Rüzgar, başka balonları şişirmeye başladığında…

Rüzgar, başka balonları şişirmeye başladığında…

Demokratlık, ilericilik bu değil, diyorsunuz ama bu kargaşada sağcılar olarak da kan kaybediyorsunuz, olanı biteni topluma anlatmaya çalışıyorsunuz ki… Bir de ne göresiniz… Rüzgâr başka balonları çoktan şişirmiş…

Faruk Aksoy’dan Türk sağı üzerine dikkat çeken yazı. Yeni Şafak yazarı Aksoy, “Türk Sağının Düşünce Atlası” başlıklı yazısında, Tarık Çelenk’in, iki yıl önce hazırladığı kitabı üzerinden değerlendirmede bulunurken, bu kitabın da ivedilikle okunması gerekenler arasında olduğunu belirtti.

Türk sağının içine düştüğü açmazlara ve süreç içerisinde kabul ettiği bazı kavramların onu getirdiği noktaya işaret ederken, işin farkına vardıklarında, esen rüzgarın başkalarının balonlarını çoktan şişirdiğini kaydeden Aksoy, Tarık Çelenk’in kitabından söz ederek başladığı yazısında şunları anlattı:

(Tarık Çelenk) Türk sağı adına konuşabilecek kim varsa konuşturdu, sordu soruşturdu, önemli bir kaynak çıkardı ortaya.

Türkiye’nin tam da bugünlerde içinden geçtiği siyasi süreci göz önünde bulundurursanız ivedilikle okumanız gerekenler arasına eklemelisiniz bence.

Tarık Bey ile sözleşmiştik, bu kitap üzerine detaylı bir televizyon programı yapacaktık, fakat çeşitli sebeplerden dolayı yapamadık.

Kısmetse başka bir zamana artık…

Peki, ne oldu da, Türk sağı yeniden tartışılır hale geldi?

İstanbul’da ve Ankara’da sağ tandanslı iki CHP’li adayın seçimleri alması, sağdaki hesaplaşma için yetti de arttı bile.

Tabii “Türk sağı” derken sadece muhafazakâr/demokrat/ İslâmcı siyaseti içine alan bir tartışmadan bahsetmiyorum.

Aynı zamanda…

Milliyetçi/ulusalcı ve hatta “Anadolu solu” olarak tanımlanan, kendini “milli cephe” içerisinde gören kesimlerde yaşanan dip dalgalanmalara da işaret ediyorum, oralar da karışık.

Bana kalırsa…

2002’den bu yana AK Parti’nin seçim kaybetmemesi sağ siyasetin enfeksiyonlarını gizledi, farklılıklarını törpüledi.

İşler yolunda gittiği müddetçe sağ seçmenin tartışmalardan uzaklaşması, biraz da fikri körelme yaşaması bilinen bir şeydir, buna şaşırmamak lazım.

Hasan Aksay diyor ki: Erbakan’la tanışmam onun kurduğu Gümüş Motor’a, Adana ortaklığıyla girmemle oldu. 1000 lira veren yirmi kişiden biri de bendim.

Şimdi bakıyorsunuz…

Türkiye siyasetinin en ciddi sağ kanalının, en ciddi İslâmcı hareketinin oluşumunda sermaye ortaklığı var.

Sermaye ortaklığı suç mudur?

Değildir…

Değildir de, nihayetinde ne olacak, nereye varılacak?

Refah toplumu hedefine ulaşıldığında, “Peki şimdi ne yapacağız?” diye soran insanlar nasıl bir dava ekseninde kenetlenecek?

Esas hesaplaşmanın öteki tarafta yaşanacağına inanan, dünyevi zevkleri öteleme iddiasıyla örgütlenen bir zihniyet, dünyevi hizmetlerle, iktisadi planlamalarla ideal frekansını bulabilecek mi?

İşte orada “ümmet” kavramı devreye giriyor.

Milliyetçi sağ adına olmasa da muhafazakâr sağ adına yeni bir potansiyel beliriyor.

Ümmet var, ümmetin dertleri var, onları çözme adına sınırları aşan bir sağcılık yükseltiliyor.

İyi de…

Senin ülken cumhuriyet rejimiyle birlikte Doğu ve Batı arasında “dengeli mevzi/eşit uzaklık/çıkar ilişkisi” formülüne dayalı ve milliyet adını önceleyerek Batı’ya doğru bir denklem kurdu, bu şartlar altında nasıl bir sağ ideoloji örgütleyeceksin?

Farklı etnik yapılardan oluşan, kendine Müslüman diyen bir ahalin var, Türk milliyetçiliği üzerinden sağcılık yapsan %18’i geçemiyorsun, küresel İslâmcılık üzerinden sağcılık yapsan %22’yi geçemiyorsun, Anadolu solcusu olup sağa yaslansan %10’u geçemiyorsun.

Ne yapacaksın, nereden yürüyeceksin?

Mecburen sağın içine bir sürü kavram sokuşturacaksın, muhafazakar/demokrat/liberal/yenilikçi diyeceksin, başka türlü sistem içi olamıyorsun, marjinal kalıyorsun ya da oyundan atılıyorsun.

Bu kavramları manifestona yazınca, sadece devrimci cumhuriyetçileri değil, kendini de tartışmaya açmış oluyorsun.

Demokrat olmanın, yenilikçi olmanın gerektirdiği zihinsel kazı er ya da geç senin itikadını, geleneklerini de mevzubahis yapıyor, bundan kaçamıyorsun.

Kaçtın mı…

En fazla on sene tahammül ediyorlar, bütün sözleşmeleri getirip önüne koyuyorlar, göster bize demokratlığını, ilericiliğini, diyorlar.

Konu biraz dağıldı, farkındayım, bir yazılık iş değil bu, fakat son kertede şunu söyleyeceğim.

Bir kere Türk sağı…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, nihayetinde Batılı muhataplarıyla bir masa etrafında toplanıp resmi antlaşmalara imza koyması sonucu meşruiyet kazandığını bilerek siyaset yapacak ya da yapmayacak.

Aksi halde ne oluyor, biliyor musunuz?

“Lozan hezimettir” diyen sağcılar olarak resmi ideoloji ile girdiğiniz çatışmayı fırsat bilip dışarıdan sizi destekliyorlar ama on yıl sonra “demokratikleşme” paketiyle birlikte Türkiye haritasını getirip, “Şuralarda Kürt sorunu var galiba, ne olacak o iş?” diyorlar.

Reddediyorsunuz, demokratlık, ilericilik bu değil, diyorsunuz ama bu kargaşada sağcılar olarak da kan kaybediyorsunuz, olanı biteni topluma anlatmaya çalışıyorsunuz ki…

Bir de ne göresiniz…

Bir başka sağ/liberal/ muhafazakâr/ yenilikçi hareket ortaya çıkmış, onun medya düzeneği hazırlanmış, ajansları kurulmuş, bayrakları çizilmiş, geriye bir iktidar olmak kalmış.

İşte o an bütün mazi bir film şeridi gibi gözünüzün önünden akmaya başlıyor, ne yapmaya çalıştıklarını en iyi kendinizden biliyorsunuz ama rüzgâr başka balonları çoktan şişirmiş oluyor.

Şunu bilir, şunu söylerim…

Eğer sağcıysanız ya en başından “Ne mozaiği ulan!” diyeceksiniz, ya da yerli ve milli tanımınıza uymayan bir kavramı kapınızdan içeri sokmayacaksınız.

Dünyanın en zor şeyi, bu ülkede bir sağcının demokratlığını ispatlama çabasıdır.

Allah muhafaza, çok zordur, çok…

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *