Washington Post, İmamoğlu’nun yazısını yayımladı

Washington Post, İmamoğlu’nun yazısını yayımladı

Amerikan Washington Post gazetesi için bir yazı kaleme alan CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu, 31 Mart’ta yapılan seçimi nasıl kazandığını ve 23 Haziran’da da tekrar kazanacağını anlattı.

İmamoğlu, 31 Mart seçimlerinden önceki şartların kendisi ve partisi aleyhine olmasına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde ipi önde göğüslediğini, tüm İstanbullu hemşehrilerinin başkanı seçilmiş olmaktan büyük onur duyduğunu yazıyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidardaki partisi tarafından seçim sonucuna yönelik yapılan itirazlar sonucu seçimin yenilenmesi için mekanizmanın harekete geçirildiğini kaydeden İmamoğlu, oynanan bu kumarın Cumhurbaşkanı ve müttefiklerine kazanç sağlayıp sağlamayacağının kısa süre içinde anlaşılacağını belirtiyor.

Amerika’nın Sesi tarafından aktarılan habere göre, İmamoğlu’nun Washington Post’ta yayınlanan yazısı şöyle devam ediyor:

“Korku siyaseti ve duvarları aşmak mümkün”

”İstanbul, son 25 yıldır, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’yle aynı kalıptan çıkan siyasi güçler tarafından yönetiliyor. Geçen yıl yarışa girdiğimde eski bakan, başbakan ve meclis başkanı olan deneyimli bir rakiple karşı karşıyaydım. Ancak siyasal ideolojileri ne olursa olsun insanlarla doğrudan iletişime geçerek ve böylece farklılıkların zafiyet değil güç olabileceğini göstererek seçimi kazanabileceğimi düşündüm.

Beylikdüzü Belediye Başkanı olarak korku siyaseti tarafından yaratılan güvensizlik ve düşmanlık duvarlarını aşmanın mümkün olduğunu öğrendim. İyi kent yönetimine odaklanmak, halkın sesini dinleyen bir yerel yönetici olmak benim için hayati önem taşıyordu.

“Kutuplaşma ve otoriter popülizme çare”

Türkiye’de bugün seçimlere giren her siyasetçi aşırı kutuplaşma ortamıyla başa çıkmak zorundadır. Kendimi seçmenlere doğrudan tanıtarak bu zorluğu aşabileceğime karar verdim. Bu, 15 milyon nüfuslu bir kent için çok büyük bir zorluktu. İstanbul halkına olan sevgi ve saygımı göstermek, kampanyamın temelini oluşturdu. Neden? Çünkü böyle bir yaklaşımın kutuplaşma ve otoriter popülizme karşı önemli bir çare olacağı kararına vardım.

İnsan odaklı kampanya vurgusu

İktidardaki AKP, ülkemizin medyasına egemen. Bu da iktidar karşıtlarının atılım yapmasını büyük ölçüde zorlaştırıyor. Böyle bir iklim, insana odaklanmayı gerektiriyor. Sadece insana odaklanarak seçim yarışında eşit şartlarda rekabet etme umudum olabileceğini düşündüm. Böylelikle her siyasi ve kültürel görüşten olabildiğince fazla insanla yüz yüze görüşmeye başladım. Ben vatandaşlarla bire bir iletişim kurarken kampanyam da bunların video görüntülerini sosyal medya üzerinden paylaştı. İstanbul’u sadece birbirimizi dinleyerek ve birlikte hareket ederek iyi yönde değiştirebiliriz.

“Dışlanmış toplumlarla buluşarak güven inşa ediyorum”

Bir kentin nabzını tutmanın en iyi yolu cadde ve sokaklarda yürümektir. Bu, benim yapmaktan en çok zevk aldığım işlerden biri. Kafelerde, parklarda, oyun alanlarında, işle ev arasındaki gidiş gelişlerde, okullarda ve camilerde onyıllardır dışlanmış toplumlarla buluşarak güven inşa ediyorum.

Bugün Türkiye’de sıradan vatandaşları dürüstlükle dinleyenler, gerçeği hemen görüyor: ekonomik sıkıntıların ve sosyal adaletsizliklerin üstesinden nasıl geleceğinizi anlatmazsanız insanlar sizi dinlemiyor. İnsanların büyük çaplı mühendislik projelerini, büyük yatırım stratejilerini dinlemeye ne zamanı ne de ilgisi var. Bunun yerine kentsel yoksulluk ve adaletsizliklere odaklanmalısınız.

İstanbul’un hesap verebilen, duyarlı bir belediye başkanına ihtiyacı olduğu şeklindeki mesajım sandıkta meyvesini verdi. İktidar partisinin önümüze çıkardığı sayısız engele rağmen zafer kazandık. Bundan on yedi gün sonraysa Yüksek Seçim Kurulu seçimi iptal etti.

“Seçmenlerin iradesi, hiçbir müdahale olmadan ifade edildiği takdirde…”

Şimdi her gün görev yapan 155 bin gönüllümüzle birlikte kampanyamız yeniden başladı. Seçmenlerin iradesi, hiçbir müdahale olmadan özgür ve adil olarak ifade edildiği takdirde otoriter güce karşı durulabileceğini kanıtlayacaktır. Gerçek direnç, bölünmelerin diyalogla aşılmasını gerektirir. Bu dersler, Türkiye sınırlarının çok ötesinde de uygulanabilir. Çoğulculuk ülke içinde de dışında da düşmanımız değildir. Çoğulculuğu kucaklamalı, farklılıkların getirdiği gücü kullanmalıyız.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *