Devlet nedir, Hükümet nedir?

Devlet nedir, Hükümet nedir?

Aşağıda da değineceğimiz üzere, hükümetler devletin yazılı anayasası sınırları içerisinde tüzüklerini hazırlarlar ve bu anayasanın belirlediği sınırlar dahilinde toplumsal işleri yürütür, devletin idaresini sağlar.

Anlaşılması ve kavranmasında sıkıntı yaşanılan en önemli nokta, bu iki kavramın birbirinden faklı anlamlar içerdiğine dair oluşan bilgi ve algı karışıklığıdır. Devlet ve Hükümet kavramlarının birbiriyle olan farkının anlaşılamaması, toplumsal tepkilerin de asıl hedefini saptırmakta, devlet ve hükümet kavramlarına aynı manayı vermek, strateji ve davranış bozukluğuna yol açmaktadır. 

Özellikle toplum genelinde fazla bilinmeyen bu kavramların işlevsel farkı, belli bir bilgi seviyesine erişmiş okumuş yazmışlar tarafından da çoğu zaman fark edilememektedir. Ya da fark edilse de, farklılıkları, farklı oldukları topluma anlatılmamakta, modern toplumun aydın denen kesimi tarafından dile getirilmemektedir. 

Devleti yönetmeye talip olan siyasi oluşumların, demokratik seçimlerde belli bir oy oranını yakalayıp siyasi iktidarı ellerinde bulundurmaları, çoğu zaman devletin de sahibi oldukları intibaını uyandırmaktadır. Laik seküler demokratik Devleti yönetecek olanlar iktidar yetkilerini, Allah’tan ve O’nun dininden değil yönetilenlerin seçimle belirlenen tercihinden, başka bir deyişle onayından alırlar. Seçim, verilen oylarla belirlenen bireysel tercihlerin, toplumsal tercihine dönüşümünü sağlar.1 Bu bağlamda hangi ideolojinin, söylemin ya da hayat tasavvurunun tarafında olanlar siyasi yönetimin başına gelir hükümet olursa, o oluşumun taraftarlarının tercihleri toplumsal manada şahitlik bulur. Ama bu durum hiçbir zaman, seçilmişlerin devlete sahip olduğu anlamına gelmez. 

Devlet, otorite sahibi iktidardır. Otorite bir güç ve kontrol aracı olarak emir verme, insanlar adına karar verme hakkını elinde bulundurmak demektir. İktidar asal olarak bastırandır. Doğayı, içgüdüleri, bir sınıfı, bireyleri baskı altına alandır.2 İktidar siyasal ve felsefi bir anlama ve içeriğe yönelik bir tanımlama iken, otorite psikolojik ve sosyolojik olarak bir etkinliği ve yetkinliği ifade etmektedir. Otoritenin belli başlı üç tanımı vardır. Bunlardan birincisi, “emretme veya nihai kararı verme hakkını”, ikincisi, “başkaları adına konuşma veya eylemde bulunma hak veya yetkisini”, üçüncüsü ise “herhangi bir konudaki uzmanlığı” ifade eder.3 Bir otoritenin bağımı altında bulunan bireyler otoritenin emirlerine, kendi özel gerekçeleri ne olursa olsun, sadece otorite böyle emrettiği için uygun davranmalıdırlar.4 

Aşağıda da değineceğimiz üzere, hükümetler devletin yazılı anayasası sınırları içerisinde tüzüklerini hazırlarlar ve bu anayasanın belirlediği sınırlar dahilinde toplumsal işleri yürütür, devletin idaresini sağlar. Partiler anayasa hudutlarında hareket edeceklerine dair teminat vermelerinden ve seçilmişlerin mecliste devlete, onun anayasasına bağlı kalacaklarına dair milyonlarca insan önünde yemin etmelerinden dolayı, bütün yapıp edecekleri devletin anayasasının çizdiği sınırlar içerisindedir.5 

Devlet Kurucu İktidar, Hükümet Kurulmuş İktidardır

Kurucu iktidar ile kurulmuş iktidarlar arasında gerçek anlamda bir ayrımın yapılabilmesi, bu iktidarların değişik düzlemlere yerleştirilmelerini zorunlu kılar. Kurulmuş iktidarlar, yalnızca, devletin içinde vardır. Önceden saptanmış statüter bir düzenden ayrılamazlar; varlıklarını gerçekleştirmek için devlet çerçevesine ihtiyaç duyarlar. Kurucu iktidar ise, tam tersine, devletin dışında yer alır. O, devlete ihtiyaç duymaz; devletsiz vardır; devletin kaynağıdır. Açıkçası kurucu iktidar sadece devletin dışında değildir; o aynı zamanda, devleti kurar; siyasal iktidarın kullanılmasının koşullarını belirler. Kısaca, kurulmuş iktidar, devletin iktidarı, kurucu iktidar ise devlet-dışı bir iktidardır.6 

Kurulmuş organlar, anayasa ile belirlenmiş olan yetkilerini, anayasanın açık izni olmadan başka bir kurucu organa devredemezler. Çünkü kurulmuş organlara tanınan yetkiler, bir hak için değil, bir işlevin yerine getirilmesi için kendilerine verilmiştir. Bu nedenle, kurulmuş organlar, yetkilerini devrederlerse, anayasanın ve kurucu iktidarın üstünlüğü ilkesini çiğnemiş olurlar. Bu nedenle, kurulmuş iktidarların üzerinde yer alan onları kurmakla görevli, kurucu rol oynayan yüksek ve özel bir otoritenin varlığı gerekir ve bu otorite işlemeye başladığında kurulmuş otoriteler geri çekilmelidir.7

Birçok Batılı modern devlet kuramcısı pozitivist yazarlarca savunulan bu görüşe göre, asli kurucu iktidar, (yani devletin kendisi) hukuk dışı bir olgu, saf bir olgudur. Bu yazarlara göre, asli kurucu iktidarın incelenmesi hukukçuların işi değildir. Zira onlara göre, devletin ilk organizasyonunu belirleyen işlemlerin hukukî yorumunun yapılması mümkün değildir. Gerçekten de, aslî kurucu iktidarın hukukî nitelendirilmesinin yapılabilmesi için, hukukun devletten önce oluştuğunun kabulü zorunludur.

Kurulmuş iktidarların yeni bir anayasa yapmak gibi bir imkânları yoktur. Eğer ki anayasada, bir değişiklik, ekleme, maddelerde yenileme, örfi-hukuki sürece dair bir görüş beyanı yapılacaksa, bu da yine anayasanın öngördüğü usule göre yapılabilir. Çıkarılacak kanunların anayasaya uygunluğunun denetimi, Anayasa Mahkemesi’nin denetimi altındadır.8 Anayasayı yapan, ilkelerini belirleyen kurucu iktidardır. Kurulmuş iktidarlar, kurucu iktidarın yaptığı anayasalar tarafından o anayasadaki işlevlerini yerine getirmek için kurulurlar. Anayasaya muhalif hiçbir faaliyette bulunamazlar.9 Bunlara en genel anlamıyla hükümet denir.

Kurulmuş iktidarların anayasal sınırların yani kurucu iktidarın belirlediği sınırların dışına çıkmaları söz konusu olamaz. İşte bu yüzden demokratik ülkelerde, partilerin birbirleriyle zıt görüşte olmalarının, sağcı-solcu-muhafazakâr-liberal bir yapıya sahip olmalarının rejim açısından herhangi bir önemi yoktur. Toplumun karşısına çıkarlar, yapıp edeceklerini söylerler, seçim beyanatlarını açıklarlar, seçimlerde yeterli oyu aldıkları takdirde hükümet olup devleti yönetmeye başlarlar. 

Bir hükümet ve onun karşısında muhalefet oluşur. Parlâmenter sistemde iktidar olamayanlar sistemden dışlanmaz. Onlar muhalefet partisini oluştururlar. Aynı zamanda parlâmento üyesidirler. Kanunların yapılmasına ve hükûmetin denetlenmesine katılırlar.10 Herkesin malumu olduğu üzere hükümet ve muhalefet sürekli birbiriyle didişir ve reel politik söylemler üzerinden devamlı bir kavga içerisinde görünür. 

Bu durum demokratik sistemin gerçeğidir, böyle olmak zorundadır, sistem böyle işler. Buraya biraz dikkat eder ve düşünürsek, bir sonraki eşikte göreceğimiz, aslında kavganın sebebi, iktidar kavgası ve devleti kimin yöneteceğine dairdir. Devlet imkânlarından yararlanmak, makam-mevki sahibi olmak, para ve gücü yönetmek, toplumu dönüştürmek, dolayısıyla bütün bu imkânlara kendilerinin sahip olma istekleridir. Devletin kurucu paradigmasına, sistemin ana dinamiklerine, kurucu ilkelerine, rejimin esasını teşkil eden ideolojisine dönük herhangi bir değişiklik yapmak partilerin ne yetkisindedir ne de buna güçleri yeter.11 Kurucu iktidarın yaptığı anayasada değiştirilemez maddeler bulunur. 

Seçilmişlerin hükümet olmasından dolayı, onlardan olabilmesi imkânsız şeyler beklemek ve istemek abesle iştigaldir. Rejimin esasına dair bir değişiklik yapmaları söz konusu değildir. Seçilmiş hükümet yetkililerinin muhafazakâr olması, camiye ya da kiliseye gitmeleri devletin esasına dair olan bu gerçeği değiştirmez, değiştiremez. Liberal ya da sosyalist olmaları, muhafazakâr ya da kapitalist olmaları da aynı şeydir. Hükümetlerin yapabilecekleri, küreselleşen dünyada, toplumların küreselleşme sürecinde geçirdikleri dönüşümleri, kendi toplumlarına yansıtmak, bireysel özgürlükleri artırmak, ekonomik refah seviyesini yükseltmek, yol-köprü-inşaat-altgeçit üstgeçit vs. vs. yapmaktır.12

Vergi toplarlar, suçluları yakalarlar, toplumda asıl olmayan görece bir huzur temin etmeye çalışırlar. Asıl olmayan huzur diyoruz çünkü, modern devletin varlığının kaosa ihtiyacı vardır. Bunları yaparken de, yaptıkları her şeyin temel hedefi, devletin daha güçlü ve daha sağlam olmasına katkı sağlamak içindir. Modern devletlerde, asıl olan devletin güvenliğidir, insan her zaman ikinci plandadır.

Devlet, yapısı gereği kendi güvenliğinin sağlığından başka herhangi bir şeye değer vermez. Fransız tarihçi Albert Sorel’in devletler için söylediği söz manidardır. Sorel “Devletler kendilerinden başka hâkim ve çıkarlarından başka kanun tanımazlar” demektedir. Ulus-devlet çağında toplumla özdeş olduğu varsayılan devlet, bireylerden önce gelmekte ve devletin çıkarlarının gerçekleştirilmesi adına bireysel özgürlüklerin sınırlandırılabileceği fikri meşru görülmektedir.13 Güvenlik her şeyden önce bir istikrar durumudur. Devletlerin istikrarı bireysel ve toplumsal adaletten önce gelmektedir. 

Modern ulus devletler, insanları vatandaşı olarak tanımladığından dolayı, vatandaşlık kimliği devlete aidiyeti belirlemekte ve bunun sonucunda en önemli değer devletin kendisi olmaktadır. Devlet vatandaşının güvenliğini sağlama konusunda kendisini sorumlu hissederken, gizli niyetinin kendisini özne yapması ve buradan meşruiyet sağlama çabası olarak ortaya çıkar. Modern ulus devletlerde birçok ilişki de birbirine geçmiş birbiriyle iç içe olarak gelişme göstermektedir. Ulusun bir meşruiyet aracı olarak ortaya çıkmasında, kapitalizmin ve sanayileşmenin de büyük etkisi olmuş, hatta bunların baskın rolüyle ortaya çıktığı da söylenebilir.14 

Kapitalist sömürü, hedef seçtiği coğrafyalar arasında tüketim toplumu oluşturmak ve serbest pazar ekonomisini kurmak için, seçtiği coğrafyalardaki toplumları fiziki olarak parçalar. Parçaladığı toplumları ise yeniden tanımladığı üretim, ihtiyaç ve tüketimin anlamı üzerinden, tüketim kültürünü yerleştirmek için bu kavramların anlamı çerçevesinde birleştirir. Bu da, kurucu iktidarlarla, kapitalizmin sıkı ilişkisini ortaya çıkarmaktadır. İktidarların sürekli olarak vatandaşlarını bireysel özgürlük konusunda ayartması, aslında kapitalist ideolojinin kurucu iktidarla olan gizli işbirliğidir. Bu işbirliği sonucunda bireyselleşen toplum, her türlü saldırıya açık hale gelmektedir. 

Modern Devletler şunu iyi bilir -burası kanaatimizce önemlidir- devletin, bireysel özgürlük veriyorum diyerek toplumlarına açtığı alanlar, kendi gücünün varlığını göstermek içindir. Bu durum aynı zamanda “Ben izin veriyorum, gerektiğinde de verdiğimi geri alabilirim” demektir. Devlet buyurgan ve emrivaki yüzünü göstermektedir. Sonuçta özgürlük kavramının anlam alanı egemen olanın yorumuna bağlıdır. İktidar gerektiğinde bireyin özgürlük alanlarını alabildiğine genişletebileceği gibi, alabildiğine de daraltabilir.15 Bu durum, bir olabilirlik değil, fiilen ve de özellikle sömürge ülkesi olan 3. Dünya ülkelerinde sürekli yaşanmış bir gerçektir.

Devlet otorite sahibidir, hükümet itaat eder

Devlet, otorite sahibi iktidardır. Otorite bir güç ve kontrol aracı olarak emir verme, insanlar adına karar verme hakkını elinde bulundurmak demektir. Kurulmuş iktidar siyasal ve felsefi bir anlama ve içeriğe yönelik bir tanımlama iken, otorite psikolojik ve sosyolojik olarak bir etkinliği ve yetkinliği ifade etmektedir. Bu anlamda ele alınan otorite, “iktidarın yönetme hakkının yönetilenlerce tanınması ve kabul edilmesi” olarak tanımlar.16 Bu tanım iktidarın olmazsa olmaz özelliği olan toplum tarafından onanması gerekliliğini vurgular. 

Devlet otorite sahibidir, kurucu paradigması, belli ilkeleri, anayasal değişmezleri ve her şeyin ötesinde “Beka”’ya dair iddiası vardır. Devletler kurulduktan sonraki hedeflerini, “İlel Ebed” yeryüzünde kalmak üzere kurgular ve bu kurgu üzerinden egemenliklerini sağlarlar. Devletin meşruiyeti hiçbir zaman sorgulanmaz, devletin değişmesi gerektiğini dile getirmek anayasal suçtur, yapıp ettikleri meşruiyet zemininde değerlendirilir. Hukukun üstündedir, hukuksal olarak herhangi bir yaptırım uygulanamaz, hukuku oluşturan kendisidir. Varlığı, egemenliğinin paylaşılmazlığı ve süreklilik üzerine kurgulanmıştır.

Devlet hükümetten daha geniştir. Devlet kamusal alandaki tüm kurumları ve vatandaş olarak tüm halkı kapsar. Hükümet devletin parçasıdır. Devlet devamlı, sürekli bir varlıktır. Hükümet ise geçicidir, gelir, gider. Hükümet sistemleri reforme edilir ve yeniden tanzim edilir. Hükümet devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan bir araçtır. Devlet politikasının oluşturulması ve uygulanması bakımından hükümet devletin beynidir ve devletin mevcudiyetini sağlar. Devlet kişisel olmayan bir otorite icra eder. 

Devletin personeli, bürokratik usullerle işe alınır ve hükümetin ideolojik isteklerine direnmeye muktedir olarak nötr olması beklenir. Devlet, teorik olarak, toplumun daimi çıkarlarını, yani ortak iyiliği veya genel iradeyi temsil eder.17 Hükümet ise belirli zamanda iktidar olanların partizan sempatilerini temsil eder. 

Hükümet, devletin yönetim biçimi ve yönetim organı olarak tanımlanmaktadır. Sözlükte “hükm” veya “hükûmet”, “hüküm ve karar vermek, adaletle hükmetmek” anlamına gelir. İsim olarak da kullanılan hükümet kelimesi aynı zamanda sözlükteki hukukî anlamının yanı sıra siyasî-idarî bir anlam daha kazanmıştır. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde hem merkezin hem de eyaletlerin yönetimini ve yönetim örgütünü ifade etmiştir. Öte yandan kelime, XIX. yüzyılın başlarından itibaren yaygın anlamının yanı sıra “yönetim organı” anlamında da kullanılmaya başlanmıştır.18 Böylece Türk ve Arap siyaset uygulamasında devlet ve hükümet ayrımı yerleşmiştir. 

Yaşanılan ülkede meydana gelen olumlu ya da olumsuz gelişmelerde, hayat pahalılığında, zamlarda, işçilerin patronlarla ilişkilerinde, ülkenin refah seviyesindeki gelişmelerde ve geriye gitmesinde, uluslararası arenada devletin temsilinde… Bunlar ve bunlara benzer bütün gelişmelerden sorumlu tutulan devletin kendisi değil, yönetim aygıtı olan hükümettir. Yurttaşlar gelişmeler karşısında devleti değil, hükümeti yüceltir ya da lanetler. Toplum hükümetin meşru olup olmadığını, değişip değişememesini sorgular, ama devletin asla.

Aynı zamanda Hükümet, hukuk ve siyaset biliminde biri dar, diğeri geniş anlamda kullanılan ve çeşitli anlamları olan bir kavramdır. Dar anlamda, bir devletin otoriteye ilişkin kararları uygulayan ve yürütme gücünü temsil eden bakanlar kurulunu ifade eden hükümet kavramı, geniş anlamda bir devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını ve bunlara bağlı olarak devlet yetkisini kullanan tüm devlet organlarını içine alan siyasal yönetim biçimini ifade eder. Demokratik hükümet, monarşik hükümet gibi. Geniş anlamda hükümet, günlük dilde devlet kavramı ile karıştırılır, zira hükümet, devlet adı verilen üstün varlığın sahip bulunduğu egemenlik yetkisinin sadece belli bir kısmını kullanan organ olup devletin unsurlarından sadece biridir.19

Hükümet, kendi pardigmasında konumlanan ve yaşadığı sınırları, egemen olduğu toplumu gerek ulus içinde gerekse uluslararası arenada istediği şekilde ve istediği şartlarda yöneten, yönlendiren, ilişkiler kuran, düşman edinen, dost kazanan, savaşlara, barışlara karar verebilen devletin idari işlerini görür. Çıkardığı yasalar, uyguladığı reel politik tavırlar hiçbir zaman devletin varoluş dinamiklerine aykırı olamaz.

Siyasi oluşumlar seçimle iktidara gelir ama otorite olan devlet karşısında hiçbir zaman muktedir olamazlar. 1960 ihtilaliyle devrilen Adnan Menderes’in söylediği rivayet edilen, “İktidar olduk ama muktedir olamadık” sözü manidardır. Otorite, gerektiğinde halk tarafından seçilen ve halkı temsil eden seçilmişleri, halka rağmen halk için, olumsuz gelişmelere, kendisine tehdit gördüğü uygulamalara, gerektiğinde harekete geçecek kurumlarıyla teyakkuzda bekler.20 

İktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan da, hükümeti kurduktan bir süre sonra “İktidar olduk ama muktedir olamadık” demişti. Seçimleri kazanıp hükümet olmuştu ama devlete hakim değildi. Önünde dağ gibi duran Kemalist diktatörlük vardı.21 Bunu derken aynı zamanda seçimle, halk çoğunluğuyla, toplumsal destekle bile gelseler, seçilmişlerin hiçbir zaman otorite karşısında muktedir olamadıklarını siyasilerin kendi ağızlarında ifadelerini dile getiriyordu. Aynı sözlerin Bülent Ecevit tarafından da söylendiği rivayet edilir.

Hükümetin tanımı, “Devlet işlerini yürütmekle görevli kuruluşlar ve kişiler”22 olarak yapılmakta, devletin ve hükümetin birbirinden ayrı olduğuna dikkat çekilmektedir. Suavi Aydın da ‘Devlet-hükümet ayrımının yerleşikleşmiş bir figür olduğunun tespit edilebildiğini’ söyleyerek ikisinin farklı şeyler olduğuna değiniyor.23 Tanımlardan da görüldüğü gibi devlet ve hükümetin farklı yapılar olduğu malumdur. Devletle hükümet ayrımına dair ifadelerde, devletin bir vasfı olarak ifade edilen “Beka” kavramına başvurulmuştur. 

Devletin kurucu kadrosu tarafından oluşturulan değişmez, değiştirilemez maddeleri vardır, bu maddeler egemen devletin varoluş ve kuruluş felsefesidir. Kurucu Anayasa bu maddeler üzerine oluşturulmuştur. Bu felsefe doğrultusunda devlet “ilel ebed” olarak kurgulanmıştır ve bu yönde egemenliğini sürdürür. Egemenliğin sürekliliği ilkesi Bodin’in Modern Devlet Kuramı’na getirdiği en önemli katkıdır.24 Bu ilke modern devletin zamanla sınırlı olmadığını, süreklilik içerdiğini göstermesi açısından önemlidir. 

Otorite olan devlet, yöneticiye yani iktidara yetki verir ki bu yetki geçicidir. İktidar, yetkisini otoriteden/devletten alır. Dolayısıyla hükümet egemenin kendisi değil, egemenin yetkilendirdiği bir organizasyondur. Yönetici olan hükümet, ancak otoritenin kendisine müsaade etmesiyle meşru şiddet tekelini kullanır. Hükümetler, değiştirilemez yasalarla otoritenin iradesine bağlıdır. Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler yazılı anayasada ilk sırada yerini alır. Bunların değiştirilmesini talep etmek anayasal düzene muhalefetten vatan hainliğine kadar gidecek bir süreçtir.25

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl bir devlet olduğunu en iyi ifade eden ve anlayabileceğimiz şekilde izah eden tanım 1982 Anayasası’nda yer almaktadır. 1982 Anayasası’nda tanım şöyledir:

“Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; 

Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; 

Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; 

Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; 

Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;…

FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.”26

Hiçbir hükümet, hiçbir siyasi oluşum, demokratik yollarla mevcut devletin yapısını değiştiremez, değiştirme girişiminde bulunamaz. Devlet egemenlik gücü olarak bütün siyasi oluşumlardan, siyasi partilerden, ister solcu, ister marksist, ister liberal, isterse muhafazakâr olsun, devletin değiştirilemez hükümlerini değiştirme girişiminde bulunamaz. Hükümet olmak devletin sahibi olmak değildir. 

T.C. Anayasası’nda da belirtildiği gibi devletin sahibi ve egemen paradigması, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman diye belirtilen Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleridir. Bu anayasa ve ilkeler doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti, Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığı ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü üzerine kurulmuştur.

Gerek siyasi oluşumlar, siyasi partiler, gerekse bireysel davranışlar, gerek cemaatler ve gerek sivil toplum kuruluşlarının davranış ve tutumları, manifesto ve beyanatları bu kurucu paradigmanın dışına çıkamaz. Kurucu paradigmanın hassasiyetleri, yazılı anayasalarında mevcuttur. Bir devletin anayasası, kurucu iktidar tarafından oluşturulmuş, o devletin, kendisine göre yönetildiği kural ve ilkelerin bir araya toplanmasından meydana gelir. Devletin bütün kurum ve kuruluşları yazılı anayasasında belirtilen esaslara riayet etmek zorundadır.

Devlet, kurulu ülke sınırlarında tek egemendir. Modern Devlet kuramının ilk temellerini atanlardan biri olarak kabul edilen Machiavelli de, insanı devletin otoritesi ve disiplini altına alarak, neyin iyi neyin kötü olduğunu artık devletin belirleyeceğini, eğitim, din, insan ve ekonominin kendi başına birer erek olmayıp, devletin birer aracı olduğunu ifade eder.27

Devlet ve Hükümet kavramları, gerek sözlük gerekse mahiyet olarak birbirinden çok farklıdır. Bu hususun da özellikle Müslümanlar tarafından bilinmesinin çok faydalı olacağı kanaatini taşımaktayız. Bunun sebebi ise, egemen siyasi iktidara karşı duyulan teveccühtür. Muhafazakâr cenahın hükümet olarak işbaşına gelmesi, bir kısım Müslümanlar tarafından, devlete sahip olunduğu gibi bir kanaatin oluşmasına neden olmuştur. Seçilmişlerin, devletin sahibi olmak gibi bir imkânı elde etmeleri mümkün değildir. Bunun daha sakıncalı yanı, devletin fertten topluma herkesi ideolojik olarak dönüştürme gücünün bulunduğunu fark edememektir.

Hükümetler egemen ideolojinin kurmuş olduğu iktidarlardır. Devlet kendisini yönetmeye talip olan her kesimi kendi lehine mecburi olarak dönüştürür. Bu dönüşümün görünür yüzü, bugünkü muhafazakâr siyasetçilerin geldiği eşiktir. Yirmi yıl önce Kemalist devlete diş bileyenler, bugün geldikleri eşikte onun bekası için çalışmaktadır. ν

Dipnotlar

1- Yılmaz Aliefendioğlu, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi, “Temsili Demokrasinin Seçim Ayağı”, TBB Dergisi, sayı 60, 2005.

2- Michel Foucault, “Toplumu Savunmak Gerekir”, Çeviren: Şehsuvar Aktaş, sayfa 31.

3- Hüseyin Bal, “Siyaset Teorisinde Otorite Kavramı”, Turkish Studies, Volume 9/2, Winter 2014, p. 247-255.

4- Aysel Doğan, “Otorite ve Meşruiyet”, “Otorite, düzeni, ancak ve ancak bireyler kendileriyle ilgili kararları otoriteye bırakıp, kendi özel gerekçeleri yerine otoritenin direktifleri doğrultusunda davrandıklarında sağlayabilir… bu insanların otoritesel söylemleri müstesna gerekçeler olarak, ki bu gerekçeler insanlar haklı bile olsalar kendi özel gerekçeleri üzerinden hareket etmemeyi gerektiren gerekçelerdir.”

5-1982 Anayasası 81. maddedeki yemin metni: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

6- Kemal Gözler, “Kurucu İktidar”, sayfa 14.

7- Kemal Gözler, “Kurucu İktidar”, sayfa 15.

8- Erdoğan Teziç, “Kanunların Anayasaya Uygunluğunun Esas Açısından Denetimi”

9- 1982 Anayasası (Değişik: 3/10/2001-4709/1 md.), Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı ifade edilir.

10- Kemal Gözler, “Türkiye’de Hükümetlere Nasıl İstikrar ve Etkinlik Kazandırılabilir?”, Türk Anayasa Hukuk Sitesi.

11- Bakınız, T.C. Anayasası’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri.

12- Bakınız: AKP-CHP-MHP tüzüğü. Parti tüzüklerinde ifade edilenlerin ortak yanları aşağı yukarı bunlardır.

13- H. Tarık Oğuzlu, “Dünya Düzenleri ve Güvenlik: Ulus Devlet Güvenlik Anlayışı Aşılıyor mu?”, sayfa 4. Vatandaşlık kimliğinin kurucu değer olduğu bir sistemde en önemli birim devlet olmakta, dolayısıyla da vatandaşlık devleti kutsallaştırmaktadır.

14- H. Tarık Oğuzlu, “Dünya Düzenleri ve Güvenlik: Ulus Devlet Güvenlik Anlayışı Aşılıyor mu?”

15- Özgür Akan, “Hukuk Devletinde Bireyin Özgürlüğü ve Devletin Güvenliği Çatışması”

16- Halis Çetin, “Siyasetin Evrensel Sorunu: İktidarın Meşruiyeti-Meşruiyetin İktidarı”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. 

17- Oğuzhan Başıbüyük, “Siyaset Bilimine Giriş”

18- DİA İslam Ansiklopedisi, cilt 18, sayfa 468.

19- Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Davut Dursun, Hükümet maddesi.

20- Özellikle ülkemizde görülen bütün askeri darbelerin tamamı devletin bekası adına yapılmıştır. Gerek 1960 darbesinde, gerekse 1980 darbesinde, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda… sözüne vurgu yapılması dikkat çekicidir.

21- Serdar Atak, “Muktedirin son sınavına gelişi”, Radikal, 06.11.2013.

22- Türk Dil Kurumu, Büyük Sözlük,

23- Suavi Aydın, “Amacımız Devletin Bekası”, sayfa 67.

24- Abdurrahman Saygılı, “Jean Bodin’in Egemenlik Anlayışı Çerçevesinde Kralın İki Bedeni Kuramına Kısa Bir Bakış”

25- Türk Ceza Kanunu, 302-308. maddeler.

26- Bu Anayasa; Kurucu Meclis tarafından 18/10/1982’de halkoylamasına sunulmak üzere kabul edilmiş ve 20/10/1982 tarihli ve 17844 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış; 7/11/1982’de halkoylamasına sunulduktan sonra 9/11/1982 tarihli ve 17863 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yeniden yayımlanmıştır.

27- Halis Çetin, “Modern Devletin Egemenlik Döngüsü”, sayfa 57.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *