Çiftçi-Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu’ya göre büyük şirketler tarım ve gıdayı kontrollerine aldı ve şimdi de yönetimi ele geçirmek istiyor.
Şimdilik ertelenen ama iktidar tarafından sonbaharda tekrar gündeme getirilmesi beklenen Tarımda Milli Birlik Projesi’nin Tarım ve Orman Bakanlığı’nın dolaylı olarak özelleştirilmesi ve şirketlerin kontrolüne geçirilmesi anlamına geldiğini söyleyen, Çiftçi-Sen başkanı Aysu’ya göre, üretici ve tüketici için tek çare, aracıların ortadan kalktığı üretici ve tüketici kooperatiflerinin yaygınlaşması.
Çiftçi-Sen Genel Başkanı, yazar, aktivist ve çiftçi Abdullah Aysu, Gazete Duvar’dan İrfan Aktan’a konuştu:
4 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla Tayyip Erdoğan “Toprağın, suyun, havanın, tabiatın dostu çiftçi kardeşlerimizin 14 Mayıs #DünyaÇiftçilerGünü kutlu olsun” diyerek tek cümlelik bir tweet attı. Bununla beraber hükümetin üzerinde çalıştığı “Tarımda Milli Birlik Projesi” projesine çok sayıda çiftçi örgütü “Tarım ve Orman Bakanlığı özelleştiriliyor” diyerek sert tepki gösterdi. İktidar önümüzdeki dönem için nasıl bir tarım ve çiftçi politikası hazırlıyor?
Küçük çiftçi dünya genelinde tarım yapanların yüzde 85-90’ını oluşturuyor. Fakat kapitalizmin epey önceden başlattığı bir projenin hedefi olarak küçük çiftçi ortadan kaldırılmak ve tarımda şirket egemenliği kurulmak isteniyor. Tarımda şirketlerin varoluşu ise küçük çiftçinin yok oluşuna göbekten bağlı. Kabul etmeliyiz ki AKP küçük çiftçiyi bitirmede, tarımı ve gıdayı serbest piyasaya açma projesinde başarılı. Üstelik bunu yaparken çiftçiden yanaymış, onu koruyormuş görüntüsü vermekte de başarılı.
“Tarımda Milli Birlik” Projesi de bunun bir parçası mı?
Tabii. AKP’nin politikası sayesinde bugüne kadar şirketler tarım ve gıdayı kontrol altına almayı başardı. Türkiye tarımda dünya kapitalizminin denek noktası aslında. Tarımda Milli Birlik Projesi de bu deneylerden biridir. Tarım veya çiftçilikle ilgili kapitalist deneyler genelde ya Meksika’da veya Türkiye’de uygulanıyor. Bu deneyler şirketler açısından başarılı sonuçlar verdiğinde, diğer az gelişmiş ülkelerin tarımına da uygulanmaya başlanıyor. Şirketler tarım ve gıdayı kontrol ettiler ama artık Tarım ve Orman Bakanlığı’nı, yönetimin tamamını ele geçirmek istiyorlar. Tarımda Milli Birlik Projesi, aslında Tarım ve Orman Bakanlığı’nın özelleştirilmesi projesidir. Bu proje üç unsurdan oluşuyor. Semerat Holding, Milli Birlik Kooperatifi ve üreticiler. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bütün kurumları, genel müdürlükleri Milli Birlik Kooperatifi (MBK) çatısı altında birleştirilmek isteniyor. Projenin yüzde 50’sinin sahibi olacak Semerat Holding, Ülker, Eti, Sütaş, Pınar, Migros dâhil pek çok şirkete ait. Projenin geri kalan yarısında yüzde 35’inin Milli Birlik Kooperatifi’nde, yüzde 15’inin de tarımsal Kamu İktisadi Teşekkülleri’nde (KİT) olması öngörülüyor.
Hangi KİT’ler var listede?
Mesela Çaykur, Türk Şeker, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO).
ÇİFTÇİ KENDİ TOPRAĞINDA ŞİRKETLERİN KÖLESİ YAPILMAK İSTENİYOR
Peki Tarımda Milli Birlik Projesi başladı mı?
Proje için önce bir sunum hazırlandı ve bu cumhurbaşkanına sunuldu. Fakat Türkiye tarım ve gıdasını yok etmeye yönelik, şirketler lehine olan bu projeyi seçim sürecinde savunamayacakları için eylül ayına ötelediler. Sonbaharda bunu tekrar gündeme getirip tartışacaklar. Tarımda üretimden pazara kadarki süreç tamamen şirketlere devredilmek isteniyor.
Bu projede çiftçilere biçilen rol ne?
Çiftçilere Milli Birlik Kooperatifi ve holdinge sözleşmeli üreticilik yapma rolü veriliyor.
Yani çiftçi kendi toprağının sahibi değil işçisi mi olacak?
Keşke işçi olsa! Bu projeyle insanlar kendi toprağında kölelik koşullarında, sözleşmeli çiftçi olacak! Çünkü MBK ile Semerat Holding’in belirleyeceği bir fiyatlandırma ve üretim tarzı çiftçiye dayatılacak.
Şirketlerin argümanlarından biri, küçük çiftçi üretimindeki verimlilik oranı. Şirketlerin yaptığı üretimde verimliliğin çok daha fazla olduğu iddiası doğru mu? Tarımın, gıda üretiminin şirketlerin eline geçmesi verimlilik açısından ne tür sonuçlar doğurur?
Birleşmiş Milletler’in bin değişik alanda ve elli küsur ülkede, beş yıl süreyle yaptığı araştırma 4 bin 600 sayfalık raporla açıklandı. Bu rapora göre küçük aile çiftçiliğinde bazı ürünlerde şirket üretimlerine göre yüzde 50, hatta yüzde 70’e varan farkla verimlilik elde ediliyor. BM o yüzden 2014’ü Aile Çiftçiliği Yılı ilan etti. Bununla beraber BM, açlık ve kıtlığa karşı 2028 yılına kadar “küçük çiftçilikle sıfır açlık” projesini önüne koydu. Bizde ise bunun tam tersine, adım adım tasfiyeye doğru gidilerek, küçük çiftçiye öncülük ve önderlik yapması gereken Tarım ve Orman Bakanlığı da adı konulmamış bir biçimde özelleştirilmek isteniyor. Bakın, orman kamunundur. Fakat Orman Genel Müdürlüğü’nü tutup da dolaylı olarak holdinge bağlarsanız, ormanı özelleştirmiş oluyorsunuz. Su İşleri hakeza. Çaykur, TMO gibi mevcut varlıklara da göz dikiliyor ve bunlar üstü kapalı, dolaylı yollardan özelleştiriliyor.
ÜRETİCİ SOĞANIN KİLOSUNU 35 KURUŞA SATIYOR, TÜKETİCİ 10 LİRAYA ALIYOR!
Özellikle kış aylarında soğan, patlıcan fiyatlarındaki fahiş artış gündemin en önemli konularından biriydi. Hatta bazı soğan depoları polis tarafından basılıyor, hükümet çeşitli komplo teorilerinden, lobilerden bahsediyordu. Sebzelerdeki fahiş fiyat artışları üretim-arz eksikliğinden mi, dışa bağımlılıktan mı, genel ekonomik krizden mi, yoksa iktidarın iddiasıyla “Türkiye düşmanı lobilerden mi” kaynaklanıyor?
Bir kere üretim girdilerindeki dışa bağımlılık temel nedenlerden biri. Mazotta yüzde 100, sera tohumculuğunda yüzde 40, gübre ve ilaçta yüzde 90 dışa bağımlıyız. Bunların hepsi dövizle alınıyor. Döviz kurlarında biraz artış olduğunda bunların fiyatları da fırlıyor. Ayrıca bu girdilerin fiyatlarını da tek başına şirketler belirliyor. Buna karşı piyasayı düzenleyecek herhangi bir kurum yok. O yüzden üretim girdilerinin fiyatları sürekli artıyor. Gübre fiyatları 2018’de yüzde 114’e, tarım ilaçları yüzde 80’lere kadar yükseldi. Üretim girdilerinin fiyatı yükselince maliyet artıyor, haliyle ürün fiyatı da artıyor. Bir diğer unsur ise üreticiyle tüketici arasında çok fazla aracının olmasıdır. Bir ürünü tarladan alıp markete götürene kadar beş-altı değişik yere uğruyor.
Nerelere uğruyor?
Tüccar, ürünü tarladan alıp en yakınındaki hale götürüyor. Haldeki komisyoncu ürünü alıp nakliyatçıya veriyor. Nakliyatçıdan da ürün hangi ilin pazarında satılacaksa, oranın haline gidiyor. Oradaki komisyoncudan da manava gidiyor ve tüketiciye ulaşıyor. Bu aracıların hepsi de fiyat artırıyor ve ara duraklarda da devlet vergi koyuyor, belediye de hallerden rüsum payı alıyor. Bu sene Ankara-Polatlı’daki kuru soğanın çiftçiden çıkış fiyatı en fazla 35-40 kuruş civarındaydı. Ama bizim bunu marketlerden 5, 6, hatta 10 liraya kadar fiyatla satın aldığımız oldu. Devlet “serbest piyasaya müdahale etmiyoruz” diyor ve bu fiyatları kontrol edecek bir kurum da yok.
KOOPERATİFLER SAYESİNDE ARACILAR ORTADAN KALKINCA ÇİFTÇİ DE TÜKETİCİ DE KAZANIR
Peki üreticiyle tüketici arasında doğrudan bir ilişki ağı örmenin yolu yok mu?
Var ve bu yol bir çok yerde de uç vermeye başladı. Kırlarda üretim kooperatifleri kuruluyor ve ürünler şehirlerdeki tüketim kooperatiflerine, aracısız bir biçimde ulaştırılıyor. Şu anda İstanbul’da 25 tüketim kooperatifi var mesela. Aracı ortadan kalktığı için üretici kâr sağlayabiliyor, tüketici de daha ucuza ve daha sağlıklı ürün alabiliyor.
Neden daha sağlıklı?
Çünkü üretim kooperatiflerinin ürünlerini tüketici kooperatiflerine satabilmesi için katılımcı sertifikası alması gerekiyor. Üretici, kimyasal kullanmamayı taahhüt ediyor. Fakat az önce konuştuğumuz ve aracıların devreye girdiği üretim aşamasında ürünler kimyasala boğuluyor.
Rusya’dan geri dönen sebzeler gibi mi?
Rusya’dan dönen sebzelerde kalıntı oranı yüksek. Ayrıca son dönemde geri gönderilen domatesin üzerinde zararlı böceğin yumurtaları vardı ve Rusya bunun kendi ülkesinde yayılmasını istemiyordu.
Geri gönderilenleri biz mi yiyoruz?
Normalde kalıntılı olduğu için iade edilen ürünlerin imha edilmesi lazım. Ama bugüne kadar ne buna dair bir tutanak ne imha edildiğine dair bir görüntü ne de bu kaygıları giderici bir açıklama gördük.
Üretici kooperatifine dâhil olan çiftçi, katılımcı sertifikasını kimden alıyor?
Üreticiyle tüketici bir araya gelip karşılıklı akit yapıyor. Sen üretimi şöyle yaparsan ben de alırım diyor tüketici kooperatifi. Bunun denetimi de, belli aralıklarla ürünlerin laboratuvarlarda kontrol edilmesiyle yapılıyor. Ayrıca üreticiler birbirleriyle müteselsil kefil yapılarak otokontrol sağlanıyor. Birinin ürünü sıkıntılı çıkınca hepsi sorumlu hale getiriliyor. Bir de her ürünle ilgili nasıl üretildiği, nasıl hasat edildiği, hangi koşullarda kurutulduğu bilgileri alınıyor. Bu arada biz çiftçi sendikaları olarak araya girip bazı ürünlerin kontrollerini, denetimini yapıyoruz. Tabii başka kriterler de var: Çocuk işçi çalıştırmayacaksın, kadın işçilere hakkını vereceksin mesela.
31 MART İTİBARİYLE TARIMIN YOK OLUŞUNDAN BELEDİYELER DE SORUMLU OLACAK
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *