Atasoy Müftüoğlu: Medine ve Medeniyet Üzerine

Atasoy Müftüoğlu: Medine ve Medeniyet Üzerine

İslam’ın yeniden gerçeklik alanına, irade alanına dönüşünün mümkün olabilmesi için, her şeyden önce İslami bilincin özgürleştirilmesi gerekiyor.

İslam; yeni bir din, yeni bir inanç-düşünce, yeni fikirler, yeni bir siyasal toplum, yeni bir tarih, kentli bir ticaret toplumu, yeni bir örgütlenme biçimi, dünya ölçeğinde geçerli olabilecek ahlaki ve hukuki bir düzen-sistem, kabile-millet ötesi bir toplum/ümmet, iman ve adalet bağları temelinde çok güçlü bir aidiyet, kabilecilikten uluslararası bir kimliğe uzanan yeni bir ufuk, yeni bir güç, yeni bir başlangıç yaparak insanlık tarihine girdi.

Müslümanlar, tarihe girişlerinin ilk yüzyılında, kozmopolit bir üst kültür oluşturarak, bütün kültür ve uygarlıklarla iletişim kurdular, bütün kültürlere/uygarlıklara hitap ettiler, bütün kültür ve uygarlıklarla alışveriş yaparak bu kültür ve uygarlıklardan kendi bünyelerine/dünya görüşlerine, hayat tarzlarına uygun olan unsurları aldılar, aynı şekilde iletişim kurdukları kültür ve uygarlıklara da onların benimseyebilecekleri, kabul edebilecekleri katkılarda bulundular. Müslümanlar, fethettikleri ülke halklarının, İslami şiarlara saygı göstermeleri koşuluyla, dini-kültürel özerkliklerini sürdürmelerine izin verdiler.

İslam’ın ilk yüzyıllarında entelektüel özgürlüğün/bağımsızlığın ayrıcalığı ve dokunulmazlığı vardı. İslami bilincin ufkun, aidiyetin ve entelektüel üretkenliğin sınırları, dünyanın sınırları haline gelmişti. Bu nitelikler kentli bir kültürün, kentsel ilişkilerin ve medeni bir dünyanın somut ifadesiydiler. Günümüzde, entelektüel-eleştirel bağımsızlığın vatan hainliği sayıldığı hatırlanırsa, kent kültürüne, kentsel ilişkilere, medeni ilişkilere/inceliklere/davranış ve tercihlere ne kadar çok yabancılaştığımız kolaylıkla anlaşılabilir.

Büyük güçlerin, medeniyetlerin, imparatorlukların yükseliş ve düşüşleri ile ilgili çözümlemeler/analizler ve değerlendirmeler dikkate alındığında, düşüşleri açıklamanın daha büyük güçlükler taşıdığı görülür. Her yükseliş, daha önce yaşanan/gerçekleştirilen tecrübelerden yararlanma imkanına sahiptir. Düşüşlerde, büyük güçlerin, medeniyetlerin, imparatorlukların düşüşlerini tek nedene bağlamak yanıltıcı olabilir. Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için, bütün boyutları görmek, tek yanlı çözümlemelerden kaçınmak gerekir. Büyük çöküşlerin, hayatın her alanında ortaya çıkan konformizmlerle yakından ilgili olduğu değerlendirmesi abartılı sayılmamalıdır. Yüzyılları içerisine alan, İslam medeniyetinin gerileyişi ve çöküşünde, Bağdat’ın düşüşü ile başlayan içe kapanma süreçlerinin, belirleyici bir nokta olduğ ubiliniyor. Bu döneme kadar sistematik bir biçimde sürdürülen, akli/felsefi/bilimsel çabalar/inşa’lar/yoğunluklar/keşifler/tecrübeler/birikim vb., içe kapanmayla birlikte, dış dünyadan, tarihten, hayattan, toplumdan uzaklaşmayla sonuçlandı. İçe kapanmayla birlikte, manevi/tasavvufi/batıni yoğunluklar/keşifler ve tecrübe önem kazandı.

Dünyaya/tarihe/topluma/hayata/siyasete/entelektüel alana yönelik içerik üretiminin yerini, manevi/batıni hayata yönelik içerik üretimi alınca, dünyadan/tarihten/hayattan/düşünceden/siyasetten bütünüyle kopuk, aklın ve iradenin alanı dışında, dış dünyadan gelen hiç bir meydan okumaya cevap veremeyen, her tür dış müdahaleye açık, yeni bir din algısı, yeni bir din’i bünye/çevre/iklim/ortam oluştu. Sözünü ettiğimiz dış müdahale, önce İslami bilincin sömürgeleştirilmesiyle sonuçlandı. İslami bilincin sömürgeleştirilmesiyle birlikte, Batılı söylemin ideolojik/entelektüel/felsefi/kültürel iktidarı/tahakkümü ve otoritesi, İslam toplumlarına dayatıldı. Toplumlarımız İslami gerçekliğe, İslami bütünlüğe yabancılaştıkları için, kendilerine Batılı/seküler/kapitalist/liberal gerçekliğin dayatılması kolaylaştı. İslam toplumlarına dayatılan gerçeklik, İslam toplumlarını büyük ölçüde nesneleştirdi. Batılı söylemin iktidarı ile birlikte toplumlarımız, İslami söylemin iktidarını kaybettiler. Bu nedenledir ki, bugün, İslam, irade alanının dışında, bireysel-özel dindarlık, ya da folklorik-kültürel bir dindarlık biçiminde varlığını sürdürüyor.

İslam’ın yeniden gerçeklik alanına, irade alanına dönüşünün mümkün olabilmesi için, her şeyden önce İslami bilincin özgürleştirilmesi gerekiyor. İslami bilincin özgürleştirilmesi için, Batılı gerçekliğin bütün boyutlarıyla sorgulanabilmesi, bu gerçekliğin entelektüel anlamda reddedilmesi ve İslami otoritenin yeniden inşa’sının mümkün olabilmesi gerekiyor. Bugün, İslam dünyası toplumları, ne yazık ki, hem ontolojik bağlamda, hem de, epistemolojik bağlamda seküler bir emperyalizmin tayin edici etkisi altındadır. Ontolojik ve epimstemolojik emperyalizm, her alanda radikal bir edilgenlik otuşturuyor. Ontolojik ve epiştemolojik emperyalizmin belirlediği sınırlar içerisinde bir İslam medeniyetinin nasıl mümkün olabileceği, mümkün olup olmayacağı her nasılsa hiç konuşulmuyor ve tartışılmıyor.

Günümüzde İslam toplumları/kültürleri karşı karşıya bulundukları, maruz kaldıkları iki karşıt aşırılık sebebiyle İslami bütünlüğü, bütünlük bilincini temsil edemiyor. Bu aşırılıklar, zahiri aşırılıklar, batıni aşırılıklar olarak özetlenebilir. Yapılması gereken, bu aşırılıkları aşabilecek, ahlaki yeniden inşa ile entelektüel yeniden inşa’nın birlikte hayata geçirilmesi olabilir. İlk dönem uygulamalarının bugün nasıl anlaşılması/yorumlanması ve değerlendirilmesi gerektiği konusunda da, nitelikli kadrolara sahip olunması durumunda İçtihad’a başvurulabilir.

DİĞER SORUŞTURMA YAZILARI:

Ümit Aktaş: Medine, Medine Sözleşmesi, Medeniyet

Şinasi Gündüz: Medine Vesikası: Anayasal Bir Sözleşme mi Yoksa Bir Arada Yaşamaya Dair Bir Model mi?

Ramazan Yazçiçek: Medine, Medine Sözleşmesi, Medeniyet Kavramları Dolayımında Mülahazalar

Hüseyin Alan: Medine-Medine Sözleşmesi-Medeniyet

İKTİBAS

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *