‘Kalabalıkların kararları hakikatin ölçüsü değildir’

‘Kalabalıkların kararları hakikatin ölçüsü değildir’

“Bu ülkenin etkili ve yetkilileri meydanlarda “Demokrasi bizim namusumuzdur” diye haykırıyorlar. Biz Müslümanız. Demokrasi niye bizim namusumuz olsun ki?”

Dinimiz bizim namusumuzdur

Mustafa Çelik

Müslüman olup da dinini muhafaza ve müdafaa etmeyen namus sahibi sayılmaz. Küfür cephesinin yardımlaşması, dayanışması karşısında imkânları olduğu halde yardımlaşmayan, birbirlerine danışmayan ve dayanışma sahibi olmayan Müslümanlar, fitne ve fesadın yayılmasına sebep olmaktan öteye geçemezler. Rabbimiz buyuruyor:

“İnkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur.“ (Enfal Sûresi/ 73)

Yeryüzünde Allah’ın hükmünü ve hâkimiyetini dışlayan ne kadar sistem, rejim, yasa ve anayasa varsa, o kadar fitne var demektir. Fitneden eser kalmayıncaya kadar mücadele etmek, mü’minlerin azad kabul etmez görevleridir. Mü’minler bu görevlerine sahip çıktıkları miktarınca namus sahibi sayılırlar.

Yunanlılar ne kadar sevinseler azdır. Yunanlılar bu topraklardan kovuldular ama fikirleri hâlâ dimdik ayaktadır. Çünkü bu ülkenin etkili ve yetkilileri meydanlarda “Demokrasi bizim namusumuzdur” diye haykırıyorlar. Biz Müslümanız. Demokrasi niye bizim namusumuz olsun ki? Ne Kur’ân’da, ne de Peygamberimizin sünnetinde Demokrasi diye bir kelime geçmez. Lügat kitapları ittifakla kaydederler ki Demokrasi, Yunanca bir kavramdır. Yunan kültürünün bir artığıdır. Olsa olsa Yunanlıların namusu olur. Bizim namusumuz dinimiz İslâm’dır, Şeriattır, Kur’ân’dır. İslâm’ı, Şeriatı, Kur’ân’ı hayatın bütününe hâkim kılmak bizim için namustur. Dünya bize düşman olsa da bu yolda yılmadan, yorulmadan yürümek bize mahsustur.

Demokrasi ne hak iradesidir ve ne de halk iradesidir. Demokrasilerde hiçbir zaman halkın iradesi esas alınmamıştır. Demokrasilerde esas olan irade bir avuç güçlü, elitist azınlığın iradesidir. Demokrasilerde ister halkın iradesi, isterse bir avuç azınlığın iradesi esas alınsın, her iki halde de hüküm koymada İlahi Vahiy değil, halkın iradesi esas alınmaktadır. Bu ise halkın iradesinin ilahlaştırılması anlamına gelmektedir. Hüküm –mutlak anlamda sadece- Allah’a aittir; İslam’a göre şekillenmiş olan bir toplum, bu hükümden başka bir hükmü asla kabul edemez. İslam’a göre Hâkimiyet de kayıtsız şartsız yalnızca Allah’ındır. Bu, İslam akidesinin bir gereği ve sonucudur. Başkalarının hüküm konusunda Allah ile herhangi bir ortaklığı ve yetkisi de yoktur. Hiçbir kimsenin Allah ile birlikte hüküm koyması asla söz konusu değildir. O hükmüne hiçbir kimseyi asla ortak etmez. Zaten bir ayette; “Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz” (Kehf Sûresi/26) buyurulmaktadır. Dolayısıyla hiç kimse, Allah’a ve Rasûlüne rağmen hüküm koyamaz. Allah ve Rasûlü herhangi bir konuda hüküm vermiş ise, kadın ve erkek hiçbir Mü’min’in o konuda başka bir hükmü tercih etme hakkı da yoktur. (Ahzab Sûresi/36) İhtilaflarda çözüm için başvurulacak yegâne mercii de, yine Allah ve Rasûlüdür. (Nisa Sûresi/59) Bu ihtilaflarda Rasûlün verdiği bir hükme, içlerinde herhangi bir sıkıntı duymaksızın ve tam bir teslimiyetle, teslim olunmadığı takdirde, iman etmiş de olunmaz. (Nisa Sûresi/65) Bir başka ayette –ve benzeri diğer ayetlerde de- Allahû Teâlâ, bütün kapsamı ve boyutlarıyla hâkimiyetin yalnızca kendisinin olduğunu dile getirmektedir. “Hüküm yalnız Allah’ındır. O kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.” (Yusuf Sûresi/40) Bir başka ayette ise, Allah’ın izin vermediği konularda kanun koymanın şirk ve bu şekilde kanun yapanların bu yetkilerini kabul edip karşı çıkmamanın da onları Allah’a ortak kabul etmek olarak vurgulandığını görmekteyiz. (Şura Sûresi/21) Bunlar, Kur’ânî hakikatlerdir. Hiç kimsenin hatırı uğruna ertelenemezler, ötelenemezler, sümen altı edilemezler. “Demokrasi bizim namusumuzdur” dediğimiz günden bu yana kan ve barut kokusu karışıyor âhlara. Gönül özlem duyuyor bir tek İslâm’ın hâkim olduğu aydınlık sabahlara!

Kalabalıkların kararları hakikatin ölçüsü değildir. Hakikat, kalabalıkların kararlarıyla mukayyed de değildir. Aksine hakikat, kalabalıklar üstüdür. Hakikatin ölçüsüne uymayan kalabalıklar, sadece birer karanlıktırlar.

Karanlıkların bağrında kalmış kalabalıklar, hakikatin önündeki barikatlardır. Öyle bir zamana düştük ki; baş tacı ediliyor İslâm’a kefen biçenler. Dünyayı yönetiyor iştahla Müslüman kanı içenler.Müslümanlar olarak “Dinimiz bizim namusumuzdur” ilkesini önemsemediğimiz günden bu yana elin Avrupa’sında yükselir kâşâneler. Ülkemizde ise gözlerimizi yaşartır virâneler!

Umutlar bağlanmış paraya, pula, altına. İşin zor gerçekler binmiş sırtına. Gâvurun toprağında bağlı kalmışsın gâvurun şartına. Kıyameti bize hatırlatıyor bu fırtına. Ey Allah davasının yaralı kuşu gel de dualarımızın ortasına kon. Külümüzden doğarız, başlangıçtır bize son. Kan misali dolaşır damarlarımızda hürriyet. İnsanca yaşamanın tek adıdır İslâmiyet!

Yeni Akit

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *