İstanbul neden kaybedildi?

İstanbul neden kaybedildi?

İsmail Küçükkılınç: “İstanbul, belki de salt muhafazakârların tepkilerini göstermek ve ders vermek istemeleri sebebiyle değil, muhafazakârlığın sekülerliğe açılan kapısına doğru koşar adımlarla gittiği için de kaybedildi.”

Karar gazetesi yazarı İsmail Küçükkılınç, “Erdoğan ve Ak Parti’ye düşmanlık doğru mu?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısında İstanbul’un kaybedilmesi üzerinde durduğu bölümde, sekülerleşmenin getirdiği sonuçla bu durumu açıklarken, son paragrafta ‘kibir’ vurgusunda da bulundu.

Küçükkılınç’ın yorumu şöyle:

Erdoğan, İstanbul üzerinden Millî Görüş tabanını merkeze alarak ülke genelinde geniş bir muhafazakâr kitleye açılmış ve iktidara gelmiş bir siyasetçidir. Bunu sağlayan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı idi. Erdoğan muhtemelen bu sebeple İstanbul sonuçlarını çok ağır bir haksızlık olarak görüyor olmalı. Büyükşehirlerin hepsini kaybetse Erdoğan bu kadar üzülmezdi. İstanbul sadece bir büyükşehir belediye başkanlığı seçiminden ibaret değildir Erdoğan için. Kendisi de muhtemelen farkındadır, gelecekte yazılacak tarih kitaplarında “Anadolu’nun İstanbul’a göçü, İstanbul, Erdoğan ve siyasi iktidar” ciddî tahlillere konu olacak.

Müslüman olmak ile dindar olmak arasındaki fark, elbette ki mahiyet değil derece farkıdır. Ancak kimi üstadların iddiasının aksine modernlik anlamından ziyade dünyevîlik anlamı daha bariz olan sekülerlik ile dindarlığın yan yana getirilemeyeceği aşikârdır. Seküler hayat tarzı artık muhafazakâr tabanın aslî ve esas meselesi haline gelmiştir. İstanbul, belki de salt muhafazakârların tepkilerini göstermek ve ders vermek istemeleri sebebiyle değil, muhafazakârlığın sekülerliğe açılan kapısına doğru koşar adımlarla gittiği için de kaybedildi.

İç çürüme ve ahlakî zaaflar tarihin her devrinde görülmüştür. Ancak muhafazakârlığın sekülerlikle sıcak ve ani temasının bunu hızlandırdığı da tartışmasızdır.

Etnik özerklik ve ayrılıkçılık davasının rahatça dillendirildiği, ülkenin millî güvenliğini tehdit ve ifşa edenlerin bile makbul adam sayıldığı bir “olgunluk” çağında yaşıyoruz. AK Parti’nin kabaca muhafazakârlık olarak tavsif ettiğimiz bir telakkiyi merkeze alarak tetkik ve tahlile tabi tutulması da normal karşılanmalıdır, aslında yaşadığımız vasat, rol yapmayı zorlaştırdığı gibi ayıplamaktadır da. AK Parti, elbette ki her şeyden evvel bir siyasi partidir, ancak yaslandığı tabanın ana unsuru belli değer yargılarıyla mücehhezdir. İnsanların hayat tarzlarına saygı duymak ile o hayat tarzını hem de hiç tasvip etmediği halde makbul görür gibi hareket etmek, toplumun farklı kesimlerine ulaşmak değil, iç çürümeyi hızlandırmak şeklinde de tezahür edebilir. Bilhassa içki ve içkili yerler hakkındaki sözler ile Anıtkabir’in adeta kutsallığı tartışılmaz bir mekân olarak kabul edildiği intibaı çok ciddî tehlikeleri tevlit eder mahiyettedir. Sekülerliğin cansuyu bulmasında iktidar en azından teşvikçi olmamalıdır.

Modernlik bir gerçek ama sekülerlik bir zaruret değildir. Modernlik elbette ki aynı zamanda bir süreçtir, ancak sekülerlik teslim olunacak bir “değer” değildir.

Kibir, fakiri öncelememe, gelir dağılımındaki adaletsizliği telafi cihetinde kayda değer bir çaba göstermeme, hep zenginin istifade edeceği hizmetlere önem ve öncelik verme biraz da sekülerliğin semptomları gibi görünmektedir. İyiniyetle kurulan tanzim çadırları ise gelecekte pekiyi şeyler yazılmayacak ciddî bir hata idi. Fakirliği ya da gelir adaletsizliğini muhalefet istese bu denli görünür hale getiremezdi.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *