utanmadan susmakta ve suç ortağı olduklarının ikiyüzlülüğü sebebiyle yüzleri de hiç kızarmamaktadır. Bölgedeki işbirlikçileri de aynı suçun daha zelil ortakları olarak, bu cinayete tepki vermeyi bırakın aynı günde İhvan aleyhine açıklamalar yapmaktan utanmamışlardır.
Bölge Müslümanlarının bu hakikatleri artık fark ederek, aynı delikten bir daha ısırılmama bilincini kuşanmaları temennisiyle, katledilen mazlum kardeşimiz Muhammed Mursî’ye Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Allah’ın laneti ve gazabı alçak katillerin ve destekçilerinin üzerine olsun ve “zalimler için yaşasın cehennem” diyerek bu cinayetin müsebbiplerini ve gerekli tepkiyi vermeyenleri protesto edip kınıyoruz. Başta Mısır’lı İhvan kardeşlerimizi ve Mısır’ın mazlum halkı olmak üzere, işgalci İsrail’in ve despot yönetimlerin zulmü ve baskısı altındaki bölgenin tüm mazlum halklarının, tevhîdî bir uyanış ve silkinişle Hablullah’a topluca sarılıp, ilâhî yardıma müstahak hale gelerek, bu işgal ve zulümlerden kurtulmaları, insanca ve Müslümanca yaşayabilecekleri hür ve bağımsız bir vasata kavuşmaları için Rabbimize dua ediyoruz. 18.06.2019.
Mehmet PAMAK – Emrullah AYAN (İLKAV)
Ahmed KALKAN – Ahmet Turgut ULUCAK (Kalemder-Ma’ruf)
Şükrü HÜSEYİNOĞLU (Kur’an Nesli İlim Merkezi)
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *