Askeri havacılıkta trendler değişecek!

Askeri havacılıkta trendler değişecek!

Geçtiğimiz günlerde yaşanan baş döndürücü gelişmeler dünyada askeri havacılığa ve hava muharebe sistemlerine ilişkin tartışmaların ön plana çıkmasına neden oldu. Üç kritik teknolojik ve doktriner yönelim çatışmayı şekillendirecek.

Askeri havacılık trendleri nasıl bir gelecek gösteriyor?

Savunma ekosisteminin önemli oyuncularından İsveç, Birleşik Krallık’ın liderliğindeki 6. nesil savaş uçağı projesi Tempest’a katıldı. Bu gelişmeden birkaç gün sonra Ankara’ya S-400 sevkiyatları başladı ve son olarak Türkiye’nin F-35 projesi üyeliğinin ‘askıya alındığı’ haberleri geldi.

Dr. Can Kasapoğlu / AA

Biz yine de, gündemin sıcak siyasi boyutlarını bir kenara bırakıp, dünyada askeri havacılığın ve hava gücünün geleceğini tartışacağız. Elbette, küresel savunma ekosisteminin ana oyuncuları için konunun teknik veçhelerini profesyonel düzeyde raporlar ile değerlendirmemiz gerekiyor. Öte yandan, bu alanlara ilgi duyanlar ya da akademik çalışmalarının başında olanlar için genel bir fikir verebiliriz ve aslına bakılırsa da vermeliyiz. Çünkü siyasi tartışmaların seyri ve içeriği öyle ya da böyle değişecek. Ancak, savaş ve askeri kapasite, dünyadaki güç dengelerinin başlıca belirleyeni olmayı sürdürecek ve teknolojik atılımlar yeni konseptlerle birleştikçe jeopolitik sonuçlar ortaya çıkaracak. İnsanlık tarihi boyunca böyle olageldi. Bu nedenle biz, televizyonlardaki bir hafta sonra hatırlanmayacak tartışmaların ötesine bakacağız.

Harbin geleceğini tahmin etmek ve kompleks sistemler

Henüz başlarken şunu vurgulamalıyız. Harp Çalışmaları (War Studies) disiplininde kabul gördüğü üzere, savaşın geleceğinin tahmin edilmesi çok kolay bir iş değil. Zira, teorik olarak, harp ve harekat ortamı bir kompleks adaptif sistem niteliği gösterir. Sistemin her bir bileşeni, diğer birçok bileşen ile doğrusal olmayan, karmaşık ilişkiler ağları örer ve çevresel faktörlere de tepki verir. Bu nedenle, çok küçük değişiklikler, çok farklı sonuçların ortaya çıkmasına neden olabilir.

Ekonomi, borsa, insan beyni, karınca ve arı kolonileri, internet ve en nihayetinde evren kompleks sistem karakteristiğine sahiptir. Sistemin ortaya koyduğu sonuçlar ise bu çok karmaşık ilişkiler örgüsüne dayanır ve tahmin edilmesi güçtür, zira her bir ‘parça’, bütünün karakteristiğini kopyalamaz. Örneğin, tek bir hava molekülü bir hortumun fiziksel davranışlarını sergilemez, ancak hortum, hava moleküllerinin karmaşık ilişkiler örüntüsünün sonucunda, tahmin edilmesi güç bir şekilde tezahür eder ve kendi, özgün fiziksel davranışlarını sergiler. Bu nedenle, tek bir hava molekülünün davranışlarının, lineer bir yaklaşımla matematiksel olarak formüle edilmesi, hortumu açıklamak için yeterli olmaz. Evet, askeri bilimlerde lineer matematiksel formülasyonlar muharebe modellemeleri için kullanılmıştır ve sonuç verdiği durumlar da vardır. Ancak, tarafların güçleri tükenene kadar çatışmayı sürdürdüğü meydan savaşlarına ilişkin lineer matematiksel modellemeler, söz gelimi, Kırım’ın resmen deklare edilmiş bir harp durumu olmadan işgal edilmesinde Rus ve Ukrayna birlikleri arasındaki kuvvetler dengesi ve korelasyonunu ya da 11 Eylül’de el-Kaide terör örgütünün havayolları uçaklarını kaçırarak ABD’nin en önemli ekonomik ve siyasi hedeflerine terörist hava taarruzu düzenlemesini açıklayamazlar.

Geleceğin hava harp ortamı

Geleceğin tahmin edilmesinde, sistemin her bir bileşeninin, diğer bileşenler ile nasıl ilişki kuracağını ve ortamdaki değişimlere de adapte olarak nasıl sonuçları beraberinde getireceğini kesin biçimde söylemek şimdilik mümkün görünmüyor. Ancak yine de, gözlemlenen askeri-stratejik trendlerden ve literatürden yararlanarak, yakın gelecekte hava harp ortamının temel niteliklerini inceleyebiliriz.

Mevcut çalışmalar, üç kritik teknolojik ve doktriner yönelimin göklerdeki ve uzaydaki çatışmayı şekillendirmede önemli rol oynayacağını ortaya koyuyor. Bunlardan ilki, hava savunma sistemlerinin gelişmesi ve yaygınlaşması ile belirli bir alana girişi engelleyici ve harp sahasındaki hareket kabiliyetini kısıtlayıcı A2/AD (anti-access/area denial) kabiliyetlerinin ön plana çıkması. Son dönemlerde sıkça tartışılan S-400 de bu fonksiyonlara sahip bir silah sistemi.

2008 Gürcistan-Rusya çatışmaları hava savunma konusunda bize iyi bir fikir veriyor. Gürcü hava savunma birlikleri, Sovyet yapımı, eski ancak Ukrayna tarafından modernize edilen SAM sistemleri ve MANPADS kullanarak bir Tu-22M3 bombardıman uçağı dahil, Su-25 taarruz uçakları ve Su-24 taarruz/bombardıman uçakları düşürmeyi başarmıştı (Rus kaynaklarının Su-24 vakalarını Gürcü hava savunmasına resmen bağlamadığını da not edelim). Üstelik bahse konu başarılı angajmanlar, Ruslar çatışmanın daha başında kesin bir hava üstünlüğü sağlamasına rağmen gerçekleşmişti. Açıkçası, güçlü ve modern bir hava savunma ağı olsa idi, Gürcistan’a müdahale etmenin bedeli Ruslar için çok ağır olabilirdi. Yine belirtelim ki, bugün hemen tüm NATO yayınları, Rusya’nın A2/AD alanlarından endişeyle söz ediyor.

Hava sahalarının giderek daha tehlikeli hale gelmesi, bizi ikinci teknolojik yönelime, yani 5. nesil savaş uçaklarına götürüyor. Gelişen hava savunma sistemleri ve sensörler ile yeni nesil platformlar arasında elektromanyetik spektrumda bir tür ‘saklambaç’ oyunu oynanıyor. Bu yeni nesil uçaklar, örneğin F-22 ya da F-35, düşük radar görünürlüğüne, bu amaca uygun dizaynlara ve genel olarak ‘stealth’ niteliklere sahipler. Türkiye’nin yürüttüğü Milli Muharip Uçak Projesi’nin de 5. nesil kategorisine giren bir çözüm ortaya çıkarma amacı taşıdığını belirtelim. 5. nesil yetenekler olmaksızın birçok hava sahasında rahat hareket etmek giderek imkansız hale gelecek. Fransa ve Almanya örneğinde gördüğümüz üzere, bazı ülkeler ise geçici olarak 4. nesil platformlara göre daha etkin, literatürde 4.5 ya da 4+ olarak adlandırılan savaş uçaklarına (Eurofighter Typhoon, Su-35 vb.) dayanarak, aşağıda değineceğimiz 6. nesil yeteneklere yatırım yapmayı tercih ediyorlar.

Üçüncü olarak bilgi üstünlüğü ve ağ-merkezli harekat, yani harp sahasına ilişkin mümkün olan en doğru bilgiyi mümkün olan en kısa sürede elde edip dost unsurlarla paylaşırken, düşmanın aynı bilgi ve uyumu elde etmesinin önüne geçmek önem kazanıyor. Hatta, bilgi üstünlüğü, durumsal farkındalık ve ağ-merkezli yeteneklerin, kinematik avantajların ve WVR (within visual range) çatışma kapasitesinin önüne geçtiğine ilişkin görüşlerin ağırlık kazandığını da söylemeliyiz. F-35 meselesi, söz konusu hususlardan dolayı önemli. Çünkü F-35, bir bilgi üstünlüğü ve ağ-merkezli harekat unsuru. Elbette, dijitalize hale gelen hava muharebe ortamında elektronik harp ve siber harp yeteneklerinin de daha kritik bir rol oynaması kaçınılmaz. Örneğin, İsrail’in 2007 yılında Suriye Baas rejiminin Kuzey Kore iş birliği ile geliştirdiği nükleer programına yönelik müdahalede bu tip imkanlardan faydalandığı biliniyor.

Yapay zeka ve 6. nesil

Genel olarak harbin geleceğini belirleyecek olan en kritik trendlerden biri olan yapay zekanın, askeri havacılığın geleceğinde de oyun-değiştirici olması çok muhtemel. Yapay zekanın hava gücüne ilişkin stratejik gelişmelerde üç temel kategorik rol oynaması bekleniyor.

Öncelikle, 2040’lı yıllarda envanterlere girmesi beklenen 6. nesil platformların (Birleşik Krallık Tempest Projesi ve Fransız-Alman ortaklığındaki 6. Nesil Savaş Uçağı Projesi gibi) yapay zeka ve makine öğrenimi fonksiyonlarına bağımlı olacağını belirtmeliyiz. Zira, bu üstün platformların hem insanlı hem de insansız uçuşa uygun olması, insansız sistemler ile ağ-merkezli olarak çalışabilmesi (birçok konsept tasarımda, uçağın insansız bir ‘wingman’ ile birlikte uçması) ve 5. nesil platformların (örneğin F-22, F-35) üst düzey veri toplama ve işleme teknolojilerini daha ileri bir aşamaya taşıması, yani, insan beyninin kognitif limitlerini aşan büyüklükte işler yapması gerekiyor. Özellikle uzay tabanlı sistemlerden gelen veriler de işin içine girdiğinde, yapay zeka bir gerekliliğe dönüşüyor.

Yapay zekanın askeri havacılığın geleceğinde oynayacağı ikinci kritik rol, insansız sistemlerin otonomi düzeyleri ile ilgili. Konuya amatör ilgi duyan okurlar için iki noktayı belirtmemiz gerekiyor. Her şeyden önce, otonomi, uzaktan kumanda edilen insansız sistemler pratiğinden çok daha farklı ve karmaşık bir yapı. Bugün harp sahalarında gördüğünüz birçok sistem, çok düşük otonomi seviyelerinde çalışıyor, zira, görevlerinin hemen her anında, özellikle hedef seçimi ve güç kullanımı konularında insan kontrolüne sıkı sıkıya bağımlılar. Ayrıca, askeri sistemlerde otonominin de farklı tezahürleri var. Spektrumun bir ucunda ‘human in the loop’ olarak tanımlanan, insan unsurunun silah sistemi için hedef seti ve koordinatlarını sıkı sıkıya tanımladığı ve angajmanları kontrol ettiği, akıllı havadan-karaya mühimmatların sahip olduğu kısıtlı otonomi bulunuyor. Bu sınırlı otonomi dahi, bahse konu mühimmatları ‘ateş et ve unut’ (fire and forget) kategorisine sokmaya yetiyor. Müteakip olarak, insanın operasyonel süreçte görevi iptal edebildiği ancak bunun dışında sistemin daha önceden belirlenmiş parametreler çerçevesinde hedefleme yeteneğine sahip olduğu ‘human on the loop’ otonomi düzeyinden söz edebiliriz. Literatürde, modern karadan-havaya füze (surface-to-air missile; SAM) sistemleri bu kategoride değerlendirilmekte. Son olarak, insanın kontrol ve katkısının minimize olduğu ‘human out of the loop’ sistemlerden söz edebiliriz. Bu silahlar aktive edildikten sonra hedeflerini belirlemekte ve öldürücü güç kullanmakta da daha büyük serbestiye sahip. Bu son kategoriye girebilecek çok sayıda örnek yok. Dikkat çekici biçimde, anti-radyason yeteneğine sahip, yani hava savunma sistemlerine karşı kullanılabilen bazı kamikaze drone’lar (örneğin İsrail yapımı Harop) ‘human out of the loop’ düzeyinde kategorize edilebilir. Açık-kaynaklı istihbarat verileri, İsrail’in Suriye SAM sistemlerine, anti-radyasyon nitelikli, otonom kamikaze İHA’lar ile taarruz ettiğini ve başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Bu tip insansız platformların, özellikle geleceğin yoğun A2/AD ortamında, düşman hava savunmalarının baskıda tutulması görevlerinde (suppression of enemy air defenses-SEAD) fark oluşturabileceği söylenebilir.

Son olarak, yapay zekanın komuta kontrol inisiyatifini giderek insandan devralacağı algoritmik harp yaklaşımlarının geleceğin hava muharebe ortamında ön plana çıkacağını öngörmekteyiz. Algoritmik harbi mümkün kılan üç temel unsur var: İnsanlığın enformasyon devrimi sonucu hiç üretmediği kadar veri üretmesi, bu büyüklükte veri ile başa çıkabilecek bilgisayar kapasitesi sağlanması ve bulut teknolojileri ile çok geniş veri işleme imkanlarının ortaya çıkması… Elbette, algoritmik harp, insanın sınırlılıklarını aşmak gibi iddialı bir hedefe sahip. Bunun da basit bir nedeni var, özellikle insansız sistemlerin gelişmesiyle ve internetin yaygınlaşmasıyla birlikte üretilen işlenmemiş bilgi ve ham istihbarat girdilerinde çok büyük bir artış yaşanırken; bu artışı karşılayacak oranda istihbarat analizcisi yetiştirmek mümkün değil. Belirtilen nedenlerle, ortaya Project Maven gibi, Google çalışanlarının bazılarının tepkilerine neden olan ve şirketin Pentagon ile olan kontratının uzatılmamasını beraberinde getiren, yapay zekaya ve makine öğrenimine dayanan algoritmik harp sistemleri çıkmakta. Google çalışanlarının etik tepkileri projeyi olumsuz etkilese de, bu teknolojik ilerlemenin önüne geçmek de açıkçası pek mümkün değil, zira arz sağlayabilecek teknoloji şirketleri ve talebi sürekli kılacak askeri yapılar yerlerinde duruyor.

Savunma ekonomisi ve konseptler

Son olarak, askeri havacılığın geleceğinde kritik rol oynayacak diğer unsurlar arasında savunma ekosisteminin değişen nitelikleri, elit insan gücünün hareketi ve konsept üretme kapasitesini sayabiliriz. Orta büyüklükte devletler için tek başlarına 5. ve 6. nesil askeri havacılık yetenekleri üretmek giderek imkansız hale geliyor, çünkü bahse konu sistemler hem çok pahalı hem de çok geniş ve derin teknolojik know-how gerektiriyor. Bu nedenle de ortaya Birleşik Krallık liderliğindeki Team Tempest, Fransız-Alman ortaklığında 6. nesil savaş uçağı projesi, Güney Kore-Endonezya ortaklığındaki KAI KF-X gibi projeler çıkıyor.

Diğer yandan da, gelişen teknolojiye askeri değer verecek konsept üretilmesi gereği de, think-tank’ler, milli savunma üniversiteleri, harp çalışmaları enstitüleri gibi kurumlara daha büyük sorumluluk veriyor. Bu hususta, uçak gemilerinin tarihsel arka planını hatırlamakta yarar var, çünkü bir teknoloji, farklı konseptler altında çok değişik sonuçlar verebilir.

[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politikalar Araştırma Merkezi’nde (EDAM) Savunma ve Güvenlik Programı direktörüdür] 

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *