Allah’a ortak koşmak (Şirk) nasıl olur?

Allah’a ortak koşmak (Şirk) nasıl olur?

Akidenizi her tür şirkten, küfürden koruyunuz. Adı ne olursa olsun ve kim ne şekilde izah getirmeye çalışırsa çalışsın tevhid akidesi yalnızca Kur’an’a dayanmalı, başkasına ise aslâ dayanmamalıdır. Akidesinde Kur’an dışında herhangi bir şeye dayananın dayanağı çürüktür ve dayananını düşürür…

Ercümend Özkan

Şirki tanımlamak için öncelikle tevhidi belirlemek gerekmektedir. Tevhidin sınırları belli olarak tanımlanması, şirkin tanımını kolaylaştırır.

İslam esas olarak tevhid temelinde yükselen binanın (yapının) adıdır. Bu yapıya vücud veren tevhid ise Allah’ı zâtı(kişiliği) ve vasıfları(özellikleri) itibariyle bir (tek) bilmek ve tek’liğinden emin olmak, hiçbir tereddüdü olmamaktır.

Konuyu biraz daha açarak söylersek zâtı itibariyle Allah’ı tek bilmek, O’nun gibi bir ikinci kişiliğin bulunmaması demektir. Nitekim kendisi de bizlere “Allah’ın iki olduğunu varsayınız, bakalım bu düzeni yerinde bulacak mısınız?” buyurmaktadır. Gerçekten Allah, yoktan ‘ol deyince olduran’ olduğuna göre, yarattıklarının tümüne kendilerine has özellikler (kader) tayin eden olduğuna göre bu vasıfları haiz bir ikinci kişiliğin bulunabileceğini düşünebilmek eşyayı ve insanı göz önüne getirdiğimizde mümkün görünmemektedir. Zira ikinci bir Allah olsa idi, bu takdirde Onun da yoktan var ettiklerinin bulunması, ve bunlara taşıdıkları özellikleri veren olması gerekirdi. Daha pratik bir cevapla diyebiliriz ki ikinci Allah’ın da yarattığı bazı şeyler olur ve bunlara da özelliklerini bu ikinci Allah(ilah) vermiş olurdu demektir. Bu takdirde ise bütün ortaklıklarda görüldüğü gibi yaratma ve özellikler vermede de ortağı bulunanla, ikinci ortak arasında ihtilaf çıkar ve yaşadığımız kainatta göregeldiğimiz bu düzeni bulamazdık. Zira günün birinde bu ortaklık şöyle veya böyle sona erer ve ikinci ilah kendi yarattığı eşyayı alır, ortaklıktan ayrılır ve bizler de kainatta göregeldiğimiz bu düzenliliği bu ortaklığın sona erişinden itibaren göremez olurduk. Kainat kurulduğundan beri gerek bizzat müşahede ettiğimiz gibi, gerekse yapılan incelemeler sonucu bildiğimiz odur ki kainat düzeninde bir değişikliğe rastlanmamış, bir ikinci ilah bulunduğuna dair küçücük de olsa herhangi bir belirti var olmamıştır. Bu onu göstermektedir ki yaratmak da, yarattıklarına kendilerine has özellikler vermek ve bu özelliklere göre yarattıklarının tedviri işi bir zâta, tek kişiliğe aittir; ikincisinin bulunması eşya ve kainat gözlendiğinde mümkün görülmemektedir.

İnsan, hayat ve kainatın kendi kendini yaratmış olmasının düşünülmesi halinde varlığın hem yaratıcı, hem de yaratılan olmasının gerekliliğinden söz edilmiş olurdu. Bunun ise aklen mümkün bulunmadığı bir gerçektir. Zira bir şey aynı zamanda iki şey birden olamamaktadır.

İnsan, hayat ve kâinâtın varlığının vacib(spontane) olduğunun var sayılması halinde ise eşyanın hudutsuz olduğu, sınırsız bulunduğu kabullenilmiş olurdu ki hangi şeye bakılsa bir sınırlılığın söz konusu olduğu, sınırsızlığın eşya, insan ve kainât için söz konusu olmayacağı gerçeği karşımıza çıkmaktadır.

Kendi kendini yaratmayan, varlığı da kendiliğinden olmayan bir başkası tarafından yaratılmış bulunmasını düşünmek, eşyanın tabiâtına uygun düşünmektir. Bu noktada, yaratıcı bu varlığın yukarıda da değindiğimiz gibi tek olması gerekmektedir. Eşyadaki bütün özellikler, ve eşyanın tâbî bulunduğu bütün kader yaratıcı ve özellikler vericinin tek olduğunun işaretlerini taşımaktadır.

Yaratıcı ve yarattıklarına kendilerine has özellikler(kader) veren ve kurduğu düzenin işlemesini sağlayanın tek olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu varlığın kendi ifadesi ile adının ‘Allah’ olduğunu da bilmekteyiz. Biz insanlara gönderdiği elçileri ve elçileri vasıtasıyla bildirdiği vahiyde belirtildiği üzere Allah kendisinin, bilinmesini istediği gibi bilinmesinden ve kabullenilmesinden razı olmaktadır. Kendine ait sıfatların bir başkasında görülmesine, bir başkasında da var olduğunun kabulüne aslâ razı olmamaktadır.

Bu cümleden olarak Allah; yaratıcı sıfatını, yarattıklarına özellikler(kader) tayin etme sıfatını kendinde bulundurduğu gibi, bu sıfatları kaldırma özelliğini de kendine tahsis etmiş ve yarattıklarından esirgemiştir. Yarattığı canlılara rızık vermeyi kendi üzerine almış, yarattıkları için ecel belirlemeyi, bu ecelin bir an öne alınması veya geriye talikine yer vermeyeceğini de kendine tahsis etmiştir. Gaybı bilmeyi kendine tahsis ettiği gibi, açıkça belirttiği gibi, kendisine inanılmasını da yine kendisi istemiş ve belirtmiştir. Yarattıklarından hiçbirine benzemediğini, yarattıkları ile kendisinin ayrı varlıklar olduğunu da yine kendisi belirtmiştir. O’nun katında velî(dost) olmanın şartlarını da yine O belirlemiştir. Yanında Allah katından hüccet(delil) bulunmadığı halde kullarının O’na bir şey izafe etmemelerini de yine O belirtmiştir. Dilediği kişiyi elçi seçeceğini ve seçtiğini belirten de yine kendisidir. Elçilerine neleri vahyedeceğini belirten de yine O’dur. Kullarının isteklerine göre değil, kendi dilemesine(meşiyetine) göre hareket etmeyi de yine kendisi kararlaştırmış, bunun için de kimse ile meşverete ihtiyaç duymamış olan da yine kendisidir. O’nun yorulmadığını bildiğimiz gibi, eşe, çocuğa da ihtiyacı bulunmadığını, kimseyi evlat edinmediği gibi, kimsenin de yardımına ihtiyâcı bulunmadığını belirten de yine O’dur. Kur’an’da açık açık belirttiği özellikleriyle bilinmeyi de yine kendisi istemekte ve dilemektedir.

Bütün bunlara rağmen kulları O’nun belirttiklerinin, açık açık buyurduklarının dışına çıkarak ve kuruntularına uyarak, gerçekten hiçbir şey ifade etmeyen zannlarına uyup, O’nunla ilgili şeyler kurmuşlar ve bunları ilim edinmişlerdir. Bu sebeble de Allah bu gibileri için “Onların çoğu ortak koşmadan inanmazlar” buyurmaktadır.

Tevhid Allah’ı zâtı ve sıfatları itibariyle (tek) bilmektir. Pratikte bu tek bilmeme O’nun sıfatlarını O’ndan başkasında görme şeklinde tezahür eder. Allah’a ait sıfatlardan herhangi birini bile Allah’ın dışında bir varlıkta görme, bu sıfatın Allah’tan başkasında da bulunduğunu kabullenme açıkça şirktir ki Allah buna ortak koşma demektedir. Bu cümleden olarak vahdet-i vücud şirktir. Zira Allah’ı tekzibtir. Allah “Allah yarattıklarından hiçbirine benzemez” buyurduğu halde, vahdet-i vücud Allah’ın yarattıklarının toplamının benzeri bulunduğunu iddia eden Yeni Eflatunculuk ekolünün görüşüdür. Allah’ı yalanlamanın da şirk olduğunu belirtmeye ihtiyaç var mı bilmiyoruz!

Vahye teslim olmuşluğun adı olan İslam, neyi nasıl tarif ediyorsa onu o şekilde bilmek, o şekilde inanmak gerekmekte olup, aslâ Kur’an’daki esaslarından uzaklaştırmamak gerekmektedir. Zira Kur’an Allah katından yanımızda bulunan hüccettir. Bu hüccet bizi emin kılmakta, imânımızı sağlamlaştırmaktadır.

Allah katında en çok kaçınılması gereken şeyin ortak koşma olduğu bilinmeli ve ona göre davranılmalıdır. Bunun içindir ki müslümanım diyen herkes mutlaka gerek imanını, gerekse amellerini gözden geçirmeli Kur’an eleğinde elemelidir. Ki Kur’an’ın koyduğu ölçüleri tutmayanlar eleğin altına düşsün ve eleğin üzerinde bulunması gerekenler üzerinde kalsınlar.

Ahiret, hesabın görüleceği ânın başlangıcı ise bu hesabta kârlı çıkabilmek, berâet edebilmek ancak sahih bir imânla(akideyle) mümkündür. Sahih akideye eklenecek sâlih amellerin insanı kurtaracağını Kur’an buyurmaktadır.

Müslüman yalnızca vahye teslim olan demek olduğuna göre; hevâsına, mevkie, mala, şehvetine ve vahyin dışında ne olursa olsun herhangi bir şeye uymanın adı İslam değildir. Zira vahye teslimiyet bir komple teslimiyet olup, parçalanması mümkün değildir.

Demokrasi, marksizm veya bir başka siyâsî ve fikri cereyânın da uzak durulması gereken akidevî kirlilik olduğunu belirtmeye çok gerek vardır. Zira kendi dünya görüşlerini gereğince bilmeyenlerin ve sahiplenemeyenlerin zaman zaman esen ideolojik rüzgarların etkisi altında kaldıkları, en azından yakın geçmişimizden bilinmektedir. 1960’lı yılların sosyalizm rüzgarları nice müslümanım diyeni kendi istikametinde sürüklemiş ve önüne yatırmıştı. Şimdilerde ise iflas eden sosyalizmin yerini demokrasi almış görünüyor. Demokrasiden kendini korumayanlar şirkten korunamazlar. Zira hevâya uymanın bir diğer adı olan demokrasi, müslümanın Kur’an’a dayanması gereken akidesini kirletir ve sıhhatini bozar. Sıhhati bozulmuş akide ise Allah katında merduttur. Allah kullarından arı-duru ve yalnızca Kur’an’a dayalı bir akide ve salih amel taleb etmektedir.

Akidenizi her tür şirkten, küfürden koruyunuz. Adı ne olursa olsun ve kim ne şekilde izah getirmeye çalışırsa çalışsın tevhid akidesi yalnızca Kur’an’a dayanmalı, başkasına ise aslâ dayanmamalıdır. Akidesinde Kur’an dışında herhangi bir şeye dayananın dayanağı çürüktür ve dayananını düşürür. Sizi düşürecek dayanağa dayanmayınız. Sağlam akidevî dayanak Kur’an’la belirlenmiş ve Kur’an’da netleştirilmiştir. Sübût-u kat’î olan Kur’an, delâleti kat’î olanlarının kat’î şekliyle, zannî olanlarına da zannî şekliyle (bulunduğu hâli ile) inanılması gereken âyetler akidevî âyetlerdir.

Şirkten uzak durmayan ve duramayanın yeri cehennemdir. Kaçınılması gereken kötü yerdir orası.. Çekinenlere ne mutlu..

(İktibas, sayı 169)

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *