Nuri Pakdil ve İsmet Özel’de Kemalist söylemin etkisi

Nuri Pakdil ve İsmet Özel’de Kemalist söylemin etkisi

İki büyük şair, bir büyük yazarın, davayı anlatmada dönüp geleceği yer Kemalizm’e ait mottoları dönüştürmek ise buradan gidilecek bir yer yok diyebilirim…

Nuri Pakdil ve İsmet Özel’de Kemalist söylemin etkisi

Kâmil Yeşil / Dünya Bizim

Bu başlık, aynı zamanda yazımın ana fikridir.

Lütfen ayrıntıyı gözden kaçırmayalım. Nuri Pakdil ve İsmet Özel, Kemalisttir demiyoruz. Hâşâ. Ne diyoruz? Nuri Pakdil ve İsmet Özel’in söylemlerinde Kemalizm’den kalın tortular var diyoruz.

Yazımızın yardımcı fikirleri de şunlar:

Kemalizm bu ülkede hemen herkese şöyle veya böyle nüfuz etmiştir.

İslamcı yazar ve şairlerimiz bu “herkes”in içindedir.

En önemlisi Kemalizm’in etkisinin daha uzun yıllar devam edeceği şeklindedir.

Biz neden böyle düşünüyoruz?

Bu başlık kışkırtıcı bir başlık olsun diye mi atıldı?

Hayır!

Eğer bu başlıkta bir kışkırtıcılık varsa bu bana ait değildir; söz sahiplerine aittir.

Sözler şöyle:

“Ne mutlu Müslümanım diyene”

“Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”

“Ey Müslüman Türk genci! Birinci vazifen tağutu reddedip Allah’a iman etmektir. Muhtaç olduğun iman, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Bu sözlerden birincisi merhum Nuri Pakdil’e ait. (Sosyal medyada video)

İkinci söz İsmet Özel’in bir konferans metninden alındı. (24 Haziran 2016-video, konuşmanın deşifre edilmiş şekli ile yer alıyor. Bunun yanı sıra İstiklal Marşı sitesinde bu başlıkta bir de sekme var.)

Üçüncü söz; emekli Türkçe öğretmeni Mehmet Ali Sabuncu’ya ait.

Hemen fark edeceğiniz gibi, bu sözlerin bir bağlamı var ve o bağlam, bu sözlerin yeni içeriği ile örtüşmüyor. Niçin böyle söylüyoruz? Çünkü sözün anlamını, öncelikle o sözün sahibi, söyleyeni, zamanı, mekanı, bağlamı tayin eder. Eğer sözü bağlamından, söyleyeninden, muradından soyutlarsanız, o sözü manipüle etmiş olursunuz. Yukarıdaki sözlerin manipüle edildiği kanaatindeyim. Ve bu “söz aklama” eylemine kesinlikle karşı çıkıyorum.

Pekiyi söz nasıl aklanır?

Ona yeni bir anlam giydirirsiniz. Şerhederek, tefsir ederek, tevil ederek; öyle değil böyle demek istemiştir diyerek bir sözü aklayabilirsiniz.

Bir söze nazire yazarak onu sadece aklamış olmazsınız; referans göstererek, atıfta bulunarak ona bir değer, bir güç de yüklemiş olursunuz.

Böylece varmak istediğiniz yerin tam tersi bir yere varmış olursunuz.

Bunu okuryazarlığı az olan, günlük politikaya yaslanan kişiler yaparsa, az da olsa anlaşılır bir şeydir bu. Ancak bir düşünce inşa etmek isteyen, bir yörünge çizen, kitleleri yönlendiren kişiler yaparsa bunu kabul edemeyiz.

Dediğim gibi ben aklamaktan yana değilim. Çünkü; eşyanın bir kalıbı bir de iç yüzü, özü vardır. İç, dıştan ayrılmaz. Paranın yazı ve tura yüzleri gibi. Biri diğerini hatırlatır. Edebiyat, şiir, hikaye vs. de böyledir. Muhteva bir forum içinde anlatılır ve o forum, sanat eserinin esasındandır.

Ümmette bir ulus yaratma hamlesi

Şimdi girişteki mottolara gelebiliriz:

Bir zaman birileri çıktı ve “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”; “Türküm, doğruyum, çalışkanım!” dedi ve dedirtti. Bu, ümmetten ulus “yaratma” hamlesine girişmiş zihniyetin çabası ve ürünü idi. Bu söylem, ideoloji kılıfına ve gücüne büründü, memleket sathına dönüştürücü güç ve hedef olarak yayıldı. Halka göre, halk içindi ama (halka rağmen) idi.

Okulların duvarlarından ders kitaplarına, oradan zihinlere ve somut, soyut bütün kültürel sahaya yayılan anlayış, bir kırılma ve bir kopuşa sebep oldu.

Eğer bu kopuşa, bu kırılmaya karşı isek, üreteceğimiz söz ve değer de ona uygun bir dil ve sunum ile yapılmalıydı. Yapılmalıdır. Fakat öyle olmadı. Merhum Nuri Pakdil örneğinde olduğu gibi, değişirken aynı kalan bir Kemalizm ile, bir Kemalist söylem ile karşılaştık.

Pakdil, Kemalizm’e onun mottosu üzerinden, sisteme, sistemin zihniyetine, kurucularına itirazını, kelime değiştirerek göstermeyi seçti ve: “Ne mutlu Müslümanım diyene” dedi.

Ne mutlu Türküm diyene, ilkesine karşı, nazire olarak söylendiği açık olan bu söz ile acaba Pakdil yeni bir söz söylemiş, yeni bir dil kurmuş, yeni bir hedef göstermiş oldu mu?

Niyet bu olmasına rağmen, cevabımız “Hayır” olacaktır.

Pakdil, eğer “Ne mutlu Müslüman olana” deseydi; bir söz söylemiş olacaktı ki bu söz bile onu Kemalist söyleme nazire yapmaktan tamamen uzaklaştırmaz. Pakdil, -hesaplaşmak adına da olsa- Kemalist söylemi referans alan bir söz söylemekle, bir şey demiş olmadığı gibi; aksine o sözün kaynağına bir güç atfetti, onu esas aldı, onu hatırlattı ve güçlendirdi. Amaç,  Kemalist söyleme, kendi diliyle, içten cevap vermek olsa da bu böyledir. Çünkü bu kendi konumunu diğeri, “öteki”ne göre anlamlandırmaktır. Söze, onu sahiplenenlerin indinde bile olmayan, bilinmeyen bir güç atfetmektir. Ki yazının başında işaret ettiğimiz husus budur.

Diyoruz ki Kemalist söyleme nazire yazmak, Nuri Pakdil’e düşmemeliydi. İlk başta çarpıcı, sarsıcı gibi görünse de ‘asl’ın yani baskın ve yürürlükte olanın gölgesinde kaldığı için, bu söz ile istenen sonucun alınması imkansızdır…

Bize göre Pakdil’in “Ulu Önder”, “devrimci” ve “anti” tanımlamaları da bu bağlamda ele alınması gereken dil kullanımlarıdır.  Siz Nuri Pakdil’den başka, Hz. Peygamber aleyhisselam için  “Ulu Önder” diyen kaç kişi biliyorsunuz ? Pakdil’in kastı ne olursa olsun “Ulu Önder” bir Kemalist söylemdir ve her zaman ilk göndergeyi gösterir. Hakeza “devrimcilik” de öyledir.

“Dini bir literatür ile tanımlanmak da istemem”

Biz bunları yaparken bakın diğerleri ne yapmış?

Medyayı takip edenler hatırlayacaklardır. Yazılı bir metinde okudum. Kendini ateist olarak tanımlayan bir akademisyene, İslami çevreden bir kişi “benim literatürüme göre sen bir kâfirsin” diyordu, “benim dilimde senin adın bu, kâfir.”

Ateistin cevabı şöyle: “Hayır bana ate, de; kâfir deme, çünkü kâfir, dinin tanımlamasıdır, ben dini bir literatür ile tanımlanmak da istemem.”

Ateist, kendini felsefenin dili ile tanımlamayı yeğ tutuyordu.

İkinci örneğim yine bir ateist ve de parti başkanı.

Televizyonda soruyorlar. “Hz. M……..için ne dersin?”

Cevap, tam bir takiyye örneği idi:  “Benim gözümde o en büyük devrimcidir.”

Buradan çıkan sonuç şu idi: (Hz. M…….en büyük devrimci diyen kişinin tuzağına düşmeyelim lütfen.) Adam, Hz. Muhammed (selam üzerine olsun), bir peygamberdir, Allah’ın gönderdiği son elçidir, ben onun elçi olduğuna, getirdiği vahye inanıyorum, demiyor. Ben onun devrimci olduğunu söylüyorum, diyor.

Açıkçası, ateistin kendi diline, kendi söz varlığına, kendi değerlerine gösterdiği duyarlığı göstermiyoruz. En önemli yazar ve şairlerimiz da buna dahil. (Sezai Karakoç hariç).

Şu soruya cevap aramalıyız?

Kendini “devrimci” ve de “anti” olarak tanımlayan Müslüman, “Ulu Önder” demekle bir kişinin risaletle görevlendirilmesini ve o risaleti tebliğ edene imanı ifade etmiş oluyor mu? Yoksa akıllara, bu söz kimin için söylenmiş ve yaygınlık kazanmışsa; onu mu hatıra getiriyor?

Kemalizm zihinlerimizi formatladı

Anladığım budur:

Kemalizm insanımızın zihin dünyasını yerle yeksan etmiştir, onu yeniden formatlamıştır ve bunun izleri öyle kolay kolay silinecek gibi görünmüyor. Özel olarak format kelimesini kullandım ki, bilgisayarı formatlayanların verdiği bilgiye göre, aleti ne kadar formatlarsanız formatlayın, bilgiler silinmiyormuş. Onun için, bilgisayarında ‘sakıncalı’ bilgiler bulunduranlar, hard-diski çıkarıp kırıyor, yakıyorlarmış.

Ne yalan söyleyeyim. Nuri Pakdil ve İsmet Özel’deki bu söylem etkisini görünce aklıma bu format olayı geldi. Nasıl bir eğitim sürecinden geçmişsek izleri dilimize vuruyor. Biz ona alternatif söylem geliştirdik sanıyoruz, o bu alternatiften güç topluyor. Yani ki dostlar, Kemalizm’in mottolarını değiştirmek, yeni bir cevap değildir; onu yeniden formatlamaktır.

Bu dönüştürme/hatırlatma kılgısı tabii ki Nuri Pakdil ve İsmet Özel ile başlamıyor. Bunun en tipik örneği; maalesef Necip Fazıl’da da var. Hatırlayalım. Necip Fazıl’ın  “Gençliğe Hitabe”si; Mustafa Kemal’in ‘Gençliğe Hitabe’sine karşı nazire olarak söylenmiştir. Üstad bununla yetinmemiş, 1938’de İstiklal Marşı yerine yazdığı Büyük Doğu Marşı’nda  “Nur yolu izinden git, Kılavuz’un!”  diyerek dili tevriyeli, ikincil anlama gelecek şekilde kullanmıştır.

Nuri Pakdil ve İsmet Özel, ondan öğrendi demiyorum. Böyle bir anlayış var ve İsmet Özel, Nuri Pakdil dil ölçeğinde de olsa bir analoji yaparak Necip Fazıl ile eşitlenmiştir diyorum. Ve bunu, Kemalizm’in etkisine bağlıyorum.

Acaba şairlerimiz, düşünce adamlarımız, Kemalizm’in mottolarına karşı ürettikleri sözlerle Kemalistlerin, Türkçeyi tam kıvamında, sloganik, vecize tadında ve de herkese uyacak şekilde kullanmıştır da demiş oluyorlar mı olmuyorlar mı? Bu kullanıma gösterilen takdire bir şey demiyorum. Bir şey dediğim husus şu: Eğer bir yazar, bir şair, bir düşünce adamı bir mesaj verecekse, dili kendince, verilecek mesaja uygun olarak özgün olarak kullanarak vermeli, yeni şeyler söylemeli ve fakat bu yeni şeyler antisi olduğumuz şeylerden izler, gölgeler, tatlar taşımamalı. Ki o zaman sadece büyük yazar, büyük şair olmakla kalmayız, aynı zamanda büyük düşünür oluruz.

Oysa böyle olmadı.

Nuri Pakdil,  “Ne Mutlu Müslümanın diyene” diyerek nasıl referansını Kemalizm’e yasladı ise İsmet Özel de  “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözüne yeni izahlar getirerek, açılımlar sağlayarak aynı yolu izlemiş oldu. Ben İsmet Özel’in adı geçen konuşmasını dinlerken, deşifre edilmişini okurken Özel sanki bana şunları da söylemiş oldu:

“’Ne Mutlu Türküm diyene’ sözü gerçekten, tam bizim anlatmak istediğimizi söylüyor, yani Türk’ün Müslüman olduğunu anlatacak kıvamda söylenmiş bir söz bu, biz söylesek böyle söylerdik; ne var ki söyleyenlerin niyeti ve sonucu farklı olduğu için, bu sözlere yazık oldu, onlara öyle bir izah getirelim ki bugüne kadar taşıdıkları ideolojik anlamdan sıyrılıp bizim düşüncemizi ifade eder olsun.”

Bana sorarsanız  -ki aslında bana bir şey soran yok, ben kendi kendime soruyorum-  “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”; “Türküm, doğruyum, çalışkanım!” vecizelerinde yeni anlamlar üretmek İsmet Özel’e düşmemeli idi. Doğrusu İsmet Özel’in açtığı bu atıflı meşrulaştırmanın kendisinden sonra nereye varacağı ile ilgili derin endişelerim var. Yarın birileri çıkıp Gençliğe Hitabe’ye ve Onuncu Yıl Nutku’na varacak diye korkuyorum. Hatırlatalım: Bu nazire söylemenin tarihi, Müseyleme’nin “El-fîlü  me’lfîlü ve mâ  edrâke  mâ  fîlü”ye kadar uzanır. Bizim de itirazımız işte tam burada başlıyor. Acaba gerçekten Kemalizm’e bir cevap bir itiraz var mı bu sözlerde?

Kemalist mottolara yeni anlamlar giydirmek

Kemalizm’in mottosuna yeni bir anlam giydirmekle ona bir göndermede/atıfta bulunmaktan başka şey yapmıyor olabilir miyiz? Buna mecbur muyuz? Hele hele bir şair, bir düşünce adamı, düşüncesini niye kendi kavramları ile kurmaz?

Bana, şair İsmet Özel, bu sözlerdeki “Türk” kelimesine yeni bir anlam kattı. Daha doğrusu, sözü söyleyenlerin dışta tuttuğu anlamı, söze tekrar dahil etti demeyiniz lütfen. Benim o anlama itirazım yok. İtirazım;  bu cehdin özgün olmadığı,  mücadele ettiği güce benzemesi ve ona güç katmasıdır. İsmet Özel, kendince bu cehdinde başarı sağladığını düşünüyor mu acaba?

Ben de  “Varlığım Türk varlığına armağan olsun; Türküm, doğruyum, çalışkanım!” diyorum fakat, sözü ilk söyleyenlerin, onların kastettiği anlamda değil, şu anlamda söylüyorum demekle geçen bir ömürdense, şiirde olduğu gibi yeni bir dil inşa etmesi beklenirdi doğrusu. Birileri Türk kelimesini kullandı diye Türk demiyecek mi diyenlere şunu söylüyorum. Türk diyecek ve fakat ‘Andımız’da, varlığım Türk varlığına armağan olsun, aslında şu demektir, demek zorunda değil ki. İzahlı da olsa Andımız’ı savunmak İsmet Özel’e kalmamalı idi. Bunu söylerken; İsmet Özel’in Türklük kavramına getirdiği açılım, bu tartışmaların içinde zaten vardı, demek istemiyorum. Öncelik-sonralık tartışması açmadan, gelinen yer olarak söylüyorum.

Şunu da söylüyoruz. Pakdil’in  “Ne mutlu Müslümanım diyene” sözü, İsmet Özel’e bir cevap olsun diye söylenmiş söz değildir. Hatta Pakdil’in, İsmet Özel’in bu söze giydirdiği yeni anlamdan haberi olup olmadığından da şüpheliyim. Haberi olsaydı bile onaylamazdı diye düşünüyorum.  Pakdil, o keskin, o dik duruşu ile sözü nasıl anlamak istiyorsa o şekle büründürdü ve ilan etti.

Şunu da soralım: İsmet Özel’in maksadı ile Nuri Pakdil’in maksadı birbirinden ayrı mı? Hem evet hem hayır! Bunu nereden anlıyoruz? Bu söze gelinceye kadar söyledikleri diğer sözlerden…

Pakdil bu topraklara özgü bir adam ise de düşünce, kültür gibi hususlarda asla bu anlamda bir Türk(çü) olmadı, bir Türklük savunmadı. Evrensellik kavramı onun için daha önceliklidir ve Türklük onun için Kemalizm’dir, Ziya Gökalp ve onun şekillendirdiği statükodur. Pakdil, küçümsemek anlamında söylemiyorum; Türk(çülük) anlamında “yerli” olmadığı gibi asla “yerel” de değildir;  çünkü Pakdil  “evrenseldir”, coğrafyaları aşan bir ümmet bilinci, o ümmet bilincinin şekil verdiği bir evrensellik peşindedir o.  Eğer Türklük’ü yerli ve yerellik ölçütü olarak alırsak, bundan dolayı o kesinlikle Türklükle ilintilendirilemez, ilişkilendirilemez.

Pakdil, Türklük denilince; bildiğimiz CHP Türklüğünü anlar, onu İsmet Özel’in yüklediği veya tarihten keşfedip güne taşıdığı anlamda, İslam ile eşit anlamda görmez. Bu bakımdan İsmet Özel’in onayladığı  “Ne mutlu Türküm diyene”  ile Nuri Pakdil’in söylediği “Ne mutlu Müslümanım diyene” aynı kaynaktan beslenmesine rağmen, aynı anlama gelmez.

Gelelim üçüncü söze.

Bu analojiden ders çıkarmalı

Necip Fazıl’ı ve İsmet Özel’i okumuş, Nuri Pakdil’den de haberdar olan biri, bu analoji geleneğinden ders çıkarır, kendince bir yol izlerse, nereye varır, derseniz; aşağıdaki yere varır diyeceğim.

“Ey Müslüman Türk genci! Birinci vazifen tağutu reddedip Allah’a iman etmektir. Muhtaç olduğun iman, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Kendini İslami geleneğe bağlayan bir emekli öğretmene ait bu söz; yol bir kez açıldı mı yolun nereye varacağına, bizi nerelere sürükleyeceğine dair ipuçları barındırıyor. Dememiz odur ki Kemalizm’in güç devşirdiği, zihinlere silinmez yazılarla kazıdığı sözlere yeni anlamlar yükleyerek, giydirerek yeni bir şey söylemiş olmuyoruz; İsmet Özel de Nuri Pakdil de yeni bir söz söylemiş olmadılar. Bu analojiler, bu yeniden yorumlamalar, Kemalizm’in ne kadar derinlere ve ne kadar çok nüfuz ettiğini gösteriyor.

Kağıtlardaki resimleri, madenlerdeki portreleri tanınmaz hale getiren ve bunu büyük bir devrimci duyarlık olarak gören bir yazarın, karşı duruş sergilediği kişinin sözü üzerinden bir ilke üretmesi tam bir ironi değilse nedir?

Bir de şunlara bakalım derim:

Vecizelere nazire olarak söylenen, açıklamalarla sahiplenilen sözlerden sonra, “evet, işin aslını öğrendik, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” demek, dönemin ideolojik kuramı değil, bununla Müslüman varlığımız kastediliyormuş diyen var mı?  Ne varmış  “Türk’üm,  doğruyum, çalışkanım!” andında? Bu sözde  “Türk”, “Müslüman” demektir ve o da doğru insandır, diyen olmuş mu bu açıklamalardan sonra?  Eğer böyle bir eğilim olsa idi, “arsama gecekondu diktirtmem” diyen Kemalistleri görecektik. Onlar da şimdilik bu izahlara kulaklarını kapatmış durumda.

Belki de dönüp dolaşacağınız yer burası, bizim yanımız diyerek içten içe seviniyorlardır.

Ben Türk’üm ancak Müslümanlık başka bir şey diyerek inanca karşı duran onca varlık var bu ülkede.

Söz, esasen doğru ve fakat söylendiği ortam ve söyleyenler yanlış idi, sözü şöyle anlamalıyız diyerek şerh ile tevil ile doğrultmaya çalışmayı kesinlikle doğru bulmuyorum. Bu sözleri ip olarak elinize alın, ipin ucuna doğru yürüyün, varacağınız yer (Ata)Türk’tür. Düşün Kemalizm’in yakasından diyeceğim; ama bunun da doğru anlaşılmayıp sanki Kemalizm’i savunuyormuşum durumuna düşmekten korkuyorum.

Söz dönüp dolaşıp mecrasını bulur

İki büyük şair, bir büyük yazarın, davayı anlatmada dönüp geleceği yer Kemalizm’e ait mottoları dönüştürmek ise buradan gidilecek bir yer yok diyebilirim. Çünkü bu sözler, onu söyleyenlere de o sözün söylendiği döneme de güç verir, veriyor. Söz dönüp dolaşıp mecrasını buluyor. Birincisi asl, diğerleri gölge konumunda çünkü.

İsterdik ki iki büyük şair ve bir büyük yazar, sonuç olarak vardıkları yerde, bizi yeni bir dil ile karşılasın. Eskiye, mücadele edilen çizgiye ait bir renk, bir koku taşımasınlar üzerinde. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım, deyip yeni şeyler söylesinler! İki büyük şairin; bir büyük yazarın; bir askerin, bir doktorun, bir bürokratın, bir hatibin mottosunu geçememesi ne demektir?

Kendini ifade ederken, alternatif sunarken bile Kemalizm’i bir referans olarak göndermede bulunmak gibi bir ironi içeriyor bu. Acaba bunu Kemalizm’in ifade gücüne, dili iyi kullandığına, mesajı iyi verdiğine yorumlayabilir miyiz?

Düşünsel olarak Kemalizm’e esaslı bir yer ayırdığımızın bundan daha güzel bir örneği olamaz sanırım.

Bu iki büyük şair ve büyük yazar bile bu çıkmazdan kurtulamamışsa bundan sonra kurtulmamız nasıl mümkün olacak, merak ediyorum doğrusu. İmkansız değil belki ama daha uzun yıllar süreceğe benziyor.

Son olarak vardığım yer şurası. ‘Değişirken aynı kalmak’ diye bir şey var biliyorsunuz. Ve Kemalizm, değişirken de aynı kalıyor, görüyorsunuz.

İspatı da bu iki büyük şair ve yazarımızın sözleri.

Daha ne diyeyim?

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • İlker Akkaya
    6 Kasım 2019, 09:58

    Aynı şeyleri daha önceden ben kendimce düşünüp ifade edememiştim.Yazar ne güzel ifade edip yazıya dökmüş.Yalnız ben İsmet özel’in iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum.

    REPLY