Mücahit Gültekin: “Dün söylediklerinin tam tersini bugün aynı inançla savunurlar. Şüphesiz bu bir tutarsızlıktır. Ama bu tutarsızlığının dayandığı temel bir prensip vardır: Güçlünün yanında olmak. O yüzden kendilerince tutarlıdırlar.”
Amerikan Füzeleri ve Biz
Mücahit Gültekin
İnsanlığın vicdanını Amerikan füzelerinde aramak, Amerika’nın attığı füzelerle yüreğini serinletmek bu ülkenin kimi dindarlarına geçmişinden miras kalmıştır.
Örneğin Necip Fazılımız bile 17 Temmuz 1959’da Büyük Doğu’da “Bize düşen kendi kendimize sahip olarak, Amerika’nın ebedi müttefiki, Amerikalının da ‘sen sensin, ben de ben’ tarzında dostu olmaktır. Amerikalıyı da böylece kendimiz için bir saadet unsuru kılmak… Yoksa bela haline getirmek değil.” diye yazmış, Amerika’dan “nazlı bir sevgili gibi” muamele göremediğimiz için hayıflanmıştı.
Öncesinde zaten ülkemizdeki komünist avına destek için Komünizmle Mücadele Dernekleri kurmuştuk. 1952’de çıkarılan Komünizmle Mücadele Dergisi ilk sayısında “Derginin çıkarılmasında her türlü kolaylık ve yardımı esirgemeyen İstanbul Amerikan Haberler Bürosu’na teşekkür” etmeyi de unutmamıştı. İkinci sayıda yer alan “Komünizme Karşı Hür Dünya” başlıklı yazı ise vefakarlığımızı bir kez daha göstermiş ve şu cümlelerle bitmişti: “Başkan Truman hür dünya seni ebediyyen anacaktır.”
Bu satırlar yazıldığı sırada biz çoktan “Allah Allah” sedalarıyla Kore’de General McArthur’un yanında hizalanmıştık. “Amerika’ya Hayır, Kore Savaşı’na hayır!” diyen bir avuç sapık, zındık, Allahsız, hain komünisti de linç etmiştik.
1969’da ise, Mehmet Şevki Eygi ağabeyimizin çıkardığı Babıali’de Sabah Gazetesi’nde “Binlerce imanlı insan” olarak Amerikalıları denize döken bu sapıklara “son ihtarımızı” yapmıştık: “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız.”
*
Kimi dindarlarımıza yapılan Amerikancı aşı tutalı çok olmuştur.
Yerimiz Amerika’nın yanıdır. Bu tartışılamaz, değiştirilemez; 1400 yıl önceki hükümler değişebilir, Amerika’yla olan müttefikliğimiz değiştirilemez.
Her zaman kendimizi Amerikan saflarına atacak bir gerekçemiz vardır. Dün komünizm Amerika’dan daha tehlikelidir, bugünse İran İsrail’den… Rusya zaten tarihsel düşmanımızdır. Bu, yarın daha başka bir şey olabilir. Bu gerekçenin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan bu psikolojinin ardında yatan temel dinamiklerdir. Bu dinamiklerden iki tanesi çok önemlidir: Din ve güç. Hangisinin daha önemli olduğunu anlamak için kolektif hafızamızda neler bulunduğuna bakmak gerekir.
*
Amerikan füzecisi bu algının refleksleri, güç karşısında hemen her zaman aynı tepkiyi verir: Güce boyun eğer ve bu boyun eğmeyi İslamileştirir.
28 Şubatçıların karşısında ilk yaptıkları şey, Erbakan Hoca’yı tasfiye etmek olmuştur. Kaybedeceklerini hissettikleri anda ilk yaptıkları şeydir bu.
“Erbakan Hoca’yı ABD düşürmüş” filan gibi gerçekler onları zerre kadar ırgalamaz. Hiç gözünün yaşına bakmazlar. Sonu gelmez tevilleri vardır. Sonu gelmez veriler üretirler.
Satışı bile, sadakat olarak pazarlayabilirler: “Vaatlerin gerçek oluyor Hocaam!”
Dün söylediklerinin tam tersini bugün aynı inançla savunurlar. Şüphesiz bu bir tutarsızlıktır. Ama bu tutarsızlığının dayandığı temel bir prensip vardır: Güçlünün yanında olmak. O yüzden kendilerince tutarlıdırlar.
Mesela Mavi Marmara kazandırıyor mu; herkes Mavi Marmaracıdır. Kaybettireceğini hissettikleri anda hoop hemen Mavi Marmara’yı satabilirler. Dedim ya hiç gözünün yaşına bakmazlar.
Her satışın bir hikmeti, her dönüşün bir hesabı vardır.
Oğlunu FETÖ’nün okullarına gönderen adamın yedi sülalesine kök söktürür, ama Ankara’yı bombalayan uçakların İncirlik’ten kalktığını unutmaya terk ederler.
Lafı çevirmekte, rotayı değiştirmekte inanılmaz çeviktirler. Bu çevikliklerini kaybetmeye ve kazanmaya karşı geliştirdikleri duyarlılıklarına borçludurlar. Bu adeta onlarda altıncı his olmuş, bir meleke haline gelmiştir.
Anlayamaz, anlatamaz, inanamazsın. Niye böyle yapıyorlar bir anlam veremez, hayretler içinde donakalırsın. Ama dedim ya, inanılmaz bir koku alma yetenekleri vardır. Sen aval aval bakarken, onlar çoktan kazandıran tarafa selam çakmışlardır.
Kimi zaman ümmetçi, kimi zaman milliyetçi; kimi zaman İrancı, kimi zaman Amerikancı; kimi zaman feminist, kimi zaman ataerkil; kimi zaman hurafeci, kimi zaman reformist; kimi zaman Osmanlıcı, kimi zaman Kemalist olabilirler. Gerekirse bunların hepsini aynı anda, aynı yerde, aynı mekanda olabilirler. Böylesine mucizevi bir yetenekleri vardır.
Yine de ne zaman, nerede, ne olacaklarını gayet iyi bilirler. Aslında bilmek de değildir bu. Biliş üstü bir şeydir. Hissederler. Havayı koklarlar. Neyin kazandıracağını ve neyin kaybettireceğini ışık hızıyla algılayabilirler. Algılar, hisseder ve mucivezi bir şekilde ne olunması gerekiyorsa onu olabilirler.
*
Kazanırken ve kaybederkenki ruh halleri çok ama çok ilginçtir. Kazanmak onlar için o kadar önemlidir ki, kaybederken de kazanıyormuş gibi yapma yeteneği geliştirmişlerdir; kaybederlerse/eğilip bükülmüşlerse “vav gibi” olgundurlar; kazanırlarsa “elif gibi” dimdik. Her duruma uygun bir atasözleri, her duruma uygun bir metaforları vardır.
İşbirliği mi gerekiyor; Hudeybiyecidirler. Düşene tekme mi atılacak; her biri Halid Bin Velid’tir.
Ahmet Kaya’ya taş atan Serdar Ortaç gibiyizdir. Birlikte onuncu yıl marşını okuyan Ebru Gündeş, Mahzun Kırmızıgül, Reha Muhtar gibi; sistemin kimi dışladığını bilir, koroda yerimizi alırız. Sonrasında Ahmet Kaya ya ağıt yakılacaksa onu da yakarız.
Her halükarda akıllıdırlar. Temel stratejileri “yaş tahtaya basmamak”tır. Eğer şeş kaza basıp da ayaklarına kıymık batmışsa, bir ömür çektikleri acıları anlatırlar.
Direniş kelimesini sevmezler. Direnenleri sevmezler. Ama direniyormuş gibi yapmayı severler. “Mış gibi” yaparak hem kahramanlık ihtiyaçlarını karşılarlar, hem de iş ciddiye binerse çalıyı dolanabilecek bir esnekliğe sahip olduklarını rakiplerine hissettirirler.
Dediğim gibi, direnenlerden hiç hoşlanmazlar. Direnerek kazanılabileceğine inanmazlar. Direnerek kazananlardan nefret ederler. Onlar için hazırda bekleyen bin tane komplo teorileri vardır:
-Neden kazanıyorlar? Çünkü Amerika öyle istiyor. Amerika istemeseydi, öyle olur muydu? Amerika ve İsrail önlerini açıyor.
-Ama adamlar İsrail’e füze yolluyor.
-Abicim niye gönderiyor, bir düşünsene. İsrail’le işbirliği yaptıkları açığa çıkmasın diye.
-Ama abi biz İsrail’le anlaşıyoruz. Ülkemizde NATO üsleri var.
-Neden var? Şimdilik, böyle olması gerekiyor. Eğer açıktan düşmanlık yaparsan ne olur? Tepene binerler. Peki bu müslümanlara fayda mı verir, zarar mı? Açıktan düşmanlık yapsak şuraya-buraya o kadar yardımı yapabilir miydik sanıyorsun? Harp hiledir. Unutma bunu. Karda yürüyecek ama izini belli etmeyeceksin.
Bir Amerikan füzecisiyle tartışamazsın. O ne çelişkilerin içinden çıkmış, senin gibi nelerini görmüştür.
Her daim teyakkuz halindedir;
Hiç kimse onu haklı davasında haksız duruma düşüremez,
Maşa varken elini yaktıramaz,
Yaş tahtaya bastıramaz,
Her doğruyu her yerde söylettiremez,
Karda yürütemez, yürütse de izini belli ettiremez.
Velhasıl O,
Gidilecekse gider,
Dönülecekse döner,
Öpülecekse öper,
Sevilecekse sever,
Sövülecekse söver,
Dövülecekse döver.
Hem dövüp hem sevilmesi gerekiyorsa, hem döver hem sever.
Harp hiledir ve o yaş tahtaya asla basmaz.
İSLAMİ ANALİZ
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *