Anlam Parçalanmaları

Anlam Parçalanmaları

Hamaset yoluyla dönüştürülen toplumlarda ancak niceliksel bir değişim mümkün olabiliyor, niteliksel değişim değil….

Anlam Parçalanmaları

Atasoy Müftüoğlu

İslam dünyası toplumları, kültürleri, küresel tahakküm sistemi tarafından oluşturulan tek boyutlu bilgi, dil ve kültür tarafından tanımlanıyor, konumlandırılıyor, yargılanıyor ve ötekileştiriliyor. Bu rencide edici durum karşısında, İslam toplumları-kültürleri sözünü ettiğimiz tek boyutlu bilgi’nin, dil’in ve kültürün geçerliliğini sorgulayamıyor, farklı/bağımsız bir bilgi-dil-kültür-siyaset ve toplumsal örgütlenme biçiminin imkanlarını gündeme taşımaya cesaret edemiyor.

İslam toplumları-kültürleri, bir yanda modern-seküler dünya görüşü, bir diğer yanda ulus-devlet milliyetçilikleri, bir başka bağlamda da taklit’çi/baskıcı geleneklerin kontrolü altında tutulduğu için, İslami bağımsızlığı tartışma konusu bile yapamıyor. İslami bütünlük parçalara bölündüğü için, İslami algı/bilinç/kimlik/kişilik bir türlü tamamlanamıyor. Kimlik/bilinç parçalanmaları aynı zamanda anlam-ahlak parçalanmalarına da neden oluyor. Temel İslami ilkelerle, konjonktürel konumlar ve tercihler arasındaki uçurumlar derinleşiyor. Kendi kendisini tamamlayamayan bir kimlik ya da bünye, kendisi olma imkanını kaybediyor. Taklit’e dayalı geleneklerle sınırlandırılan bir kimlik-bünye hiç bir şekilde kendi bilincine/hakikatine varamıyor. Kendi bilincine varamayan bir bünye de, tarihin/dünyanın/hayatın/siyasetin bilincine varamıyor.

Taklit’e dayalı gelenekler, zihinleri ve her tür duyarlılığı donduruyor.

Çok yönlü dayatma ve kontrol biçimleriyle kuşatılan İslam toplumlarında, bugünün Türkiyesinde de yakından takip edilebileceği üzere, İslam’a ancak yardımcı-folklorik roller verilebiliyor, cami inşa etmek gibi sembolik çabalarla, İslam’a dayatılan gerçekliğin üzeri örtülüyor. Bir başka gerçekliğe, düşünsel/kültürel/siyasal başkalığa, özellikle de İslami bir gerçekliğe hayat hakkı tanımayan Batılı gerçeklik algısı, kapitalist/seküler/liberal dünya görüşüne sınırsız bir meşruiyet otorite ve iktidar imkanı verirken, İslami dünya görüşüne bireysel-içsel dindarlık biçimleri dışında, özgürlük-meşruiyet ve otorite alanı bırakmıyor. Müslümanlar, İslami anlamda kılık-kıyafet özgürlüğünü, İslam’ın özgürlüğü sayacak kadar derin bir yanılsama içerisindeler.

Din’in bireyselleşmesi, kişisel tercihe dönüştürülmesi, kişisel alana kapatılması, ortak-bağlayıcı niteliğini kaybetmesi, toplumlar için nihai anlam-değer ve ahlak kaynağı olmaktan çıkarılması, din’in moda’ya dönüştürülmesi, pazarlanabilir hale getirilmesi, her tür iktidar için araçsallaştırılabilmesi, İslam toplumlarında yaşanan entelektüel ve siyasal farkındalık/bilinç kaybıyla yakından ilgilidir. Entelektüel ve siyasal farkındalığa sahip olmayan toplumlar ve kültürler, savrulduklarını ve sürüklendiklerini de farketmezler. Savrulma ve sürüklenme durumunu mugâlata ile gizlemeye çalışırlar.

Müslümanlar olarak entelektüel ve siyasal farkındalığa-bilince sahip olmuş olsaydık eğer, Müslümanların siyasal varoluşlarını İslam’da aramalarını imkansız kılan seküler mutlakıyetçiliğe karşı söyleyebilecek sözümüz olacaktı. Bugün, Müslümanların siyasal varoluşlarını İslami ilkeler temelinde inşa etme tasavvur ve tahayyülü, fikri-zihinsel azınlıklara dönüştürülen kesimler tarafından savunulabiliyor. Bütüncül bir dünya görüşü ve hayat tarzı olarak, İslam’ın siyasal bir programa/misyona/vizyona sahip olmak zorunda olduğunu bilmek/anlamak/anlatmak gerekiyor.

İslam toplumlarında populizm ve hamaset entelektüel farkındalığa, hamaset siyaseti de siyasal farkındalığa geçit vermiyor. Bu nedenle ulus-devlet kutsallarına eklemlenen, eklemlenmeleri sağlanan Müslümanların, İslami anlamda kuramsal bir tutarlılığa da sahip olmadıkları görülebiliyor. Bütün bu altüst oluşlar, İslam toplumlarının önemli/etkili/kuşatıcı/üretken/bağımsız/güçlü seslere ve yeteneklere sahip olmadığını gösteriyor.

Entelektüel, siyasal ve eleştirel farkındalığa sahip olmayan, bu nedenle de, anlam-kimlik parçalanmalarına-yabancılaşmalarına maruz kalan toplumlar, hamaset yoluyla istenilen doğrultuda araçsallaştırılabiliyor. Entelektüel, siyasal ve eleştirel farkındalığa sahip olmayan İslam toplumlarında, aziz İslam, politik hesaplar ve hesapçılıklar adına hunharca-acımasızca-pervasızca istismar edilebiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, entelektüel-siyasal ve eleştirel farkındalık kaybı, derin bir fosilleşmeye işaret eder. Bir toplumda mugâlata’nın yaygın hale gelmesi, sözünü ettiğimiz bu fosilleşmeden cesaret alır.

Eleştirel farkındalığa ve bilince sahip olmayan bir zihin-ruh dünyası kendisini edilgen ve teslimiyetçi bir alana kapatmış olur. Edilgen ve teslimiyetçi bir zihnin ve bünyenin kendi düşünceleri ve tercihleri olamaz. Her hangi bir toplumda içerik ve gerçeklikten yoksun ideolojik sloganların ve hamaset sloganlarının toplumsallaşması-kitleselleşmesi, ilgili toplumlarda eleştirel farkındalığın ve bilincin gelişmemiş olduğunu gösterir. Yerli-milli sloganları merkezinde büyük bir kültür oluşturulamaz, dünya ölçeğinde yankısı olabilecek eserler üretilemez. Günümüzde hesap nesnesi haline getirilen kitleler, hamaset siyasetiyle uyum içerisindedir. Kitleler bugün, bilinç aracılığıyla değil, hamaset aracılığıyla dönüştürülüyor. Bilincin belirleyici olmadığı toplumlarda, koşullar belirleyici hale geliyor. Hamaset yoluyla dönüştürülen toplumlarda ancak niceliksel bir değişim mümkün olabiliyor, niteliksel değişim değil. Hamaset ve popülizm siyasetini bir geleneğe dönüştüren toplumlar, niteliksel değişimin imkanlarından ve bu değişime öncülük edebilecek vizyonu olan kadrolardan yoksun oldukları için bu yola başvururlar.

Her tür akıldışılığın akılcılaştırılabildiği, teknolojik ve seküler akılcılığın hakim olduğu, mekanik bir taşlaşma çağında, her tür insani duyarlılık, vicdani duyarlılık yerlerde sürünüyor. Böyle bir dünyada/çağda, İslami/insani/ahlaki/vicdani alanları çoğaltmak, dünyayı İslami bilgi/dil/bilinç temelinde tasavvur edebilmek için, her şeyden önce, teknolojik-seküler akılcılığın, ideolojik bilgi ve dilin tekelci yapısını sorgulamaya ve reddetmeye cesaret edilebilmelidir.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • Abdullah Kızılırmak
    30 Ekim 2019, 19:59

    Bizim Mahalle Oldu Çöl Mahkûmları

    … zulumâti ilâ-nûri .. (İbrahim 1.ayet)

    Zulümat: Karanlık , edilgen , sorumluluk almayan çoğunluk

    Nur: Aydınlık , etken , sorumluluk sahibi azınlık , tek parça

    Sevgili Atasoy hocam , üniversite yıllarımdaki tahkikim sonucu muhafazakarlıktan tövbe istiğfar edip Müslüman olmuş bir genç olarak anlam parçalanmalarımı konformist putperestliğin dayatılan değil , tercihen kabulün taklidine ve korkaklığına yormuştum. Üniversitelilerin yazdığı bir dergide ‘‘Hani Derdim Derdinizdi ?’’ başlıklı bir yazı kaleme alarak dert olmazsa fikir olmaz , fikir olmazsa yaşamak suçunun yüklediği görevin mutlak olan güzel sonucuna kavuşamayacağımızı anlatmaya çalışmıştım. Fakat bu yazımı yazdığımda sistem içi bir mücadelenin karşısında olan bir mahallemin , büyüklerimin olduğuna inanıyordum. Gördüğüm şu ki mahalle dediğim La ilahe illallah çizgisi dilde kalmış yaşayışları tam bir Zekeriya (as) karşısındaki Sadukiler ve Ferisiler oluşumuna dönmüş olmasıydı. Tahakkümü görmeyen kör katillere içimden ilk kurduğum cümle ‘haydi cenaze namazına’ olmuştu. Cennet ümidiyle Cehennem hazırlıkları yapan bir topluluk yazınızda da bahsetmiş olduğunuz hamasetle dönüşen toplumların saydığınız ana sıkıntılarında ana sıkıntıları çözecek kişilerinde sıkıntılı olması , bir salât-ı emredecek yaşayışa bürünen idealist düzen kurucu (muttaki) kişi veya kişilerinde olmadığını ona iddia edecek kişilerinde bayrak teslim edecek bir dava bilinciyle gençleri bulmadığını varsayarsak bu tespitlerimizle çözdükçe dolanan kördüğümü en iyisiyle nasıl şu duaya çevirebiliriz ?

    Sadece Harun’a malik olan Musa (as) diliyle : İçimizde ki beyinsizler yüzünden bizi de helak edecek misin ya Rabbi ? (7:155)

    Selam ve dua ile

    REPLY