Vahyin penceresinden bakalım!

Vahyin penceresinden bakalım!

İman ahlakını kazanmış bir mü’minin imanı, kişide özgüvene dönüşür ve o iman sayesinde sahibi dünyanın en paha biçilmez (satın alınamaz) insanı haline gelir. 

Yaşar Değirmenci, Yeni Akit için yazdı “Vahyin penceresinden bakalım!”

Değirmenci, “Eskiler, ‘üslub-u beyan, aynıyla insan’ derler. Belki buna şu hususu da eklemek gerek: ‘Bir davaya en çok zararı, ona düşman olanlardan çok, onu kötü savunanlar verir.” tesbitinde bulunduğu yazısında müslümanlara şu hatırlatmaları yaptı:

“Eğer Rabbinin rahmetinden, lütfundan umduğun, eline geçmeyen kazançlardan, gelirlerden dolayı etrafındaki muhtaçların sıkıntıya düşmelerini önleyemiyorsan, hiç olmazsa imkâna kavuşuncaya kadar, onlara, sıkıntılarını hafifletecek kolaylık yolları göster.

Ve eğer sen kendin, umut (kapın olan) Rabbin katından gelecek bir rahmet ve lutfu arama çabasında olduğun için (muhtaçları) geri çevirmek durumundaysan, en azından onlara gönül alıcı bir söz söyle.” (İsra Sûresi 28. Âyet)

Peygamber Efendimiz, yoksul müslümanların geçimiyle bizzat ilgilenir, imkânları nisbetinde onların bakımını sağlar, kendisinde yoksa diğer müslümanları buna teşvik ederdi. Âyette Rasulüllah Efendimizin bizzat kendisi de maddî sıkıntı içinde bulunduğu ve bu hususta Allah’ın rahmetini, lutuf ve ihsanını beklediği için ihtiyaç içinde olduğunu açıklayanlara yardım edemeyecekse nasıl davranması gerektiği bildirilmektedir. Buna göre insan, yardım isteyen birine olumlu cevap verme imkânına sahip değilse ümit verici, yatıştırıcı, güzel sözler söylemeli; onu kırmamaya, gönlünü incitmemeye çalışmalı, tatlı dille mazeretini ifade etmelidir.

Âyette cimrilik yerilmekte, savurganlık kınanmakta, cömertlik övülmektedir. Peygamber Efendimiz bu konuya şöyle bakmaktadır:

“Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri ‘Allah’ım! Malını verene yenisini ver.’ Diye dua eder. Diğeri de ‘Allah’ım! Cimrilik edenin malını yok et.’ Diye beddua eder. 

Allah Teala şöyle buyurur: Ey insanoğlu! Sen başkalarına ver, ben de sana vereyim. 

Başkalarına ver, sayıp durma, yoksa Allah da nimetini senden esirger. Paranı saklama, Allah da senden saklar.” (Buhari, Müslim Zekat bahsi)

Ayrıca Allah Resulü, üç defa arka arkaya:

“Yuh olsun altuna, yuh olsun gümüşe!” demiş. Sahabiler de:

‘Ey Allah’ın Resulü öyle ise hangi malı elimizde tutalım?’ diye sormuşlar. 

Peygamber Efendimiz de:

“Allah’ı zikreden bir dile, huşu içinde olan bir kalbe, dininize yardım edecek Saliha bir kadına sahip olun yeter” diye cevap vermiştir. 

“Elini boynuna bağlayan kimse gibi, eli sıkı, cimri olma. Büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çeker durursun. Yine sen (ey insan), ne ellerini boynuna bağlayıp (cimrilik yap), ne de onları büsbütün açarak (saçıp savur); eğer böyle yaparsan, kınanmış olarak bir köşeye atılıp pişmanlık içinde kıvranırsın.” (İsra 29)

(1- Allah’ın birliğini tanımak, yalnız O’na kulluk etmek 2-Ana/babaya iyi davranmak 3-Akrabaya ve muhtaçlara iyilik etmek, hayır yapmak) Dördüncü ödev hem cimrilikten hem israftan sakınmaktır. Cimrilik de savurganlık da aşırılıktır, bu sebeple haramdır. İkisinin ortası cömertliktir. Ahlâk kitaplarında savurganlık ifrat, cimrilik tefrit olarak nitelenir. İfrat, aklın ve dinin uygun gördüğü ölçünün ilerisinde veya uygun bulmadığı yollarda harcamayı; tefrit de gerekli yerlere gerektiği ölçüde harcamaktan kaçınmayı ifade eder. İsraf da cimrilik de erdemsizlikler arasında sayılır. İkisinin ortası (itidal, vasat) ise cömertliktir.

Birini düşünün: Bir imana sahip, fakat bir iman ahlakına sahip değil. Hatta imanın da bir ahlakı olduğunu, olabileceğini hiç düşünmemiş. Üzerine titizlendiği ahlaki alanlar vardır mutlaka. Cinsel ahlak, siyasal ahlak, iş ahlakı, ilim ahlakı… Fakat titizlendiği bu alanlar arasında “iman ahlakı” yok. Bütün ahlaki davranışlarının referansı imanı. Fakat bu imanın da bir ahlakı olduğunu göz ardı etmiş. Birini düşünün: Mümin olduğunu iddia ediyor, bir değerler sistemine inanıyor. Fakat inandığı değerler sistemine güvenmiyor. Allah’a inanıyor, inandığı Allah’a güvenmiyor. İslam’a inanıyor, inandığı İslam’ın yaşadığı çağın sorunlarını çözeceğine inanmıyor. Vahyin ilahi kaynağına inanıyor, o vahyin hayata dair kılavuzluğuna güvenmiyor. Kur’an-ı Kerim mesajından tedirgin olanlar, mazlumu ve mağduru değil suçu ve suçluyu savunanlardır.Çünkü İlahi Kelam, mazlumu savunur zalimi mahkûm eder, mağduru savunur suçu mahkum eder, sorumluluğu savunur, sorumsuzluğu mahkum eder. Kur’an mesajı insanı kula kul olmaktan sakındırarak Allah’a kul olmaya çağırır. İnsanları kendilerine kul etmeye çalışanlar, tarih boyunca Kur’an-ı Kerim’in özgürleştirici mesajını boğmaya çabalamışlardır. İnsanları Kur’an-ı Kerim’den ayırabildikleri ölçüde kendilerine kul edebilmişlerdir. Kur’an mesajı, kendisine kulak verenleri bilgiye, düşünmeye, akletmeye, hatırlamaya çağırır. Eskiler, ‘üslub-u beyan, aynıyla insan’ derler. Belki buna şu hususu da eklemek gerek: ‘Bir davaya en çok zararı, ona düşman olanlardan çok, onu kötü savunanlar verir.’ Yalanın, hilenin, sahtekârlığın dahi allanıp-pullanarak müşteri bulduğu bir dünyada, insanlığın değişmez değerlerini bünyesinde barındıran ve insan mutluluğunun öbür adı olan İslam’dan yüz milyonlarca insan mahrum yaşıyorsa, kendisine layık bir üslupla temsil edilemediğindendir. 

İman ahlakını kazanmış bir mü’minin imanı, kişide özgüvene dönüşür ve o iman sayesinde sahibi dünyanın en paha biçilmez (satın alınamaz) insanı haline gelir. Kaliteli bir Mü’min olur. Üsveyi hasene (örnek insan) olan Peygamberimizin de izini süren bir mü’min! Üslubunu, usulünü, refleksini, karakterini, davranış kalıplarını ve hayat tasavvurunu Dinimiz İslâm’ın ölçülerine uyarak uygular. Ruhun elbisesi olan bedenin temizliğini ruhun temizliğinden ayrı değerlendirmemiş olan mü’min. Peygamberimizin şu uyarısına kulak verelim: “Ya öğrenen ol, ya öğreten, ya da dinleyen: Sakın dördüncüsü olma, helak olursun!” Herkes, kendisinin ‘kaçıncı’ olduğunu gözden geçirsin. 

Enerjisi bir türlü tüketilemeyen bir güç İslam. Hem de şimdilerde ABD’nin temsil ettiği modern Batı uygarlığına alternatif olma potansiyelini bağrında barındıran bir güç. Bu güç, dün olduğu gibi bugün de milyonlarca insanın hayatını şekillendiriyor, onlara ideal aşılıyor, bilinçlerini ve kimliklerini inşa ediyor. ‘Şer güçler’ ve temsilcileri, İslam’ın insanın yaratılış amacına uygun bir hayat inşa etmek için ısrarla istediği dünyayı İslam’ın elinden alarak onu kendi düzenlerinde kullanmak, İslam’ı ve Peygamberimizi hayatın dışına çekmek.

Hıristiyan misyonerleri için İslam’ın birincil hedef olması, İslam’ın her zaman, her şartta ve mekânda geçerli olan özellikleri yüzündendir.

Eline aldığı eşkıyadan “evliya”, eline aldığı cahiliyyeden “saadet çağı”, eline aldığı evladını diri diri gömen bir babadan dünyanın en adil yöneticisi, eline aldığı düşmanın torunlarından fatihler çıkarır. Bu, dinin sahibi olan Allah’ın “İslam” adını verdiği teslimiyet yolunun tabiatında var olan bir niteliktir. İslam’a karşı açılan savaş onu bu niteliklerinden uzaklaştırıp hayata dair iddialarından vazgeçmiş müzelik bir inanç haline getirmek için yapılıyor.

Unutmayalım Allah, değerlerini koruyanları korur.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *