Vaaz-ı Nasihat Nerede İşe Yarar?

Vaaz-ı Nasihat Nerede İşe Yarar?

“Hiçbir tebliğ faaliyeti, hiçbir yardımlaşma dayanışma etkinliği, hiçbir kültürel çalışma vs zorbayı, haksızı, vurguncuyu, kepazeyi engelleyemez; önünde duramaz.”

Hüseyin Alan

M. 620’lerde Medine şehri bir İslam yurduydu; Müslümanlar siyasi varlık olarak örgütlenmiş, toplumsal kurallarda uyulacak sınırları tayin etmiş, herkese hak ettiğini verecek adil bir otoriteye ve kudrete sahip olmuştu.

Şehrin daha evvelki toplumsal ve siyasal düzeni yenilenmiş; kabile hukuku ve dayanışması kendi içine hapsedilmiş; değerler sistemi ve münasebetler başkalaşmış; tüm şehirde sosyal atmosfer Müslümanlık rahmetine maruz kalmıştı.

Bu şartlarda insanlara hem İslam’ın iyiliğini anlatmak, ahlaki nasihatlerde bulunmak ve hem de anlatılanları modellemek önemliydi..

Vaz-ı nasihatler ve ahlaki tavsiyeler Medine’de gerekliydi ve işe yarardı çünkü anlatılanların önüne bariyerler koyacak, hak ve hukuk taleplerini geri çevirecek, başı dertte olanları eskisi gibi aşağılayacak, önceden olduğu gibi mazlumu ve dışlanmışı zora başvurup ezecek başka bir güç/liderlik/devlet kalmamıştı..

Yahudiler, çoğunlukla gizli nadiren açıktan provokasyonlara başvursa da, çıkarları ve hesapları ters tepen ve çoğunluğu temsil eden müşrik Arap kabile liderleri türlü entrikalar çevirse de, artık zorbalıkları ve haksızlıkları açığa çıktığı için etkili olamıyordu.

Yani düzeni bozulanlar, çıkarları ters tepenler, eski düzenlerini ve münasebetlerini koruyamadığı gibi Müslümanların kurduğu yeni düzen karşısında tutunamıyordu.

Köleleştirilmiş, hak ve hukukları kalmamış alt ezilen tabaka Müslümanların iyi komşuluk, ahlak ve adalet temelli tutumlarına ve münasebetlerine hayranlık besliyordu. Gönüller bu yolla fethedilmekteydi..

Sosyo-politik ve iktisadi şartları farklı Türkiye’de vaaz-ı nasihatler, ahlaki öğütler ‘tebliğ’ etkinlikleri mahiyetinde yürütülüyor; lakin hak ve adalet talepleri ‘rica-minnet’ten öte geçemiyor; ‘dilek ve temenni’ alt başlığını aşamıyor.

Hiçbir sorun bu tebliğ faaliyetleriyle çözülemez; hiçbir hak bu nasihatlerle korunamaz ve alınamaz; hiçbir zalim bu sözlerle sınırlandırılıp alaşağı edilemez.

Bu etkinlikler
“Beyaz adama siyahlara iyi davran”;
“Kapitaliste işçini sömürme”;
“Bankere faiz alma”;
“Psikopata normalleş”;
“Şerefsize şerefli ol”… demekten öte bi anlam kazanmaz. Bu gibilere geri adım attırmaz. Örgütlülüklerini parçalattırmaz..

İnsan doğan her varlık masum ve tertemiz yaratılır. Fıtri özellikleri ona bu vasıfları vermiştir.

Bu insanın fıtri özelliklerini koruyacak, destekleyecek, geliştirecek sosyo-politik ve iktisadi şartlar yoksa; bozulma, ahlaksızlık, haksızlık, zorbalık, yalancı şahitlik… hükmünü sürdürecektir.

Bu şartların hükümranlığında, doğan her masum çocuk bozulacak, fıtri özellikleri yok olacaktır.

Bunun sorumluları yalnızca zorbalar değil zorbalara bu fırsatları veren ve imkanları sağlayan ‘nasihatçiler’ de olacaktır..

Hiçbir tebliğ faaliyeti, hiçbir yardımlaşma dayanışma etkinliği, hiçbir kültürel çalışma vs zorbayı, haksızı, vurguncuyu, kepazeyi engelleyemez; önünde duramaz.

“Toplum kendinde olanı” kendi başına değiştirebilseydi şayet, “akşam olunca eve dönen ineklerin yolunu kesen mahallenin sıpaları” buna cesaret edemezdi..

Bu olumsuzluklar bir tek yolla engellenebilir; örgütlü olmak, direnmek, uzlaşmamak. İlla haklı olmak. İlla örgüt içinde hakkı ayakta tutmak. İlla cesur olmak..

Bunun tipik örneği Hz. Muhammed’in Mekke kentindeki tutum ve davranışlarıdır. Mekke oligarşisi ile ancak bu yolla hesaplaşılmıştır. Yesrib kenti ancak bu mücadelenin sonucunda Medine olmuştur.

Hz. İsa’nın Roma’yı, Hz. Musa’nın Firavun’u, Hz. İbrahim’in Nemrut’u aşağılaması ve örgütlerini çözmesi kadar takipçilerinin de aynı yolda yürümesi tipik misallerdir..

Bu işlerde kimin örnek alındığı önemlidir; diğer örneklerin neyle kıyaslanacağı dahi bu esasla irtibatlıdır.

İsrailoğullarından Yahudileri, İsevilerden Hıristiyanları, Muhammedilerden bilmem ne oğullarını örnek alanlar;

Liberal olarak, sosyalist olarak, faşist olarak, deist olarak velhasıl sekülerleşerek ‘tebliğ’ yapmaya devam edebilirler! Vaaz-ı nasihatle toplumu değiştireceğim derken bozgunculara destek olmayı sürdürebilirler!..

Vaaz-ı nasihat etmeyelim mi; ahlaki çağrılar yapmayalım mı; tebliğ faaliyetlerini sürdürmeyelim mi?

Sözünün arkasında duracak, sözünü güçlendirecek, sözünün tesirli kılacak örgütün yoksa, örgütlü mücadelen yoksa;

Git ticaretine, bak memuriyetine, koş tarla bahçene! Ama ‘bize ne oldu böyle’ deme, ‘çocuklarımı kaybettim’ diye sızlanma! Sanki daha evvel her şey normaldi de İstanbul Sözleşmesi gibi ucube anlaşmalar bizi bozdu falan bahanesine de sığınma!

Ahireti bekle!

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Mbozac
    7 Ağustos 2020, 15:38

    Ağabey elhak söylediklerinizin çoğubdoğru, haklı d bağladığınız yer yanlış… Zira örgüytlülük meselesinin bir yönü de muhatapların ilgi ve tercihine dönüktür… Hırsızın cürmü kabilinden… Siz de söz söylüyorsunuz mesela, biz de… Keza bir çok elçi de söz söylemiş, ama bırakın örgütü bir elin parmakları sayusına dahi ulaşamamış…söz söylemeyi mi bırakmışlar…sizin meramınız o vurguyu içermrse de yanlış yere çıkabilir…

    REPLY