‘Takvayı domine ve tahkim eden, ahlâk ve maneviyattır’

‘Takvayı domine ve tahkim eden, ahlâk ve maneviyattır’

“Biz Müslümanların olmazsa olmazı takva olgusudur. Takva ehli olabilmemiz için hem birey olarak, hem toplum olarak ve hem tüzel kişilik yani devlet mekanizması olarak (bütün kurum ve kurallarıyla) takva olgusunu kuşanmak durumundayız.”

Takva İslam’ı En İyi Şekilde Yaşamaktır

Hazım Koral / Ekran Gazetesi

İçerisinde bulunduğumuz toplum ve bu toplumu temsil eden devletin işleyiş mekanizması, bütün kurumlarıyla tüzel kişilik olarak takva olgusundan fersah fersah uzak olduğu izahtan varestedir. Ancak bazı insanlarımız ne hikmetse İslâmiyet’in en iyi yaşandığı ülkenin Türkiye olduğunu iddia etmektedirler. Gerçi bir zamanlar Demirel’de bu savı ileri sürüp durmaktaydı. Bir de malum gazetelerin eski köşe yazarları da aynı safsatayı (özellikle Cuma günleri) yazıp duruyorlardı.

Konumuzla ilgili bir anekdot aktaracak olursak: “Bir vatandaş Müslümanlığı ile övündüğü hâlde Allah’ın emir ve nehiylerine aldırmıyorsa; söz gelişi insanları ticaretinde aldatıyorsa, faizli işlemler yapıyorsa, kadın – erkek ilişkilerinde helal ve haramlara dikkat etmiyorsa; kalp kırıyorsa, kul hakkını ihlal ediyorsa, borcuna sadık değilse, bu kişi takva sahibi değildir; onun imân ve İslâm’la övünmesinin, durmadan dua etmesinin kendisine bir faydası yoktur. Benzer durum toplumlar için de geçerlidir. Müslüman olmakla övünen bir ülke, toplum veya iktidar ilahî hükümleri tatbik etmiyorsa, adaleti tesis etmiyorsa, zinayı, kumarı, şans oyunlarını serbest bırakıyorsa, içki üretimini bizzat devlet yapıyorsa, ekonomisi ve bankaları faiz esasına göre işliyorsa, ulusal çıkarını herkesin ve her şeyin üstünde tutup gerektiğinde Müslüman komşuları üzerinde sömürgeci veya tahakkümcü politikalar izliyorsa, komşusunda iç savaşlar çıkartıyorsa, devletlerarası sistem içinde küresel tahakkümcü ve hegemonlarla iş tutup ittifaklar kuruyorsa bu ülke veya toplumun takvası yok demektir.” (Kur’an Dersleri: Meal Ve Tefsir C.6. S.53 Ali Bulaç)

Bir başka husus var ki o da şudur: Bu ülkede suç ve günah estetize edilerek normal hâle getirilmiş. Haramlar ve günahlar öylesine kanıksanmış ki, insanların pek çoğu menhiyatın haramlığından dahi haberi yok. Mesleğimiz icabı sokak röportajları yaptığımız esnada halka milli piyangonun haram olup olmadığını soruyoruz! Aldığımız ilginç ve bir o kadar da ironik cevap şu: “Neden haram olsun ki, devletin teminatı altında ve devlet tarafından teşvik ediliyor; ayrıca milli piyango gelirinin % 60’a yakını vergi olarak devletin kasasına giriyor. Neden haram olsun ki?!” Evet bize verilen cevapların bir kısmı ne yazık ki böyle. Bu ülkede haramlar ne hâle getirilmiş!

Özellikle ifade edecek olursak, takva olgusu bilgi ve ilim sahibi olmayı zorunlu kılmaktadır. Ancak hak ve hakikat bilgisine sahip olanlar takva ehli olabilir. Takva ehli kişi bilgi donanımı ile Allah’tan sakınır, hududullaha riayet eder, yüksek bir bilinçle Allah’a bağlı kalır, her daim haşyet içinde yaşar, ahireti bir an için aklından çıkarmaz, vecibelerini ona göre yerine getirir, çevresine, doğaya, tabiata, kısacası bütün canlı mahlûkata karşı sorumluluk bilinciyle yaşar. Zira başlığımızda ifade ettiğimiz gibi, takva İslâm’ı en iyi şekilde yaşamaktır. Müslümanlar olarak en çok hassas davranmamız gereken husus helâl – haram hudutlarına riayet etmemizdir. Zira ahiretteki durumumuzu, yani gideceğimiz yerin adresini belirleyen unsur bizim yaşadığımız hayat ile motamot ilintilidir. Ontolojik anlamda Rabbimiz bedenimizi helâl rızka göre yaratmıştır. Metabolizmamız helâl rızka göre randıman vermektedir. Haram lokma sadece bedensel değil ruhsal mutasyona da sebebiyet vermektedir. Günümüz insanlarının çoğu neden stres sarmalında, neden mutsuz ve huzursuz acaba? Aile içi şiddet ve boşanma hadiseleri neden ayyuka çıkmış? Sosyal ilişkilerde tahammülsüzlük had safhada, nezaket hak getire..

“Müslümanım elhamdülillah” demek sadece bir iddiadan ibarettir, bunun ispatı ise ileri sürdüğümüz savın hayatımızdaki karşılığıdır. İslâmiyet her şeyden önce nezaket ve yüce ahlâkî değerler sistemine dayalı bir yaşam biçimidir. Üstelik sadece bireysel hayata tekabül eden bir yaşam şekli değil, bu yaşam biçimi toplumsal ve siyasî hayatımızı da kuşatıp ihata etmektedir.

1789 Fransız devrimine refere edilen seküler yönetim biçimi İslâmiyet ile taban tabana zıtlık arzetmektedir. Çünkü İslâmiyet ibadeti siyaset ve siyaseti ibadet olan bir dindir. Böyle bir dini siz bireysel hayata mahkûm edemezsiniz. Böyle bir şeye teşebbüs etmek Ku’an’ın % 85’ini iptal etmeye kalkmaktır. İslâmiyet bireylerin vicdanına ve inisiyatifine terk edilmiş bir din değildir. Takva olgusu her bireyin uhdesine tevdi edilmiş olmakla birlikte kamusal alanda da karşılığı olan davranış kalıbıdır. Bir savcı görevini icra ederken takva yani hak ve adalet sınırlarına riayet ederek Allah Teâlâ’nın rızasını ve hududunu gözetmek durumundadır. Aksi hâlde Sayın Önder Sav’ın ifade ettiği gibi cüzdanı ile vicdanı arasına sıkışıp kalır. Milli Eğitim Bakanlığı’ında çalışan görevliler tüm ders müfredatını takva ilkelerine göre tanzim etmeli. Savunma Bakanlığı’nın alacağı her karar hem ülke çıkarları ile hem ümmetin maslahatı ile örtüşmeli. NATO’nun esaretinden, ABD’nin vesayetinden bir an evvel kurtulmalıyız. Komşularımızla ilgili münasebetlerimiz İslâm Birliği ve İslâm Savunma Paktı projesine hizmet etmeli. Alınacak kararlar hem ümmetin maslahatına uygun olmalı, hem komşuluk ilişkilerini zedelememeli. Ama her şeyden önce mevcut ayrımcılıklar, ayrışmalar, siyasî gerginlikler ve siyasî çatışmalar son bulsun ki takvaya uygun adımlar atılmış olsun. Ayrıca şu gerçeği de itiraf etmiş olalım; ulus yapılanmaları takvaya uygun olmayan ve sosyal şirki beraberinde getiren yapılardır. Biraz evvel sözünü ettiğimiz kamu kurumlarına ilişkin takva beklentimiz şimdilik sadece temenniden ibarettir. Zira her şeyden önce Müslüman bir ülkede yasama, yürütme ve yargı organları Kur’an’ı referans almak durumundadır. Bu ise köklü bir değişimi, köklü bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır. İmân’ımız gereği seküler yapı mutlaka sorgulanmalıdır. Müslüman bir halkın aidiyet duygusu, iradesi, düşüncesi ve fikriyatı Müslümanca olmalıdır. Hiçbir beşeri ideoloji Müslüman bir halka güven ve huzur veremez. Huzur İslâm’dadır. Huzur, toplumsal dokunun takva üzere kaim kılınmasıyla mümkündür.

Akidemiz gereği biz Müslümanlar takvaya uygun bir hayata talip olduğumuza göre, bizi takvadan uzaklaştıran her türlü yapıyı, kurumu ve her türlü beşeri ideolojiyi reddetmek durumundayız. Bu husus ötelendikçe ve tehir edildikçe sorumluluklar ve veballer de katmerleşerek artmaktadır. “Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez.” (Rad:11) Biz toplum olarak muttaki olursak ancak Rabbimiz makus talihimizi değiştirir.

Rabbimiz buyuruyor ki: “Güzel akibet muttakilerindir.” (Hud:49, Araf:128, Kasas:83) Ayette geçen “muttaki” sözü “takvalılar” anlamına gelmektedir. Şu hâlde ümmet olarak güzel bir akibete ulaşmayı kendimize hedef almalıyız…

İslâmiyet sosyal bir dindir. Sosyal ve kamusal hayatımızda eğer takvanın yeri yoksa o topraklar üzerinde yaşayan halkın da takvası yoktur; münferiden varsa bile eksiktir. Allah Teâlâ’nın kerih görüp, kebahir günah olarak addettiği haramlar bir yerde alenen yaşanıyorsa ve bu tiksindirici günah ve haramlar devlet tarafından yasalarla teminat altına alınmışsa ve ayrıca devlet tarafından teşvik ediliyorsa o toplum ve o devlet organlarını işleten şahısların takvasından nasıl söz edilebilir? Böyle bir devletin vatandaşı olarak nasıl takvalı kalınabilir ki? Temiz toplum, takvalı toplum ancak takva üzere sürdürülen temiz siyasetlerle neşvü nema bulur. Bir özlü cümlede şöyle geçmektedir: “Allah, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise, kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.” (Fatır:5)

Evet; Allah Teâlâ’nın iradesine uygun bir hayat yaşama azmi ve çabası içerisinde olursak üzerimize ilâhî rahmet yağar ve Rabbimiz nice iyiliklere ve nice güzelliklere bizi vesile kılar. Öte yandan Allah adına insanları aldatmaya kalkanlar ise geçici olarak belki bir takım pespaye emellerine ulaşabilirler fakat sonları kaçınılmaz hüsrandır. İnsanlık tarihi ve günümüzde yaşanmış birçok hadise buna örnektir…

Güzel akibet takva ehli insanların olduğuna göre, kötü akibet zalimlerin olmaktadır. Şu hâlde sonuç olarak ifade edecek olursak biz Müslümanların olmazsa olmazı takva olgusudur. Takva ehli olabilmemiz için hem birey olarak, hem toplum olarak ve hem tüzel kişilik yani devlet mekanizması olarak (bütün kurum ve kurallarıyla) takva olgusunu kuşanmak durumundayız. Elbette ki takva için önce ahlâk ve maneviyat diyoruz. Zira takvayı domine ve tahkim eden ahlâk ve maneviyattır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *