Aileye neler oluyor?

Aileye neler oluyor?

Aile kurumunu ve iffet-namus gibi bizi biz yapan en hayati mefhumlarımızı hedef alan şeytani saldırılar bir şeylerin sonucudur, ektiğimiz rüzgarların ürünü olan fırtınalardır.

Aileye neler oluyor?

Neler olmuyor ki! Ailenin altı oyuluyor.
Ailenin üstü budanıyor.
Ailenin kolları kesiliyor, ayakları falakaya yatırılıyor.
Aile mefhumu asit kazanına atılıyor.

Hem de kimler tarafından? Suratına bakmayı midenizin kaldırmadığı, her tarafından adeta cenabetlik akan, Kitabımızın, daha nübüvvetin ilk başlarında tanımladığı insan tiplemesine hık diye uyanlar tarafından: Aşağılık, işi-gücü İslam ve İslamî değerlerde kusur aramak/kınamak olan, mesleği tamamen hayrı engellemek olan, mütecaviz/saldırgan, günaha dadanmış, kaba ve haşin, soysuz…

İşte, ailemize ellerini uzatanlar bu güruhtur. Şurası zinhar es geçilmemelidir: Bunlar aslında aileye uzanan ellerin tuttuğu maşalardır. (Mesela parmak, beyinle kontrol edilir, parmağın ucundaki tırnak ise parmaktan önce uzanır. Beyine komut veren de iradedir). Aileye uzanan asıl eller biraz daha geri plandadır. Bizim muhatap olduklarımız, aparatlardır. Bu aparatlar her zaman ve her yerde mebzul miktarda vardır. Sokaklarda eylem yapıyorlar. Kadına, aileye, namusa, iffete, tesettüre dair akla hayale gelmedik küfürler, hakaretler, tezviratlar ihraç ediyor, salyalar eşliğinde.

Muhafazakâr bir iktidar, daha doğrusu muhafazakâr bir başkan ve kabinesinin siyaseti bütün bu tezviratlara adeta çanak tutuyor, ortam hazırlıyor. Sonra da aklı-mantığı-muhakemeyi takla attıran bir pişkinlikle, mesela İstanbul sözleşmesinin nas olmadığı şeklinde beyanatlar veriliyor.

***

Aileye yapılan saldırılar her mümini rahatsız etmektedir fakat içinden geçtiğimiz yıllar, Müslüman ümmet olarak kendi evsafımız ve encamımızı nazarı itibara alarak söylemeliyim ki, ailenin maruz kaldıklarını birinci öncelikli bir mesele olarak görmemekteyim. Çünkü ‘bu kadar yanlışın neresini düzeltmeli!’ vaziyetindeyiz. Aile kurumu böyle de, fertlerimiz nasıl ki? Ailemiz saldırı altında da, ahlak anlayışımız, namazımız, haccımız selamette mi? Müslümanım diyen bir topluluğun dünya-ahiret tasavvuru, dünyevileşmeyle ilgili kabul ve retleri, tesettür ve iffet anlayışı konuşulmadan aile konuşulabilir mi?

Hep İslam’ın aile gibi değerlerine saldıran kafirlerden bahsediyoruz ama mesela muhafazakâr ya da demokrat olmayan, sekülerliği açıkça reddeden(!), hatta bugünkü sistemde siyaseti kökten reddettiği için sandık başına bile gitmeyen yani kelli-felli ‘İslamcı’ mahallemize baktığımız zaman manzara nasıl görülmektedir? İşaret ettiğimiz ‘İslamcı’ mahallenin, 28 Şubat gibi süreçlerden diri(!) çıkmış ‘gazi’ ebeveynleri, çocuklarını evlendirecekleri zaman, iman, İslam, takva, haramlardan kaçınıp kaçınmama, namaz gibi kriterleri mi ön sıraya koyuyorlar, yoksa oğluna ya da kızına eş olacak en prestijli diplomaları mı? İslamcı ailelerin, evlenecek gençleri, şanlarına yakışacak bir diploma ile mi evleniyorlar, yoksa benim peygamberim, kadının dindar olanıyla evlenmeyi tavsiye etmiştir diye düşünerek, evlenecekleri kişilerin Allah’tan korkan, Allah’a itaat eden mümin/mümine kimseler olmalarını mı istiyorlar?

Şimdi sorular bu bölgeye kaydı(rıldı)ğı zaman, “ya şimdi onu karıştırma, o başka” acı freni ve sizi, elma ile armudu karıştırmakla kınayan bir tafra ile mi hırpalanacağız, yoksa, el-hak doğrudur, Allah şahittir ki bugünkü hali pür melalimiz böyledir deyip, hiç değilse hakikati teslim edenlerden mi olacağız?

Sözün özü şudur ki, aile kurumunu ve iffet-namus gibi bizi biz yapan en hayati mefhumlarımızı hedef alan şeytani saldırılar bir şeylerin sonucudur, ektiğimiz rüzgarların ürünü olan fırtınalardır. Her çiftçi tarlaya ne ektiyse, hasat mevsiminde onu biçer. Bizler sadece İstanbul sözleşmesi gibi fısk u fücur mevzuatlara değil, ‘la ilahe illallah’tan başlayarak, bütün akidemiz, bütün ibadet anlayışımız, bütün ahlakımıza bakmalı, yitirdiğimiz, düşürdüğümüz, çaldırdığımız ya da büyük bir hıyanet eseri olarak sattığımız değerlerimizi yeniden elde etmeli, hıyanet ettiklerimizden dolayı, ilgilisinden af dilemeli, tevbe etmeli, insanlardan da özür dileyebilmeliyiz. Bu uğurda ihtiyaç duyacağımız her türlü araç-gereç, Dinimiz İslam’da fazlasıyla mevcuttur.

Venhar

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *

1 Comment

  • şenay doğan
    16 Haziran 2019, 07:41

    allah ve rasulü bir mekanı terkettiğinde sonuç bu olur biri yerlerin göklerin nuru diğeri rahmetidir nur ve rahmet bir yeri terkettiyse yerini karanlığa bırakacaktır elbette ve öyle de olmuştur zaten allaha emanet olun

    REPLY