Din, inadına kamusaldır, inadına toplumsaldır, inadına politiktir. 

Din, inadına kamusaldır, inadına toplumsaldır, inadına politiktir. 

Faruk Beşer: “Sizi gidi İslamcılar, sizi gidi siyasal İslamcılar diyenlerin hedefi İslam’ı önce camiye, eve ve vicdana hapsetmek, sonra da tamamen silinmesini sağlamaktır.”

Faruk Beşer, bugün Yeni Şafak‘taki yazısını İslam ile siyaset ilişkisine ayırdı. “Kamusalda olmayan İslam eksiktir” başlığını taşıyan yazısında İslam, İslamcılık ve Siyasal İslam kavramlarını değerlendiren Beşer, İslamcı ve Siyasal İslam tanımlarını kötüleme çabasının maksatlı olduğunu, İslam’ı kamusal alandan uzaklaştırma çabası olduğunu vurgularken, İslam’ın siyasetten ayrılamayacağının altını çizdi.

İslam kamusalda olmak zorundadır, olmazsa o İslam olmaz.” diyen Faruk Beşer’in o dikkat çeken yazısı şöyle:

Kamusal alan, ya da merkez çevre kavramları İslam toplumuna uymuyor. İslam’da ‘bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir’ demiştik. Buna karşılık ‘köylü bu milletin efendisidir’ sözü bana hep, anlatmaya çalıştığımız o merkezi tahkim için söylenmiş bir aldatmacadan ibaret gelir. Yani ‘çevre’ bize hizmet etmek konumundadır. Herkes yerini bilsin, merkezi zorlamasın denir gibidir.

Bu açıdan bakıldığında pazar esnafı arasında daha çok görülen sakallı dervişler eskiden beri benim hep dikkatimi çekmiştir. Onların çoğu inandıklarını daha özgürce yaşayabilmek için merkezi terk etmiş, ya da terk ettirilmiş insanlardır. Zaten merkezin istediği de budur, çünkü çevreye fırlatılandan artık zarar gelmez.

Ne var ki, İslam merkez-çevre kavramlarıyla anlatılamaz derken bir idealden söz ediyoruz. Yoksa Emevilerle beraber bu ayırım başlamış ve Shils’in tanımladığından çok daha güçlü bir merkez-çevre ayrışması İslam toplumlarında da hep var olagelmiştir. Bunun bazı nadir dindar yöneticiler zamanlarında hafiflediği olmuş olabilir, ama vakıa budur. Bugün bile devletle vatandaş arasında güç dengesinin vatandaş aleyhine en çok bozulduğu ülkeler İslam ülkeleridir.

İslam ve kamusal dediğimizde aklımıza gelen başka kavramlar İslamcılık, ya da siyasal İslam’dır. Bu konuda söyleyebileceklerimizi daha önce söylemiştik. Söylediklerimizin özeti şu: İslamcılık İslam’ın kendi içinden çıkmış bir kavram değil, tepkisel bir kavram. Alternatif sistemlere karşı toplumun ahlakından yönetimine kadar müslümanlaşmasını istemeye başkaları tarafından verilen ad. Böyle olanlara da İslamcılar denmiş. Bunun siyasal kanadı da Siyasal İslam olmuş. Yani sizin İslam diye bir hedefiniz varsa ve hangi alanında olursa olsun, onun için dertleniyor, heyecan duyuyor ve çaba gösteriyorsanız siz başkalarına göre İslamcısınız, bunu siyasete taşıyorsanız siyasal İslamcısınız. O halde başkaları bunu yaftalamak için ve kötü niyetle söylüyor diye Müslümanın bu özellikleri bırakacak hali yok. Şunu da demiştik; durum böyle olunca müslümanları İslamcı ya da siyasal İslamcı diye eleştiri konusu yapanlar aslında İslam’a bütün olarak karşı olanlardır, dillerinin altında bir bakla vardır onların.

Demek ki, İslam’ın kamusal alana çıkarılması derken, siz adına ne derseniz deyin, işte başkalarının İslamcılık ve siyasal İslam dedikleri şeyin de olması gerekiyor. Bunu şu kelimelerle özetleyebiliriz: Önce Müslüman olan ve olmayan herkese karşı bilinçli bir temsil, yani kişinin önce kendisini Müslümanlaştırması, sonra Emr bil-maruf ve nehy anil-münker ve ardından fertten devletin en tepesine kadar kötülüklerin kaldırılması için bireysel ya da organize çaba. Demek ki İslam kamusalda olmak zorundadır, olmazsa o İslam olmaz.

Bu noktada aldanmamıza sebep olan hususlardan birinin şu olduğunu düşünüyorum: Resulüllah Efendimiz bazı ibadetlere çok büyük sevaplar vaat eder. Bunun sebebi şu olsa gerektir: Bizim daracık dünyamızdaki hesaplarımızla Allah’ın sonsuz âlemindeki hesapları elbette aynı değildir. Sevap, o âlemi ilgilendiren bir karşılık olduğuna göre, onun ifadesi de o âlemin rakamlarına göre olacaktır. Önemli olan, meseleye tek yönlü bakmamaktır. Mesela Resulüllah’ın; ‘sabah namazından sonra işraka kadar zikirle meşgul olup işrakta iki rekât namaz kılan makbul bir hac ve umre sevabı alır’ anlamındaki hadisi şerifi böyle bir anlatımdır. Müslüman burada kalır ve Bektaşi gibi sözün devamını okumazsa meseleyi yanlış anlayabilir. Çünkü buna karşılık bir kardeşinin ihtiyacını karşılamak için dışarıda yani toplumda, kamusalda olmak bunun en az bin katı daha fazla sevaptır. Sizi gidi İslamcılar, sizi gidi siyasal İslamcılar diyenlerin hedefi İslam’ı önce camiye, eve ve vicdana hapsetmek, sonra da tamamen silinmesini sağlamaktır. Oysa İslam sadece vicdan dini değildir. İhsan Fazlıoğlu’nun dediği gibi. “Yıllarca dini, vicdana hapsetmeye çalışmalarının nedeni de budur. Hâlbuki din, inadına kamusaldır, inadına toplumsaldır, inadına politiktir. Hayatıma anlam vermeyen, veremeyen bir inancı taşıyamam, bir yük olarak…”. Seyyit Kutup da, ‘onlar abdesti bozan bozmayan şeyleri anlatan, ama Müslümanların siyasi iktisadi ve içtimai durumlarından söz etmeyen İslam istiyorlar’ demişti.

İslam madde ve mana bütünlüğüdür. Madde beden, mana ruh gibidir. Ruhu olmayan beden ölüdür, cesettir insan değildir. Manayı tanımama dünyevileşmeyi, deizmi, sonunda da ateizmi sonuç verir. Maddeyi tanımama da mağlubiyeti, Batıniliği ve şirki sonuç verir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *