Suudi rejimini bekleyen asıl tehlike taht kavgaları

Suudi rejimini bekleyen asıl tehlike taht kavgaları

Hanedan içerisindeki mücadele, Suudi rejiminin istikrarı açısından petrol fiyatları, Arap Baharı sürecinin doğurduğu tehditler, bölgedeki güvenlik sorunları ve ABD ile yaşanan krizlerden daha büyük bir sorun olarak görülmekte.

İSTANBUL -AA- NECMETTİN ACAR

Suudi rejimi, içinde bulunduğumuz dönemde rejimin istikrarını sarsacak çok sayıda tehdit ile karşı karşıya bulunuyor. ABD’nin Ortadoğu güvenlik mimarisinde ve Suudi rejim güvenliğinde azalan rolü, düşük petrol fiyatlarının meydana getirdiği devasa bütçe açıkları, Suriye ve Yemen’de yaşanan iç savaşın ortaya çıkardığı güvenlik sorunları, içeride başta petrol zengini Doğu vilayetinde yaşayan Şiiler olmak üzere yükselen rejim karşıtlığı ve rejimin Arap Baharı sürecinde başta Mısır olmak üzere Ürdün, Bahreyn ve Umman’da müttefik rejimleri ayakta tutabilmek ve Yemen’de bozulan statükoyu yeniden inşa etmek için yüklendiği devasa bir ekonomik maliyet. Tüm bu sayılanlar, Suudi rejiminin istikrarını önemli oranda sarsmakta iken, 2015 yılında Kral Abdullah’ın ölümüyle ortaya çıkan gelişmeler, rejimin istikrarı için daha büyük bir sorunu yukarıda sayılan tüm krizlerin önüne taşıdı: Hanedan içi çekişmeler.

2015 yılında Suud tahtına oturan Selman’ın bu süreçte aldığı bir dizi karar -zaten hiç bitmeyen- hanedan içi çekişmeleri yeniden uluslararası kamuoyu gündeminin üst sıralarına taşıdı. Selman, tahta oturur oturmaz Kral Abdullah’ın hayattayken gerçekleştirdiği düzenlemeleri kabul ederek Mukrin bin Abdülaziz’i veliaht prens, Muhammed bin Nayif’i de ikinci veliaht prens olarak atadı. Mukrin’in veliaht prens olması hem içeride hem de dışarıda, “gücün pürüzsüz bir şekilde el değiştirecek” olması sebebiyle, geçici bir rahatlamaya sebep oldu. Ancak iki ay sonra Selman fikrini değiştirerek, Mukrin’i veliahtlıktan azletti ve yerine yeğeni Muhammed bin Nayif’i veliaht prens ve oğlu Muhammed bin Selman’ı da ikinci veliaht ilan etti.

Uzun yıllar içişleri bakanlığı yapmış ve bu görevi sırasında başta el-Kaide olmak üzere teröre karşı verdiği savaş sebebiyle hem Suudi rejim içerisinde hem de Batı kamuoyunda takdir kazanmış Muhammed bin Nayif’in veliahtlığı hem içeride hem de dışarıda çok fazla tepkiye neden olmadı. Hâlbuki kral Selman’ın bu atama ile yaptığı iki şey gelecekte hanedan içi çekişmeleri tahrik edecek unsurlar taşıyordu. Birincisi Selman, bu atama ile Suudi anayasasının 5. maddesini değiştirmiş oldu. Anayasanın 5. maddesi ile Suudi rejiminin yapısı (mutlak monarşi) ve Suudi tahtı üzerinde kral Abdülaziz’in oğullarının öncelikli (Abdülaziz’in torunlarının değil) hak sahibi olduğu düzenleniyordu. Halbuki Kral Selman, Abdülaziz’in oğulları henüz hayatta iken, tahta Abdülaziz’in torunlarından birini varis yaparak Suudi tahtı üzerindeki Abdülaziz’in oğullarına ait olan anayasal hakkı ihlal etmiş oldu. Bu şekilde tahtın yatay ilerleyen (kardeşten kardeşe) teamülünü, dikey ilerleyen bir şekle (babadan oğula) çevirmiş oldu. İkinci olarak Kral Selman, bu atama işlemi ile Muhammed bin Nayif’i, (zaten ikinci veliaht prens olan) oğlu Muhammed bin Selman’ı tahta hazırlamak için bir köprü olarak kullanmış oldu. Çünkü Muhammed bin Selman, henüz ikinci veliaht prens iken bile ülke tarihinde hiçbir prensin sahip olamadığı yetkilerle (Ekonomik İşler Konseyi, Savunma Bakanlığı ve Kraliyet Mahkemesi başkanlığı gibi) donatılmıştı. Muhammed bin Nayif’i veliaht tayin edip (Abdülaziz’in oğulları hayattayken torunlardan birini veliaht yaparak) Suudi tahtına ait teamülleri ihlal ederek bir süre bekledi ve ortaya çıkan tepkileri ölçtü, 2017 yılında Muhammed bin Nayif’i azlederek yerine oğlu Muhammed bin Selman’ı veliaht ilan etti. Bu tarihten sonra Suudi tahtında Selman’ın Suud ailesinin (Abdülaziz’in çocukları) son üyesi olacak olması Suudi hanedanı içinde zaten var olan çekişmeleri, gün yüzüne çıkardı.

Suud hanedanı içerisinde yaşanan çekişmeler, rejimin istikrarı için en ciddi sorun. Çünkü geçmişte ülke tarihinde yaşanan taht kavgalarının çok büyük sorunlara yol açtığı biliniyor. Örneğin 1891 yılında Riyad’da yaşanan hanedan içi çatışmalar, ikinci Suudi emirliğinin sonunu getirmiş ve Raşidi yönetimi İbn Suud ve oğullarını Kuveyt’e sürgüne göndermişti. Benzer bir hanedan içi çatışma, 1960’lı yıllarda Abdülaziz’in oğulları Suud, Faysal ve Talal arasında yaşandı. Bu dönemde bir darbe ile görevinden uzaklaştırılan kral Suud ve tahtta hak iddia eden Talal, yeni kral Faysal’a karşı sert bir mücadelenin içine girdiler ve İbn Suud rejiminin bu dönemdeki en büyük rakibi Mısır Cumhurbaşkanı Nasır’a sığınarak, Nasır’ın desteğiyle Suud tahtını elde etmeye çalıştılar. Hanedan içerisinde yaşanan ve rejimin istikrarını tehdit eden çekişmeleri ortadan kaldırmak için Kral Fahd döneminden itibaren yapılan çok sayıda düzenlemeye rağmen ülkede “gücün pürüzsüz bir şekilde el değiştirmesini” sınırlayan üç temel faktör bulunmakta.

Bu faktörlerin ilki hanedanın hızla genişleyen yapısıdır. Ülkeyi kuran Kral Abdülaziz hayatı boyunca 22 evlilik yapmış ve 1953 yılında ölürken, geriye 36 erkek 21 kız evlat bırakmıştı. Abdülaziz’den sonra genişlemeye devam eden hanedanın bugün 8 ila 9 bin üyesinin bulunduğu sanılıyor. Hanedanın erkek üyeleri, 35 aile koluna ayrılmış olup, Suudi tahtı için belirli prenslerin liderliği etrafında toplanarak mücadele etmektedirler.

İkinci faktör Kral Abdülaziz’in çocukları arasında var olan zımni hiyerarşidir. Aslında ülke anayasasına göre Abdülaziz’in tüm oğulları, taht üzerinde eşit hak sahibi olsalar da anne faktörü Abdülaziz’in oğulları arasında zımni bir hiyerarşiye sebep olmaktadır. Çok sayıda evlilik yapan Abdülaziz’in Yemenli, Lübnanlı, Suriyeli eşlerinden olan çocukları genellikle bu hiyerarşide daha düşük bir konumda kabul edildikleri için, zımni olarak taht üzerinde hak sahibi görülmemektedirler. Örneğin Kral Selman’ın tahta geçtikten iki ay sonra azlettiği veliaht prens Mukrin’in annesi Yemenlidir.

Üçüncüsü ise anne faktörü ile birleşen kudretli aşiretlerin Suudi tahtı üzerindeki etkisidir. Abdülaziz’in oğullarından birisinin tahta geçtiğinde, (kendisi ile aynı anneden olan) öz kardeşlerini ülkedeki kritik makamlara atayabilmesi, mevcut kralın annesinin mensup olduğu kudretli aşiretleri de taht mücadelesinin içine dahil etmektedir. Örneğin Kral Suud, 1953 yılında babası ve ülkenin kurucusu Abdülaziz’in ölümü üzerine kral olduğunda, 53 oğlunu ülkenin çok önemli bürokratik makamlarına atayınca, hanedan içinde mevcut krala karşı bir isyan dalgası başladı ve Suud’u bir saray darbesi ile tahttan indiren Faysal, devrik kralın tüm çocuklarını, bu makamlardan azletti. Bu durum taht mücadelesinde “hanedan içinde hanedan” yapılanmasına neden olmakta. Bu mücadelenin aktörleri, Orta Arabistan (Necd) kökenli olup devletin kurulmasında katkısı olan Julvi, el-Şeyh (Muhammed bin Abdülvehhab’ın soyu), Sudeyri, Şammar ve Beni Halid gibi kudretli aşiretlerdir. Örneğin sırasıyla Suudi tahtına oturan prenslerden Suud’un annesi Beni Halid, Halid’in annesi Jiluvi, Faysal’ın annesi el-Şeyh, Fahd’ın annesi Sudeyri, Abdullah’ın annesi Şammar ve Selman’ın annesi de Sudeyri kabilesindendir.

Faysal’dan sonra tahta çıkan Fahd döneminde, kudretli aşiretler arasındaki bu mücadele kızıştı ve Kral Fahd’ın da inisiyatifi ile Abdülaziz’in Sudeyri eşinden olan çok sayıda prens, kritik görevlere atandılar. Kral Fahd tarafından Hassa bint Ahmed el-Sudeyri’nin altı çocuğu (Sultan, Adurrahman, Nayif, Türki, Selman ve Ahmed) savunma bakanlığı, içişleri bakanlığı, el-Ahsa valiliği (el-Ahsa Suudi petrol yataklarının büyük bir kısmını ihtiva eder) ve Riyad valiliği gibi kritik kurumların başına atandılar. Sudeyri aşiretinin, Fahd’ın kral olmasıyla ülkede artan etkinliği, bu aşiretin Sudeyri Yedilisi de denilen yedi üyesinin ülke politik yaşamında uzun süre devam eden etkisi ile alakalıdır. Bu aileye rejim içerisinde güç katan başka bir unsur da ülkenin kurucusu olan kral Abdülaziz’in annesinin de Sudeyri kökenli olmasıdır. Sudeyriler, Suudi rejimi içerisindeki bu avantajlarına rağmen, güçlerini konsolide etmek için hanedan içerisinde özellikle hanedanın en güçlü kolları, ulema, bürokratlar, aydınlar ve aşiret liderleri ile çok sayıda evlilik gerçekleştirdiler. 1975 yılından (her ne kadar Halid kral olsa da bu dönemde de-facto kral Fahd idi) başlayarak, 2005 yılında Fahd’ın ölümüne kadar yaklaşık otuz yıllık döneminde Sudeyriler, ülkenin her alanında baskın güç olmayı başardılar.

Fahd’ın ölümü ile boşalan Suudi tahtına Suudi askeri unsurların belkemiği sayılan Ulusal Muhafızların 47 yıl boyunca komutanı olarak görev yapan Abdullah’ın oturması, Sudeyrilerin ülke yönetiminde 1970’li yıllardan beridir artan etkisini zayıflattı. Abdullah tahta çıktıktan hemen sonra krallıkta gücün el değiştirmesini bir kurala bağlayıp yönetimde kurumsallaşmayı artırmak için, 2006 yılı Ramazan ayının 27. gecesinde Abdülaziz’in oğulları ve torunlarından oluşan 34 üyeli Bağlılık Konseyi adında bir kurul oluşturdu. Prensipte yeni kralın kim olacağına karar vermesi öngörülen bu kurulu, bazı gözlemciler büyük ölçüde Sudeyri kardeşlerin artan gücünü sınırlamak ve rejim içerisinde bu aşireti etkisiz hale getirmek için Abdullah’ın icat ettiği akıllıca bir yol olarak yorumladılar. Bu kurulun Mekke’de bulunan kutsal Safa tepesinde ilan edilmesi sembolik, bu ilanın Ramazan ayının 27. gecesine (Kadir Gecesi) denk getirilmesi ise stratejik bir anlam içermekteydi.

Abdullah, rejim içindeki Sudeyrilerin baskın konumunu zayıflatmak için Mekke’deki Safa tepesinin manevi gücünü kullanmış, kurulun ilanını Ramazan Bayramı tatiline denk getirerek de ülke içerisinde bu karar karşı organize bir tertibi akıllıca engellemiştir. Çünkü Ramazan ayı -özellikle de son on günü- ülkede devletin çeşitli hizmetlerinin yavaşladığı ve politik tartışmaların, dini pratik ve tartışmaların gerisine düştüğü bir aydır. Ayrıca Abdullah bu komiteye kendisini destekleyen üyeleri atayarak kendi geleceğini (muhtemel Sudeyri darbesine karşı) garanti altına almaya ve gelecekte Nayif, Sultan, Ahmed ve Selman gibi güçlü Sudeyri prensler tarafından tahtın devralınmasını önlemeye çalıştı. Çünkü her ne kadar Abdullah kral olsa da kritik kurumlar (Riyad, Tebük, el-Ahsa gibi valilikler ve içişleri, savunma gibi bakanlıklar) hala Sudeyrilerin elindeydi. Abdullah bu kurulu oluşturarak, dört güçlü Sudeyri prensin (Nayif, Sultan, Selman ve Ahmed) ve onların geniş aile kollarının artan etkisine karşı çıkmak için geniş bir marjinal prensler çemberine güvenmişti.

Ancak Abdullah’ın 2015 yılındaki ölümünden sonra, Suudi tahtının geleceği için aldığı, tedbirlerin işe yaramadığı görüldü. 2015 yılında tahta oturan Selman ilk iş olarak Abdullah’ın veliaht tayin ettiği Mukrin bin Abdülazizi görevden aldı ve yerine kendisi gibi Sudeyri bir anneden gelen Muhammed bin Naif’i, 2017 yılında ise kendi oğlu Muhammed bin Selman’ı veliaht tayin ederek Sudeyrilerin rejim içerisinde zayıflayan pozisyonlarını yeniden tahkim etti. Selman’ın kendisi de bir Sudeyri olan Muhammed bin Nayif’i azlederek yerine oğlu Muhammed bin Selman’ı ataması Sudeyri ailesi içerisinde güçlü prenslerin (Sudeyri Yedilisi) ya çok yaşlı olmaları ya da hayatta olmamaları ile alakalıydı. Bu şekilde Sudeyriler ile geri kalan güçlü aşiretler arasındaki taht kavgası Selman ailesi ile geri kalan hanedan üyeleri arasındaki kavgaya evirilmiş oldu.

Özellikle bu tarihten sonra hanedan içerisinde geniş bir kesime liderlik eden Mit’ab (Kral Abdullah’ın oğlu ve 2005’den beri Ulusal Muhafızların komutanı), Velid (Talal bin Abdülaziz’in oğlu ve dünyanın sayılı zenginlerinden biri), Muhammed bin Nayif gibi prenslerin Muhammed bin Selman tarafından tutuklamalar ve görevden almalar ile etkisizleştirilmesi, tahtın varisi olan Muhammed bin Selman’ın gücünü konsolide etti. Bu şekilde Muhammed bin Selman, gelecekte kendisine rakip olma ihtimali olan hanedan üyelerini sindirip, hanedanın geniş bir kesimini lidersiz bırakarak rejim içerisinde kendi gücünü tahkim etti.

Hanedan içerisinde yaşanan bu gelişmeler, hanedanın geniş bir kesimi tarafından endişe ile karşılanmakta ve sosyal medya marifetiyle yayınlanan mektuplarda, sık sık saray darbesiyle Muhammed bin Selman’ın devrilmesi çağrıları yapılmaktadır. Kimi zaman Suudi tahtı için mücadele eden prensler, bu mektuplarda gerçek isimlerini dahi kullanmaktadırlar. Örneğin Eylül 2015’de Sultan bin Türki, Suud bin Sayf el-Nasr bin Saud ve Türki bin Bandar tarafından yayınlanan ve saray darbesi çağrısı yapan mektuptan sonra, Suud bin Sayf el-Nasr bin Saud’un ortadan kaybolması diğer muhalif prensleri ciddi bir biçimde korkutmuştur.

Son dönemde yaşanan birtakım gelişmeler ise Suud hanedanı içerisinde Muhammed bin Selman’a muhalif kesimlerin elini veliaht prens karşısında güçlendirmiştir. Özellikle Kaşıkçı cinayeti, üç yılı aşkın süredir devam eden Yemen savaşında olumlu bir neticenin alınamaması ve Yemen’de derinleşen insani kriz manzaralarının Batı kamuoyunda ciddi bir yankı bulması, içeride hanedanın veliahta muhalif üyelerini yeniden aktif bir taht mücadelesinin içine çekmiş görülmekledir. Hanedan içerisinde yaşanan bu mücadele yakın gelecekte Suudi rejiminin istikrarı açısından petrol fiyatlarından, Arap Baharı sürecinin doğurduğu tehditlerden, bölgede yaşanan iç savaşların meydana getirdiği güvenlik sorunlarından ve ABD ile yaşanan krizlerden daha büyük bir sorun olarak görülmektedir.

[Doktorasını YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde “Suudi Arabistan’ın Güvenlik Algısı ve Dış Politikasının Değişimi” hakkında yazdığı tezle tamamlayan Necmettin Acar Ortadoğu’da bölgesel güvenlik ve dış politika konularında çalışmaktadır]

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *