Varoluşsal Sorunlar

Varoluşsal Sorunlar

“Bugün, farklı yüzyılların yaklaşımlarını tartışmaya devam ederken, çözümü imkansız hale gelen toplumsal sorunları, toplumsal, zihinsel, ruhsal çöküşü hiç tartışmıyoruz.”

Varoluşsal tercihler yapmak yerine, konjonktürel tercihler yapan bireyler, hareketler, topluluklar duyarsızlığın ve kayıtsızlığın konforu ile bütünleşir, kendi yanılsamalarıyla hesaplaşmayı düşünmedikleri için de, ahlaki-zihinsel konforlarını sürdürmeye devam ederler. Varoluşsal tercihler, varoluşsal mücadeleler büyük sayılarla, büyük paralarla değil, büyük niteliklerle, büyük düşünsel/ahlaki/entelektüel birikimle verilebilir. Konjonktürel tercihler yapan bireyler, hareketler ve topluluklar için, hiç bir zaman ilkesel-ahlaki seçkin bir duyarlılıktan söz edilemez. 

İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, ilkesel ve bağımsız bir duyarlılık/hassasiyet/sorumluluk ve farkındalık zemininde kendisini yapılandırmış olsaydı, toplumlarımıza, özellikle de, Türkiye’ye dayatılan epistemolojik sistemle, epistemolojik sistemin meydan okumalarıyla ilgili entelektüel-felsefi cevaplar veriyor olacaktı. İslami bilgi’nin otoritesine/meşruiyetine hayat hakkı tanımayan, toplumumuzu Batı’ya, seküler zihin dünyasına mahkûm eden, Batı ile özdeşleşmiş bir epistemolojinin, İslam, İslami bilgi, eğitim ve kültürle uzlaştırılması hiç bir şekilde ve hiç bir gerekçeyle mümkün olamaz. Bu epistemolojiyi ayrıcalıklı ve belirleyici kılan Batılı bilgi ve iktidar yapılarıdır.

Bugün, bizler, Müslümanlar olarak, İslami alanın bütünüyle seküler epistemoloji tarafından belirlendiğini, yapılandırıldığını, kontrol edildiğini, yönetildiğini, bu nedenle İslami otoritenin kamusal ifadesinin somutlaşmasının yasaklandığını, varoluşsal bir sorun haline getirmeden, hayatlarımızı modern/seküler/liberal epistemolojinin paryaları olarak sürdürüyoruz, sürdürebiliyoruz. Bizler, Müslümanlar olarak, İslamın ontolojik özgürlüğünün tanınmadığı bir dünyada/toplumda/ülkede, her şeyden önce ve ne pahasına olursa olsun, bu özgürlüğü kazanmak üzere mücadele etmemiz gerekirken, seküler-liberal dünya görüşünün, seküler-liberal iktidarın belirlediği sınırlar-yorumlar içerisinde kalmaya dikkat ederek, bireysel “din’i” özgürlükleri kazanmaya/korumaya çalışıyoruz. Seküler-liberal “din’i” çerçevenin sömürgeci misyonerlik çalışmalarıyla belirlendiğini ya bilmiyor, ya da bilmek istemiyoruz. Batı’nın, Batı dışına bakışını tanımlayan, kategorize eden entelektüel kibirle hesaplaşamadığımız için, ne kadar, ne zaman, nasıl Müslüman olunabileceğine ilişkin seküler epistemolojinin iradesine katlanmaya devam ediyoruz. Bu epistemoloji, mutlak bir üstünlük iddiasında bulunabiliyor olduğu için, İslami epistemoloji bütünüyle değersizleştiriliyor ve tarih dışı sayılabiliyor, bu nedenle de, İslami özgürlük Müslümanların gündemine taşınamıyor. Bugünün dünyasında İslami hassasiyetler, iddialar, idealler, seküler-liberal hassasiyetler adına sınırsız bir serbestlik içerisinde yargılanabiliyor, aşağılanabiliyor ve rencide edilebiliyor. Bizler de, bireysel “din’i” özgürlükleri, İslami özgürlük sayma yanılsamasını, farkındalığın bilincini somutlaştıramadığımız için aralıksız sürdürüyoruz.

Siyasi, entelektüel, eleştirel bir farkındalığa ve bilince sahip olmayan, bu tür bir farkındalık ve bilince sahip olmaları, milli ve yerli popülizmler tarafından engellenen, bu nedenle de, din’i ya da  politik popülizm uyuşturucularına maruz kalan bireyler, topluluklar kıyamete kadar aldanmaya ve aldatılmaya açık bir konumda bulunuyor. Ortadoğu’da kimi zaman ideolojik ırkçılık adına, kimi zaman sekülerizm adına, kimi zaman demokrasi adına, kimi zaman Hıristiyan Siyonizmi adına, sürdürülmekte olan emperyalist katliamlar, yıkımlar, zulümler ara vermeden devam ederken, bilinç yoksulluğu, basiret yoksulluğu, ahlâk ve akıl yoksulluğu ile malûl bulunan toplumlarımızda, kendilerini iktidarlarına adayan iktidar sahiplerinin, toplumlarımızda ahlâkın, adaletin, hak ve hukukun, hakkaniyetin, ehliyet ve liyakat hassasiyetinin yerlerde sürünüyor olmasıyla ilgili hiç bir kaygıları bulunmuyor. 

Günümüz dünyasında, ideolojik siyaset temelinde şekillenen, emperyalist devletlerin İslam toplumlarına yönelik olarak gerçekleştirdikleri şiddet-terör bir şekilde haklı gösterilebilir ve sessizlikle, tepkisizlikle karşılanabilirken, devlet dışı unsurların gerçekleştirdiği şiddet olayları ile ilgili olarak bütün bir dünya ayağa kaldırılabiliyor.

İlahi vayhin, aklın, kalbin, ruhun, bedenin, bilginin, bilgeliğin, irfanın, ahlâkın, adaletin muhteşem bütünlüğünü kaybettiğimiz, bu bütünlüğü sorumsuzca parçalara ayırdığımız günden beri, gerçeklere nüfuz etme yeteneğimizi büyük ölçüde kaybettik. Gerçeklere nüfuz etme yeteneğimizi kaybettiğimiz için, otoriter rejimlerin, toplumlarımızda, dini ve politik popülizm uyuşturucularının yardımıyla ayakta tutulduğunu görmüyoruz, anlamıyoruz. Gerçeklere nüfuz etme yeteneğimizi yitirdiğimiz için, aziz İslamın kamusal-siyasal gücü olmayan bir maneviyat biçimine, bir folklore dönüştürüldüğünü bir sorun olarak görmüyoruz. Bugün, farklı yüzyılların yaklaşımlarını tartışmaya devam ederken, çözümü imkansız hale gelen toplumsal sorunları, toplumsal, zihinsel, ruhsal çöküşü hiç tartışmıyoruz. Toplumlarımızda zenginlikler arttıkça tüketim de o ölçüde artıyor, tüketim arttıkça bencillikler/yabancılaşmalar/aşırılıklar artıyor, İdeallerin yerini arzu nesneleri alıyor. İnsani ilişkilerin yerini ekranlarla ilişkiler, elektronik ilişkiler alıyor. Rahatsız edici gerçekleri hiç konuşmuyoruz. Rahatımız, konforumuz bozulacak endişesiyle, hakikati hiç konuşmuyoruz. Toplumlarımızda, resmi dil, resmi yorum, resmi tutum, tavır ve yaklaşım “hakikat” sayılıyor, sayılabiliyor. 

Ahlaki mutlaklara yabancılaştığımız için, ahlaki ölümler yaşıyoruz.

Bugün, her şeyden önce bir haysiyet bilincine ihtiyacımız olduğu açıktır.

İslami bilgi’nin, dil’in (epistemolojinin) hukukun, dünya görüşünün, otoritesini somutlaştırmak üzere inşa etmek yerine, bu hayati konuyu hiç bir biçimde gündeme getiremiyor, ancak, sembolik anlamda camiler inşa etmeye aralıksız devam ediyoruz. İslami bilgi’den, hukuk’tan feragat etmiş bir “din” algısına ikna edilmiş bulunuyoruz.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *