Bağışıklık Sistemimiz Nasıl Güçlü Olabilir (ki)?

Bağışıklık Sistemimiz Nasıl Güçlü Olabilir (ki)?

İmtihan dünyası, her çağda olduğu gibi her şeye rağmen hayatta baş edemeyeceğimiz hastalıklar olabilir. Ama dünyanın son günü de olsa ağaç dikin diyen bir elçinin ümmeti olarak umutla her şartta sağlıklı yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Gülbahar Ay Satan

Bu yıl virüs nedeniyle ülkede Bilim Kurulu oluşturuldu. Bu kuruldaki uzmanlar, sürekli insanlara bağışıklığınızı güçlü tutun diye telkinde bulunuyor. “Bağışıklığı nasıl güçlendireceğiz” diye bir soru sorduğumuzda, çocukluğumuzdan beri sürekli duygumuz şeyler sıralanıyor; dengeli beslenin, iyi uyuyun vb. şeyler.

“Dengeli beslenmek” cümlesi herhalde insanoğlunun en çok duyduğu ama içeriğini bilmediği ve uygulamadığı devrim niteliğinde bir sözdür. Bu güzel cümlenin yerini tutabilecek bir söz varsa eğer o da şudur: “Dengeli yaşamak”. Çünkü insan vücudu bir bütün, elbette dengeli beslenmek çok önemli ama tek başına yeterli değil.

İnsan vücudu hakkında bilmediğimiz o kadar şey var ki… İnsan vücudu da tıpkı bir evren gibi diyebiliriz. Nasıl ki evrenin sadece bir kısmını bilebiliyorsak bu durum vücudumuz için de geçerlidir. Bunun içindir ki yıllar hatta aylar sonra bile doğru bildiklerimiz yanlış çıkabiliyor. Daha da kötüsü uzmanların beslenme konusunda birbirleriyle çelişen açıklamaları oluyor. Biri tahılları yemeyin derken öbürü meyveyi tamamen yasaklıyor, diğeri hayvansal besinleri çok tüketin derken bir diğeri de mümkün olduğu kadar kısıtlıyor. Bu söylenenlerin hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu öğrenmek için uygulayarak tecrübe etmemiz gerekiyor. Örneğin beyaz unu kestiğinizde vücut buna olumlu yanıtlar veriyor. Ama Allah’ın bize verdiği buğday gibi bir nimet neden bizi hasta ediyor? Cevabı açık, insanlar buğdayın genetiğini bozduğu için buğdayda sindiremeyeceğimiz proteinler çoğalıyor; örneğin “gluten”. Bir de buna yanlış ekmek yapımı girince durum daha da kötüleşiyor. Yine bir diğer nimet süt. Süt ürünleri de insan eliyle sindiremediğimiz bir hal alıyor. Özellikle, düzenli kutu süt tüketen çocuklarda “otistik” özelikler baş gösteriyor. Çocuğun algıları durma noktasına geliyor. Sütü ve gluteni azalttığınızda bu çocuklarda iyileşme görülüyor. Bağırsakları, sindirim sistemi düzeldikçe onlar da düzeliyor. Sindirim sistemimiz ne durumda bunu kendimizi gözlemleyerek az çok tahmin edebiliriz. Örneğin her gün ya da belli bir düzende zorlanmadan tuvalet ihtiyacını giderebilmek çok önemli bir işarettir. Aksi durumda yanlış beslendiğimiz aşikardır. 

Allah Kur’an’da, size verdiğim nimetlerinden yiyin diyor. Ama Allah nesli ve ekini ifsat etmeyin de diyor. Demek ki her nimet faydalı ama ifsat edilmemiş, bozulmamış ürünleri ölçülü ve dengeli yemek şartıyla… Genetik faktörleri, doğuştan gelen hastalıkları bir tarafa bıraktığımızda, yanlış beslenme; özellikle paketli gıdalar, ekmek ve şeker tüketmek bağışıklığı zayıflıyor. Eğer ki vücudunuzda, bir organınızda, cildinizde bir sorununuz varsa büyük ihtimalle yanlış besleniyorsunuz demektir. Çoğu insan; kronik yorgunluk, kronik eklem ağrıları, hazımsızlık, kilo sorunları, alerjiler (ki bu sorun insanlar tarafından o kadar içselleştirilmiş artık normal sayılıyor), tansiyon, kolesterol, şeker, damar hastalıkları, depresyon, kronik baş ağrıları, iyileşmeyen cilt hastalıkları gibi birçok hastalıkla uğraşıyor. Daha da ilerisi kanser. Bazen de yanlış beslenme ile bağışıklık zayıflamaktan ziyade yanlış çalışmaya, aşırı çalışmaya başlıyor. Ve bağışıklık sistemi kendi vücudundaki hücreleri tanımayarak adeta onlara düşman diye saldırıyor. Durduk yere antikor, iltihap üretiyor. Organlara hasar veriyor. Bu da tedavisi olmayan bir çok kronikleşen hastalığa yol açıyor.

Peki bağırsaklarımızın florasını nasıl düzeltiriz, bağırsaklarımızdaki yararlı bakterileri nasıl çoğaltırız diye sorular sorduğumuzda karşımıza turşu (tabii ki koruyucusuz organik sirkeyle yapılan), et suyu, yeşillik, sebzeler, meyveler, gerçek süt ile yapılan ev yoğurdu vs. gibi besinler karşımıza çıkıyor. Küçükken hasta olduğum zaman babam bana bir bardak turşu suyu getirirdi. Gerçekten eskilerin tecrübeleri bambaşka (Lakin ben çok tuz çektiği için turşu tüketmeyi oldukça kısıtlıyorum). 

Evet, buraya kadar gördük ki sindirim sistemi ve diğer organları koruyan bağışıklığı güçlendirmek için dengeli beslenmek gerekiyor. 

Günümüz dünyasında dengeli beslenmek daha doğrusu dengeli yaşamak mümkün müdür?

– Bilim Kurulu, bağışıklığınızı güçlü tutun derken bağışıklığımızı olumsuz yönde etkileyen durumlara karşı bir çözüm yolu ya da tenkit getiriyor mu? 

– Sebze ve meyvede kullanılan hormonların, bilinçsizce kullanılan zirai ilaçların zararlarını nasıl yok edeceğiz? Meyveler haftalarca kararmadan, bozulmadan kalabiliyor. Zirai ilaçlardan sebze ve meyvelerin en faydalı yeri kabuklarını soymak zorunda kalıyoruz, bu sefer de sindirim sorunları ortaya çıkıyor. Sıkılmış meyve sularını bile dikkatli tüketmek gerekiyor, bence meyve de bir bütün olarak posasıyla yenmelidir. Çünkü posa-lif bağırsakları kalkan gibi korumaktadır. 

– Şeker pancarından üretilen şekerin zararları aşikardır. Fakat bu şeker fabrikaların kapanmasına sevinemiyorsunuz çünkü ona alternatif olarak adeta bir zehir olan nişasta bazlı şeker fabrikaları açılıyor. Bu zehrin kullanıldığı ürünlerle beslenerek bağışıklığımız nasıl güçlü tutabiliriz? Biliyoruz ki hazır paketli besinlerin çoğu transyağ ve glikoz gibi yapay şekerlerden üretiliyor. Koruyuculara, renklendiricilere sürekli maruz kalan vücudun bağışıklığı bozuluyor. Takvalı bir insanın nasıl ki küçük hataları siliniyorsa, bağışıklığın güçlü olursa da bazı zararlı şeyleri vücut tolere edebiliyor. Ama sürekli haram işlemek nasıl kalbi karartıyorsa yanlış beslenmek ve sürekli kimyasallara maruz kalmak da bağışıklığı bozuyor. Maalesef bu ürünler çocuklarımızın etrafını sarmış durumda, çoğu zaman onları bu besinleri (ki bunlar gerçekte besin değil) tüketmelerinin önüne geçemiyoruz. Neden tüm marketler çocukları büyüleyen rengarenk bu zehirli besinlerle dolu? Cipsler, kekler, karameller, krakerler… İleride çocuklarımızı ne bekliyor bilemiyoruz.

– Gençleri ise fast food tarzı besinlerden uzak tutmak nerdeyse imkansız. Pizza, hamburger yanına kolalar, yapay tatlandırıcılı içecekler, kızartmalar, soslar, mayonezler… Neden bir yere AVM dikildiğinde içine ilk olarak bu yabancı fast food dükkanları açılıyor. Daha da kötüsü hazır pizza; düşünün hem dondurulmuş hem de iç malzemesinde yine tehlikeli yiyeceklerden olan işlenmiş et, salam ve sucuk bulunuyor. Bir de pizza bozulmasın diye içine koruyucu koymuşlar. Tüketirken de mikrodalgada ısıtın deniliyor. Sözün özü besin diye satılan bu maddeleri mecbur kalmadıkça vücuda sokmamak gerekiyor.

– Beyaz ekmekler insanları adeta zehirliyor. Bilim Kurulu, genetiği bozulmamış tahıllarla, yine kurulun önerdiği standart, sindirilebilir ekmek üreten fırınlar pekala hayata geçirilebilir. 

– Şehrin içindeki fabrikalarla nasıl temiz hava soluyarak bağışıklığımızı güçlü tutacağız? Yoksa insanlar kirli hayata da mı antikor geliştirebilecek? Bu şartlarda yaşayabilmek için evrim mi geçirecek?

– Yine bağışıklık üzerinde etkili olan bir diğer durum hareketsizlik, ama insanlar çok aşırı çalıştığında da vücudu zarar görebiliyor. Özellikle ağır işte çalışanların hakkını savunan bir bilim kurulu var mı? Ya masa başında hareketsiz saatler geçiren beyaz yakalıların çalışma saatleri hakkında bir öneri var mı? 

– Yoksulluk sorununa gelirsek, asgari ücretli bir ailenin sofrası nasıl dengeli bir sofra olabilir? Etiyle, sebzesiyle, nasıl tüm vitaminleri tam olarak alabilir? Bunu dile getiren bir bilim kurulu var mı? Tek düze beslenen çocuklardan hangi hakla “çalışkan ve sağlıklı” olması beklenebilir. 

– Stres ve mutsuzluğun bağışıklık üzerine etkisi konuşuluyor. Peki bu insanlar neden mutsuz? Kalabalık, beton, trafik, kentler hakkında konuşan, öneride bulunan bir bilim kurulu neden yok?

Öncelikle doktor ya da uzman değilim ama iyi bir gözlemciyim hem kendimi hem de çevremi… 

Herkes her şeyi araştıramayabilir. Her çağda olduğu gibi bu çağda da mazlum insanlar var. Doktor ne derse aynen uygulayan insanlar var. Oysa aynen işini iyi yapan manavlar, kunduracılar olduğu gibi işini iyi yapan doktorlar da var. Yine işini kötü yapan kasaplar olduğu gibi işini kötü yapan doktorlar da var. Ben işini iyi yapabilen doktorları ‘hikmetli’ olarak nitelendiriyorum. Yani duruma göre yeni bir fikir üreterek isabetli karar verebilenler. Örneğin okuduğu müfredatla işi çözmeye çalışan doktorlar var, bizzat yaşadım; en ufak bir şeyi düşük tehdidi gören bir doktor sana poşetler dolusu ilaç verirken, bir diğer doktor vermeyebiliyor. Yine gebelikte; yorgunluk, heyecan vb. durumlardan dolayı yüksek çıkan tansiyona bir doktor kutu kutu ilaç yazarken bir diğeri bitki çayları ve dinlenmeyi önerebiliyor. İlaç konusu çocuklar için daha da önemli çünkü bilinçsizce kullanılan ilaçlar bağırsaklardaki yararlı bakterileri öldürebiliyor.

– Benim doktorlara güvenim, yıllar önce bir diş dolgusu yapılırken sarsılmıştı. Diş hekimi, dişime, bana sormadan amalgam yani civa ile yapılan (gümüş görünümlü) bir dolgu yapmıştı. Düşünün ağır bir metal civa ağzınızda ve sıcakla etkileşime geçince açığa çıkarak sinir sisteminizi etkileyebiliyor. Bir diş hekimi bu konuya çok önem verirken bir başka diş hekimi espriyle karışık hamside de civa var diyerek konuyu geçiştirebiliyor. Sanırım tıp çoğu zaman bir şeyi yaparken başka şeyi de yıkmak zorunda kalıyor.

Daha nelere maruz kalıyoruz bilmiyoruz zaten bildiklerimiz de yazmakla tükenecek gibi değil; evde kullanılan mikrodalgalar, baz istasyonları, alüminyum folyolar, ağır metaller, parlatıcılar, sürekli soluduğumuz deterjanlar, plastik su şişeleri ve bardakları ile yutulan plastik parçacıkları…

Neredeyse hiç konuşulmayan manyetik alanlar… Örneğin; bir metroda ya da otobüste yüzlerce telefonla aynı ortamda iken bu durumdan vücudumuz nasıl etkiliyor bilmiyoruz. 

“Peki hangi besinleri tüketeceğiz?” sorusu:

Bu soru size, kendinizi, kutupta kırılmış bir buzun üstünde kalan penguen gibi hissettirebilir. Hangi besinleri yiyeceğimiz sorusu kadar, nasıl ve ne zaman yiyeceğiz sorusu da çok önemli bir sorudur. Besinlerin vücudumuza etkilerini araştırmamın sebebi birkaç yıl önce gebelikle beraber yanaklarımda çıkan minik kırmızı sivilcelere dayanmaktadır. Paketli bir ürün yediğimde cildim hemen alarm veriyor. Bu iyi mi kötü bilmiyorum ama mecburen sağlıklı beslenmek zorunda kalıyorsunuz.

Öncelikle her insan farklıdır, çünkü her insan anne karnında başka şeylerle beslenmiştir. Her çocuk farklı şeylerden korkmuştur, farklı bölgelerde büyümüştür. Bu yüzden insanlar, hem çevre hem genetik faktörlerden dolayı farklı hastalığa yatkınlığı olabilir. Faydalı olsa bile bazen bir besin (özellikle alerji yapma olasılığı yüksek olan besin) bir insana dokunabilirken başka bir insana dokunmayabilir. Ama belirti versin vermesin beyaz un ve şeker her insana zarar vermektedir.

Genel olarak hangi coğrafyada yaşıyorsak o coğrafyada yetişen ürünleri yememiz gerekmektedir. Sebze ve meyveleri de kendi mevsiminde yemek çok önemlidir. Bir doktorun şu örneği çok hoşuma gitmişti: “Eksi soğuklarda bile kendini toprakta koruyan havuç, turp gibi sebzeleri yersek biz de soğuk havalarda dayanıklı oluruz. Yine kavurucu sıcaklarda güneşin altında incecik yapraklarla yaşayabilen domates, karpuz gibi besinler yersek biz de yazın dayanaklı oluruz.”

– Ehli keyif yaşamak, sadece yemek için yaşamak insanları her anlamda hasta etmektedir. Bazı insanlar sırf satın alınabiliyor diye kışın karpuz yiyebilmektedir. Bilinçsizce vitamin almak ya da sağlıklı diye bir besini çok fazla tüketmek de zararlıdır. Örneğin bazı vitaminler (yağda çözünenler) yani idrarla atılamayan vitaminler, karaciğerde depolanarak organlara yük bindirmektedir. Örneğin, süt çoğu insana dokunmaktadır. Ama insanlar sırf kalsiyumdan mahrum kalmamak için tüketmekte ısrar etmektedir. Fakat araştırdığımızda, susam ve marulda da bol miktarda kalsiyum bulunduğunu öğrenebilmekteyiz.

– Kahvaltıda reçel yerine tahinle beraber dut-üzüm pekmezi tüketebiliriz. Margarin yerine zeytin yağı ya da gerçek tereyağ tüketebiliriz. Omlet yerine haşlanmış yumurta, kızartmalar yerine fırında yapılan patates ve biberleri tüketebiliriz. Beyaz ekmek ve börekler yerine kepekli ekmekler tüketebiliriz. Ve tabii ki bol yeşillik…

– İnsanlar çoğunlukla, akşamları ağır yağlı yemekler, hamur işleri etler, kızartmalar yiyor. Üstüne tatlı, onun üstüne meyve, onun üstüne çerezler, içecekler adeta onlarca ürünlerin birleşimiyle beraber kimyasallar ortaya çıkıyor. Mide bir besini öğütmeye çalışırken diğer besinlere yetişemiyor. Tek düze beslenmek zararlı ama sağlıklı besinler olsa bile birçok çeşidi aynı anda yemek de zararlı olabiliyor. Maalesef iyi ağırlamak adı altında misafirlerimize biz de böyle ikramlar yapıyoruz. Oysa midemize süre tanımalıyız, meyveyi yemeklerden saatler sonra ya da önce yemeliyiz. Daha ağır yemekleri öğlen yiyebiliriz. Akşam ise daha hafif menüler seçmeliyiz. Örneğin 3-4 çeşit yemek yerine çorba ve bir çeşit yemek daha sağlıklıdır. Ertesi gün farklı çeşitler yapılabilir. Zaten bayat yemekleri tüketmek yerine günlük yapılan yemekler tüketilmelidir, örneğin bayat pirinçteki şeker seviyesi çok artmaktadır.

– İnce ve önemli bir ayrıntı: “Yemekleri iyi çiğnemek” Bunu duyuyoruz ama uygulamıyoruz, oysa bu da çok önemli bir konudur. Çünkü çiğnerken mideye yardımcı salgılar göndeririz. Dengeyi gözeterek yemekleri ne sıcak ne soğuk, ne çok uzun ne de çok kısa sürede yememeye özen göstermeliyiz. Stresliyken yemek yememeye de dikkat etmeliyiz.

– Ana yemeklerimiz için; mercimek, kuru fasulye, nohut gibi hem lifli hem de doyurucu bakliyatları tüketerek ekmek ihtiyacını minimuma indirebiliriz. Bu arada bakliyatlar gluten içermemektedir. Et seçiminde organik hayvanların eti tercih edilmelidir. Lahana, karnabahar, pırasa bunlar benim sofram için vazgeçilmez nimetlerdir.

– Soframızın en önemli parçası zeytinyağlı, limonlu salatalardır. Et ve glutenli besin olan bulgur gibi gıdalarla beraber salata tüketmek, bağırsaklarımızı korumaya yardımcı olmaktadır. Salata denince akla sadece domates ve salatalık birlikteliği gelmemelidir. Dere otu, havuç, mor lahana, soğan, şeker pancarı turbu, roka, tere, maydanoz, marul ve birçok yeşillikler ile çeşitli salatalar yapılabilir. Yeşilliklerin organik olmasına yani ufak ve ince yapraklı olmasına dikkat etmeliyiz.

– Kışın çok fazla meyve tüketmiyoruz. nadiren amasya elması, nar ya da ayva… Çünkü kış aylarında zaten yemeğin yanında çok fazla çiğ sebze ve yeşillik tüketiyoruz. Çok çiğ besin yemek de midemizin yorulmasına sebep olmaktadır.

– Yazın meyveye daha çok ağırlık veriyoruz; karpuz, kiraz, salatalık…

– Kaliteli kabuklu kuru yemişler tüketebiliriz. Bence kabak çekirdeği çok değerli bir nimet… 

– Bitki çaylarından ada çayı, kekik, rezene, papatyayı tercih edebiliriz. Ama sürekli değil de sadece ihtiyacımız olduğunda tüketmeliyiz.

– Baharatlardan zerdeçal, zencefil gibi iltihap giderici baharatları tercih edebiliriz. Bu baharatlardaki ölçü çok önemlidir.

– “Su tüketimi” organlarımız için çok önemlidir ama su ile yemekleri karıştırmamak şartıyla. Vücut su ve tuz kaybettiğinde özellikle egzersiz sırasında kaslarda hasara sebep olabilmektedir. Ara sıra maden suyu (soda değil) da içebiliriz.

– Faydasını sayamadığımız o kadar nimet var ki. Ama en azından şu ikiliyi söylemeden geçemeyeceğim, özellikle baş ağrılarını dakikalar içinde geçiren maydanoz ve limon ikilisi, hayatınızda mutlaka yeri olması gereken nimetlerdir.

– Günümüzdeki çoğu doktor, besinler eskisi gibi değil diye onların boşluğunu vitamin haplarıyla desteklemektedir. Hatta probiyotikler bile hazır tozlar halinde satılmaktadır. Bunlar gerçek vitaminlerin yerine geçiyor mu bilmiyorum. 

– D vitamini eksikliği neredeyse tüm hastalıkların sebebi olarak gösterilmektedir. Bazı doktorlar güneş ışınları zararlı diye bu vitamini de tüpler halinde vermektedir.

Beslenme dışında sağlıklı yaşam için ne yapabiliriz: 

– Dikkat etmemiz gereken noktalar: Bilinç, denge, orta yol ve hayattaki bize lütfedilen nimetleri (ayetleri) keşfedebilmek.

İnce ayrıntılar büyük olaylara sebebiyet verebilir. Örneğin, her şeye rağmen sindirim sisteminde sorun varsa klozet çok yüksek olabilir. Bu açıyı ayarlamanız gerekir; tabure vb. şeyler ile… Modern hayatın bunun gibi ince ayrıntılarla dolu olduğunu unutmamamız gerekir.

– Temizlik için ağır kimyasallardan kaçınmak gerekir. Çoğu zaman arap sabunu, sirke, kolonya, karbonat, kokusuz birkaç deterjan temizlik için yeterli olabilir. Cildimizin geçirgen bir yapıya sahip olduğunu unutmamamız gerekir. Yapay kokuları hayatımızdan çıkarabiliriz, örneğin oda spreyi yerine lavanta kaynatmak çok daha hoş ve sağlıklıdır.

-Her şeyin bir dengesi vardır, cildimizin bile, örneğin elimizi yüzümüzü çok sık yıkayınca bu dengeyi bozmuş oluyoruz. Aslında iyileşme potansiyeli olduğu halde vücudumuzdaki organlar çok hassastır. Ama bazıları daha büyük dikkat istemektedir. Örneğin gözlerimiz, ona dokunurken silerken iki defa düşünmek gerekmektedir. 

– Diş temizliği de sağlık için çok önemlidir, çünkü bu durum sindirimi bile etkilemektedir. Misvak ise insanlara lütfedilen bir nimet doğal bir diş fırçasıdır. 

– Bağışıklık için beslenmeden sonra en önemli faktör uykudur. Vahyin de dediği gibi gece bizim dinlenmemiz içindir. En azından gece saat 12’yi geçirmeden, dolu olmayan bir mide ile pamuklu kıyafetler, telefonun ve tv’nin olmadığı karanlık bir odada uyumak, hücrelerimizin yenilenmesini sağlayabilmektedir. Bu muhteşem bir iyileşme metodudur. Gerçekten erken yatmak ve erken kalkmak çok önemlidir. Ben sabah namazına kalkarak abdest almanın birçok hastalığı önleyeceğine inanıyorum, çünkü o kadar bilmediğimiz şey var ki, bizi Yaradan bunu istedi ise muhakkak bir hikmet olduğunu düşünüyorum. 

– Oruç Allah’ın emri, ama sağlık açısından da vücudu toksinlerden arındırmanın en güzel yolu…

– Yüksek volümler; müzik, trafik, insan nereden gelirse gelsin bizi yıpratmaktadır. Özellikle gençler vücudunu çok hoyrat kullanmaktadır.

– Umutsuz olmamak gerekmektedir; yaşadığın şehirde kirli havayı solumaktan başka çaren olmayabilir ama sigara kullanmamak bizim elimizdedir. Günde 3 tane sigara içmek hem içen kişinin hem de yanındakilerinin hastalanması için yeterli olabiliyormuş.

– Hayatınıza kaliteli insanları dahil etmek için çabalayın. Öğrenmek, okumak insanı diri tutan eylemlerdir…

– Dünyevileşme yani çok konforlu yaşamak, biriktirdiği malları bırakamamak, aşırı ölüm korkusunu beraberinde getirmektedir. Korku ile yaşamak bağışıklığı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. 

– Haset, kin, kibir, öfke duymak vücuda çok zarar vermektedir. Ama merhamet, iyilik, cömertlik ve affetmek de bir o kadar şifadır. Kısaca Allah’ın bizden istediği güzel eylemleri yerine getirmek ve sakınmamızı istediği tüm yasaklara uymak şifanın kapılarını açmaktır.

Son olarak bu ahlak yazısı olarak algılanabilir ama ahlak ile sağlık yakından ilişkilidir. Dünyayı yaşanmaz hale getirenler haddi aşan kötü ahlak sahibi insanlardır. Üstelik dünya öyle bir yere geldi ki bağışıklığını korumak istiyorsan, aşırılıklarını törpüleyerek başkalarının sağlığını korumak zorundasın. Maalesef insanlar bunu yapmak yerine yeni bir gezegen arayışlarına koyulmaktadır. Bu dünyada bir şeyin yanlış ve aşırı olduğunu anlamak için onu tüm dünyadaki insanların yaptığını düşünebiliriz. Örneğin, herkesin yüzlerce ayakkabısı olsa dünyada hava kirliliği nasıl bir seviyede olurdu? Kullan at mantığıyla bizde üretim ve tüketim terörüne destek vererek vebal altına girmeyelim. Ahiretteki yurdumuzu bu veballerle, ateşlerle inşa etmeyelim.

İnsanlığı ileride neler bekliyor bilmiyoruz; yeni hastalıklar, yeni sorunlar? Belki de su ve gıdalar tükenmeye başlayacak ve bilim adamları susuz, gıdasız yaşamanın yollarını arayacak.

Evet tıp çok ilerledi; lüks hastaneler, inanılmaz ameliyatlar, ilaçlar ama tedavi yöntemlerinden çok hasta olmamak için atılan adımlar daha değerli değil mi? Korkmadan gıda terörünü, kentleri, yaşam şartlarını bütünsel bir bakış açısıyla eleştiren, manifesto, bildiri yayınlayabilen, gerçekçi bilim kurullarına, doktorlara, muvahhitlere ihtiyaç vardır. 

İmtihan dünyası, her çağda olduğu gibi her şeye rağmen hayatta baş edemeyeceğimiz hastalıklar olabilir. Ama dünyanın son günü de olsa ağaç dikin diyen bir elçinin ümmeti olarak umutla her şartta sağlıklı yaşamaya gayret göstermeliyiz.

Bu yazı, bilgi vermekten çok, ne kadar bilmediğimiz şeylerin olduğuna vurgu yaparak bilinçlenmeye bir davet niteliğindedir.

——————————————-

NOT: Yukarıdaki yazımız üzerine Nişasta Sanayicileri Derneği (NİSAD) bize bir tekzip metni göndermiş yazımızda geçen ifadeler üzerine. Bu tekzibi sizinle paylaşıyoruz ki şeffaf ve adil davranış da bunu gerektirir. Son karar okuyucunun elbette. Okuyucu, bir yargıya varmadan önce araştırmalı, her tarafı dinlemeli, bu işin ehli olan insanlarla/doktorlarla vs. istişare etmeli mümkünse ve sonra bir sonuca varmalı.

Derneğin gönderdiği metin şöyle:

Nişasta Sanayicileri Derneğinden tekzip metni

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Suryya
    19 Kasım 2020, 13:41

    Çok teşekkür ederim, hem çok faydalı hem de çok istifade edilecek, şümullü bir makale olmuş.

    REPLY