Myanmar’da ‘Uluslararası Hukuk’ işliyor mu?

Myanmar’da ‘Uluslararası Hukuk’ işliyor mu?

Myanmar’da Müslümanlara yönelik tecrit ve katliam devam ederken, uluslararası camia Müslümanları korumada yetersiz kaldı, katliamları önleme çağrıları da karşılık bulmadı.

Uluslararası hukuk Rohingya testinden geçiyor

Selman Aksünger / AA

Myanmar devletinin, özellikle Arakanlı Müslümanlar başta olmak üzere Kuzey Arakan bölgesinde uzun zamandır yürüttüğü etnik temizlik ve katliamlar en üst seviyeye ulaştı. Myanmar’da Müslümanlara yönelik tecrit ve katliam devam ederken, uluslararası camia bölgede bulunan Müslümanları korumada yetersiz kaldı, katliamları önleme çağrıları da karşılık bulmadı. Ancak geçtiğimiz hafta Avrupa’da ve Güney Amerika’daki bazı gelişmeler, Myanmar ordusuna ait askerler ile sivillerin arasına yerleştirilmiş birliklerin saldırılarına ilişkin hesap sorulması ve sorumluların cezalandırılması için uluslararası camianın kıpırdanmaya başladığını gösterdi. Bu yazıda son haftalarda Myanmar’a yönelik uluslararası hukuk çerçevesinde girişilen mücadele değerlendirilecek, uluslararası kurumların Arakanlılara karşı işlenen suçların sona ermesi ve sorumluların cezalandırılması için yeterli ve etkili olup olmadığı ele alınacaktır.

BM nezdindeki girişimler

Geçtiğimiz yıl BM İnsan Hakları Konseyine bağlı heyetin yayınladığı raporda Myanmar ordusunun 2017 yılında Arakanlı Müslüman kadınlara uyguladığı toplu tecavüzlerin, soykırım niyetinin bir göstergesi olduğunu açıkladı. Raporda, soykırım eylemlerini soruşturmayan ve kimseyi cezalandırmayan Myanmar hükümeti olanlardan sorumlu tutuldu. Heyet en önemli sorumluları arasında Myanmar Devlet Danışmanı Aung San Suu Çi’yi de gösterdi. Rapor tüm ülkeleri Myanmarlı faillere karşı evrensel yargı yetkisi kapsamında yargılama yapmaya çağırırken, BM Güvenlik Konseyi’ne belirtilen suçların faillerini yargılamak için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yetki vermesi, aksi halde yeni bir mahkeme kurması tavsiyesinde bulundu. Heyetin çalışmaları ciddi uluslararası suçların ve uluslararası hukuk ihlallerinin kanıtlarının toplanması, birleştirilmesi, korunması ve analiz edilmesi açısından BM nezdindeki en belirgin adım olsa da heyetin bulgularının ve tavsiyelerinin bir bağlayıcılığının olmaması Myanmar otoritelerini ve Burmalı militanları Arakanlılara karşı etnik temizlik ve soykırımdan alıkoymadı. Nitekim Bangladeş hükümeti ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından kendileriyle görüşülen Arakanlı ailelerden hiçbirinin Myanmar’a dönmeye razı olmadığı görüldü.

Gambiya’nın cesur adımı

Batı Afrika ülkelerinden Gambiya, 11 Kasım 2019 tarihinde Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırım ve tecavüz suçlarının Myanmar tarafından 1948 tarihli Soykırım Anlaşması’nın ihlali anlamına geldiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) müracaat etti.

Gambiya Adalet Bakanı Abubekir Marie Tambadou, yaptığı açıklamada, Myanmar’da yaşanan soykırım karşısında bir şey yapılmamasının utanç verici olduğunu, Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırımın soruşturulması için İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adına başvurduklarını belirtti.

Bir kural olarak devletler, tarafı oldukları anlaşmaların kendileri aleyhine yapılan ihlallerini dava edebilirken, uluslararası hukuk, bazı yükümlülüklerin “herkese karşı” sorumluluk doğuran erga omnes nitelikli kurallardır. Erga omnes nitelikli yükümlülükler tüm devletlere karşı bir borç olduğu için ihlal durumunda tüm devletlerin itiraz etme hakkı vardır. Soykırım yapmama ve soykırımı önleme erga omnes nitelikli bir yükümlülük olduğu için Gambiya Myanmar’ın Soykırım Anlaşmasının 3. maddesindeki soykırımı cezalandırma yükümlülüklerini ihlal ettiğine dayanarak UAD’dan geçici tedbir kararı vermesini talep etti.

Gambiya’nın hukuk ekibine liderlik yapan ABD’li hukuk bürosu Foley & Hoag, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) Myanmar’a karşı dava açılması için Gambiya’yı seçtiğini açıkladı. Aralık ayında davanın ilk duruşmaları gerçekleşecek olsa da Gambiya’nın veya İİT’nin amacına ne derece erişeceği kestirilemiyor. Zira Divan 1963 tarihinde Etiyopya ve Liberya’nın Güney Afrika aleyhine Namibya’nın özgürlüğüne kavuşması için açtığı davada 3. Ülkelerin davaya taraf olamayacağına hükmetmişti. Fakat Divan’ın soykırım ile ilgili önüne gelen Bosna katliamı içtihadına bakıldığında, Arakanlılara karşı işlenen suçların soykırım sözleşmesinin açık bir ihlali olduğunu söylemek mümkün. Bu sebeple Gambiya’nın UAD nezdindeki adımı Myanmar otoritelerini ciddi derecede zorlayacaktır.

Davanın önümüzdeki hafta yapılacak ilk duruşmalarında Myanmar hükümetini Suu Çi savunacak. Halihazırda hükümete fiilen danışmanlık yapan ve Arakanlılara yönelik katliamlardan sorumlu tutulan Nobel ödüllü aktivist Suu Çi’nin bu hamlesi uluslararası otoriteler tarafından Divan’ı küçümseme ve hafife alma olarak değerlendiriliyor. Fakat dikkat çeken asıl husus, bu hamlenin asıl amacının önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde Suu Çi’nin partisi Ulusal Demokrasi Ligi’ne (National League for Democracy [NLD]) oy kazandırmak olduğu. NLD partisi 3 Kasım 2018’de çeşitli sebeplerle mecliste boşalan 13 sandalye için yapılan ara seçimde ciddi oy kaybı yaşamış ve özellikle azınlıkların olduğu bölgelerde hüsrana uğramıştı. Suu Çi, NLD’nin azalan oylarını telafi etmek ve özellikle milliyetçi seçmene hitap eden yeni partilere karşı rekabet gücünü arttırmak için UAD önüne bizzat çıkmaya hazırlanıyor.

Suu Çi’nin Divan önüne bizzat çıkmasının bir diğer amacı ise kendi ülkesine başkan olabilmesi için gerekli olan Anayasa değişikliğine hazırlanıyor olması. Myanmar Anayasası’nın 3. Bölümünün 59. Maddesi anne-babası, eşi ya da çocukları başka bir ülkenin vatandaşı olan kişilerin ülkeye başkanlık etmesini yasaklıyor. Vefat eden eşi ve hayattaki iki çocuğu İngiltere vatandaşı olan Suu Çi, dolayısıyla Myanmar devlet başkanı olamıyor. Divan önündeki davada olası bir başarı durumunda Suu Çi, parlamento nezdinde kazanacağı itibarla Myanmar anayasasında istediği değişiklikleri yapabilecek desteği bulacaktır. Parlamentodaki askeri kanadın vetosunu aşmak isteyen Suu Çi meclisteki çoğunluğun desteğini ancak Divan karşısında ülkesini soykırım suçundan aklayarak elde edebilir.

Arjantin’den destek

UAD’daki davadan iki gün sonra UK Burma Rohingya Organizasyonu (BROUK) adlı STK, Arjantin’de federal bir mahkemenin önünde insanlığa karşı suç ve soykırım suçları nedeniyle içlerinde Devlet Danışmanı Suu Çi ve Genelkurmay Başkanı Min Aung Hlaing ile Myanmar sivil hükümeti ve ordusunun en yüksek kademesindeki kişiler aleyhine dava açtı.

Mahkemenin şikâyet konusunda nasıl karar vereceği ve dava açılıp açılmayacağı henüz bilinmese de Arjantin yargı makamlarının, sonuca ilişkin delil elde etme, yakalama, tutuklama ve mahkûmiyet gibi kararlarını infaz etme imkânı bulunmuyor. Üstelik şikâyete konu faillerin çoğunun yerel mahkemeler nezdinde yargı bağışıklığı bulunuyor. Evrensel yargı prensibine dayanan çabaların sonuç vermesi için faillerin o ülkelerde fiziken bulunması gerekli. Bilindiği üzere 1998’de eski Şili lideri Pinochet aleyhine İspanya’da açılan dava İngiltere’nin dokunulmazlık sahibi birini tutuklamasının uluslararası bir yükümlülük olmadığını belirtmesi sebebiyle sonuç vermemişti. Arakan olayında ise Burmalı liderlerin Arjantin’e gitmeleri durumu dışında bir netice elde etmeyeceğini söylemek mümkün.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki (UCM) girişimler

Son olarak 14 Kasım tarihinde Rohingyalılar adına önemli bir gelişme de UCM’de yaşandı. UCM savcılığı, ön inceleme heyetinden Nisan 2017’de Roma Statüsü’nün 19. maddesine dayanarak, Rohingya meselesine ilişkin yargı yetkisi arayan bir talepte bulundu. Myanmar’ın mahkemeye taraf olmaması sebebiyle bu ülkenin topraklarında Rohingyalılara karşı işlenen soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarına ilişkin yargı yetkisi tesis edilememişti. Buna karşın savcılık ofisi, Bangladeş’e sığınmak zorunda kalan Arakanlı Müslümanlara yönelik “sınır dışı etme” suçu işlendiği ve bu suçun bir kısmının da üye devlet olan Bangladeş sınırları dahilinde meydana gelmiş olması sebebiyle yargı yetkisi olduğunu belirtmişti. Savcılık ofisinin dayanağı ise “sınır dışı etme” suçunun gerçekleşmesi ancak bir ülke sınırından başka bir ülke sınırına geçişin yapılması ile mümkün olması. Dolayısıyla savcılığa göre Myanmar’da başlayan bu suçun bir kısmı Bangladeş sınırının geçilmesi ile olmuş ve bu sebeple söz konusu suç Bangladeş topraklarında da gerçekleşmiştir.

Savcılık sadece 2016 sonrasındaki “sınırdışı etme” (deportation) suçu için yargı yetkisi talep ederken, UCM’nin 3 numaralı Ön İnceleme Dairesi 14 Kasım 2019 tarihli kararında 2011 sonrasındaki sınır dışı etme ve birden fazla ülkede meydana gelebilen diğer suçların araştırılması için de savcılığa yetki verdi. Bu gelişmeyle birlikte artık savcılık ön inceleme safhasından soruşturma safhasına geçti. Soruşturma devam ederken savcılık UCM’den yakalama kararı çıkartmasını da talep edebiliyor. Fakat görüldüğü üzere Mahkeme sadece Bangladeş üzerinden bir yargı yetkisi kurabiliyor ve Arakanlılara karşı esas suç olan öldürme, tecavüz ve işkence gibi suçlardan ziyade sadece sınır geçişi unsuru bulunduran kısıtlı birtakım suçları inceleyebilir.

Yukarıda görüldüğü üzere, mevcut uluslararası kurallar çerçevesinde Arakanlılara karşı işlenen suçların zamansal, maddi ve coğrafi kapsamı sıradan hak ihlallerinden çok daha büyük. Değinilen hukuki gelişmeler her ne kadar uluslararası camianın bir kesiminin çabalarını ortaya koysa da, bu mekanizmalardan, en azından kısa ve orta vadede, Arakanlıları tatmin edecek ve benzer suçların işlenmeyeceğini garanti edecek bir netice beklememek gerekir. Bununla birlikte, uluslararası toplum Myanmar güvenlik güçlerinin Myanmar’daki diğer etnik azınlıklara karşı işlediği iddia edilen diğer suçları ve ağır uluslararası hukuk ihlallerini de dikkate almalı.

Şimdilik, mevcut yasal zorlukların ve gelecekte ortaya çıkacak hesap verebilirlik süreçlerinin nasıl gelişeceği bilinmiyor olsa da BM Güvenlik Konseyi ve bölgedeki diğer ülkelerin diplomatik ve siyasi baskılarının uluslararası mahkemelerden daha etkili olabileceğini söylemek mümkün. Uluslararası hukuk, karnesi kırıklarla dolu bir mekanizma olarak Rohingya testinden geçerken pek umut vaat etmiyor. Arakan, Suriye, Yemen, Afganistan gibi ağır travmaların yaşandığı coğrafyalarda uluslararası hukukun tüm problemleri ortadan kaldırıp, acıları unutturmasının mümkün olmadığını Bosna tecrübesi gösterdi. Uluslararası hukukun en gelişmiş kısmı olan hesap verilebilirlik mekanizmaları yerine uluslararası camianın çatışmaları ve ihlalleri engelleyen ve uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden oluşumları engellemeye odaklanması gerekir. Bu anlamda Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtının sorunların kaynağına yönelen, daha büyük çatışmaları engelleyen örnek bir çaba olarak takdir edilmesi gerekir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *