İslami Sorumluluğa Yabancılaşmak

İslami Sorumluluğa Yabancılaşmak

Fikir üretme yeteneği olmayan, etki üretemeyen her kültür kendi kendisini marjinalleştiriyor. Fikirlerle mücadele edemeyen bir dünya, kişilerle mücadele yolunu seçiyor.

İslami Sorumluluğa Yabancılaşmak

Atasoy Müftüoğlu

İslam dünyası toplumları-kültürleri; kolonyalist-sömürgeci, ideolojik ve entelektüel iktidarın dayattığı, dünyanın kapitalist-emperyalist işgal, istila ve yağmalanmasını meşrulaştıran dilin-söylemin kavramsal çerçevesini kökten sorgulamayı ve bu doğrultuda bir direniş dili oluşturmayı başaramadığı için, bütün bir Ortadoğu emperyalist merkezlerin askeri denetimi altında bulunuyor. Ortadoğu’da siyasal-askeri şiddet ve emperyalist merkezlerin icadı olan savaşlar aralıksız sürüyor, sıradanlaşıyor. Siyasal bayağılığın ve yozlaşmanın küreselleştiği bir dünyada, Avrupa-Amerika emperyalizminin, Rusya ve Çin emperyalizminin sistematik zulümlerine maruz kalan Müslüman halkların hakları, hiçbir şekilde dikkate alınmadığı gibi, Müslüman halkların hakları hayasızca küçümsenebiliyor.

Emperyalist merkezlerin sistematik saldırılarına, meydan okumalarına, bu merkezlerin belirlediği çerçeveler içerisinde kalarak cevap verilebiliyor. Çok ciddi bir stratejik tükeniş ve İslami perspektif kaybı içerisinde bulunan İslam dünyası ülkeleri, kendi aralarında ahlaki ve siyasi bir dayanışma gerçekleştiremedikleri ve ortak İslami bilince/sorumluluklara yabancılaştıkları için, emperyalist merkezlerle işbirliği yapmak, ittifaklar geliştirmek suretiyle, varoluşsal itibarlarını kaybetmek pahasına ayakta kalmaya çalışıyor. Günümüz emperyalizmleri sürdürdükleri askeri/siyasal/kültürel şiddeti, söylemsel ya da ideolojik meşrulaştırmaya/gerekçelendirmeye ihtiyaç duymayacak kadar pervasızlar.

Bugünün dünyasında her alanda, her tür iletişim daha çok tahakküm ilişkisi zeminde gerçekleşiyor, bütün bir insanlık araçsal düşüncenin nesneleştirici etkilerine maruz kalıyor. Teknolojik rasyonaliteden başka hiçbir kutsalı olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Ahlaki yasaların yerini pazar yasalarının aldığı, piyasa diktatörlüğünün belirleyici olabildiği, gerçeklerin kısmi ve göreli olduğunu kabul eden bilim yaklaşımının yerine, bilimi mutlaklaştıran bilimciliğin geçtiği, tabiata eşya muamelesi yapan endüstriyel uygarlığın idealize edildiği, şeyleştirilmiş, mekanikleştirilmiş bir dünyadan söz ediyoruz.

Günümüz dünyasında, hemen her toplumda, gerçekler propaganda-manipülasyon yoluyla baskılanabiliyor. Araçsal düşüncenin hakim olduğu toplumlarda, kültürel değerlerin ve anlamların çöküşü sebebiyle, her tür şiddet, kirlilik, ruhsuzlaşma, duygusuzlaşma, sosyal bunalım ve kriz toplumsallaşıyor. Anlam çürümesinin derinleşmesi sebebiyle, dijital dezenformasyon ve dijital uyuşturucular yaygın hale geliyor. İslam toplumlarında da kısmi, nicel ve sayısal başarılar önem kazanırken, hesap, kâr, çıkar ve iktidar savaşları, ahlaki çöküş pahasına yoğun bir biçimde sürdürülebiliyor. Ahlaki varoluş/duruş, her şartta hakikatin yanında olmamızı zorunlu kıldığı halde, İslami kesimlerde yaşanan derin altüst oluşları, derin yabancılaşmaları sessizlikle karşılayabiliyoruz.

Soğuk hesapların, beklentilerin hakim olduğu bir zamanda/dünyada/tarihte, romantik nostaljilerle oyalanıyor, nostaljik referanslara tutunmaya çalışıyoruz. Fikir üretme yeteneği olmayan, etki üretemeyen her kültür kendi kendisini marjinalleştiriyor. Fikirlerle mücadele edemeyen bir dünya, kişilerle mücadele yolunu seçiyor. Karizmatik dini ya da politik figürlerle tapınılan toplumlarda ve kültürlerde, hiçbir alanda düşünsel-kültürel-felsefi-entelektüel hareketlilik, üretkenlik ve inşa gerekleşmiyor. Aynı şekilde, kendi iradesiyle hareket etme yeteneğine sahip olmayan ve devlet aklıyla düşünen her toplumda, toplumsal bünye vesayet altına giriyor. Devlet aklıyla düşünen, eleştirel dikkat ve farkındalığa sahip olmayan her toplumsal bünye, tarihsel gelişmeleri bir bütünlük içerisinde takip edemiyor, bu gelişmelere nüfûz edemiyor.

İslami sorumluluk, en üst seviyede bilmek ve düşünmekle birlikte başlar. Müslümanlar olarak, en üst seviyede bilme ve düşünme liyakatine sahip olamadığımız için, İslamın özgür olmadığı bir dünyada ve zamanda, Müslümanların bireysel özgürlüklerini nasıl kazanbileceklerini konuşuyoruz. İslamın özgürlüğünü dünya ölçeğinde konuşabilecek, tartışabilecek entelektüel kadrolara sahip değiliz.

İslamın yeryüzü/dünya/tarih bilincini, vizyonunu, misyonunu, işlevini, iddialarını, tasavvur ve tahayyülünü kaybederek; bireysel-özel-içsel-ruhsal-manevi-folkloriyerel-ulusal bir dindarlık biçiminde varlığını sürdürmeye karar vermesiyle ilgili olarak, İslami düşünce, kültür ve ilahiyat hayatı kapsamlı, derinlikli, ikna edici sistematik çalışmalar yapmadığı için, İslamın ontolojik özgürlüğünü ve otoritesini ne zaman, nasıl kaybettiğini tam olarak bilmiyoruz. Bu konu ile ilgili olarak, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde 17 ve 18. Yüzyıllarda gerçekleştirilen kimi arayışlar, yönelişler ve uygulamaların 19. Yüzyıla gelindiğinde kökten bir yeniden yapılanma girişimine dönüştüğünü biliyoruz. Bu dönemle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun, özellikle kültürel anlamda, Fransız kültürünün/düşüncesinin, büyük bir hayranlık derecesinde, etki alanı içerisine girdiği görülebiliyor. Bu noktada, konuşulması, tartışılması, araştırılması gereken konu; modernleşme, Batılılaşma ve sekülerleşme konularının Batı’lı bir dayatma mı, Batı’ya paradigmatik anlamda maruz kalmak mı, yoksa modernleşme, Batılılaşma, sekülerleşme konularının İmparatorluğun hangi gerekçeye dayalı olursa olsun, kendi bağımsız tercihi olup olmadığı konusudur.

İslami düşünce hayatının yeni bir tarih çözümlemesi-yorumu geliştirmesi hayati önem arzediyor. Geçmişi daha çok romantik bir bağlamda algıladığımız için, bugünü de aynı geleneği sürdürerek büyük ölçüde aynı çerçeve içierisinde algılıyoruz. Bu konu etrafında her şeyden önce geçmişin zihinsel-düşünsel haritasının yeniden çıkarılması gerekiyor. İçe ve geçmişe kapanan bir toplum ve kültürün kendi zamanının yaklaşımlarının ve sınırlarının ötesini görmesi ve algılaması düşünülemez. Yeryüzü bilinci-ufku Müslümanlara zamanın ve mekanın alışkanlıklarından ve kültürel iklimden bağımsız düşünceler ve tasavvurlar geliştirmelerini-üretmelerini ister, İslamın ruhuna bütünüyle yabancı bir modeli kopya etmeyi değil.

İslami Analiz

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *