“Bu işin içinden çıkılır gibi çıkılamamasının bir nedeni de aslında başından bu işin çıkılmayacağını söylemek mümkündü. Bunu halktan sakladılar. Seçimlere gittiklerinde ırkçılığı pompaladılar, olmadık vaatlerde ulundular, sorunları konuşmak istemediler. Büyük İngiltere bu işi halleder hikayeleri anlattılar. Geldiğimiz noktada listeye baktığımızda çözülemeyecek noktalar var. Bunlardan bir tanesi İrlanda ile ilgili, bir tanesi Cebelitarık ile ilgili, bir tanesi balık avlama alanlarının kontrolü ile ilgili, İskoçya ile ilgili, İskoçlar kesinlikle Avrupa Birliği’nin içinde olmak istiyorlar, bir daha ayrılma referandumu yaparız diyorlar. Londra Belediyesi bile biz bunu tamamen Avrupa Birliği piyasaları ve ekonomisine bağlıyız, ayrı statü isteriz Londra’da diyor. Çok fazla bir hukuki sonucu yok belki ama bu konuşmayı dillendirip duruyor.”
Brexit sürecinde ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasına dair iyimserliğin Londra’nın finans merkezi konumunda yattığını, ancak ülke artık eskisi bir ‘güç’ olmaktan çıktığı için bunun baştan bir ‘fantezi’ olduğunu vurgulayan Yıldızoğlu, AB’nin de Britanya’yı üyelikten çıkmaya yeltenecek diğerlerini düşünerek ‘cezalandırmak’ niyeti bulunduğunu da anımsattı:
“Britanya’nın kendi başına kendi kaynaklarıyla yaşayıp ondan sonra Dünya Ticaret Örgütü kuralları içinde bir dünya gücü olma anlatısı tam anlamıyla bir fantezi. Böyle bir gücü yok İngiltere’nin. Sanayisi böyle bir güce sahip değil. İngiltere’deki birçok büyük fabrika ya Japonların ya Çinlilerin ya Almanların. Avrupa Birliği’ne üretim yapmak üzere bir platform olarak kurulmuş bunlar. O fabrikaların kullandıkları mallar sadece piyasa değil, kullandıkları malların ticaret zincirleri birkaç kere dünyayı dolaşıyor. İngiltere’den bir kere gidiyor, birkaç yerde monte ediliyor, başka yerleri dolaşıyor, ondan sonra tekrar İngiltere’ye geliyor. İnsanın aklının alamayacağı kadar bir karmaşıklık söz konusu orada. Nasıl kendi başına yaşar, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına uygun ilişkilere girmeye başladığı zaman karşısında Çin ile tek başına yapmak zorunda, Amerika ile pazarlık yapmak zorunda. Buradaki hayal İngiltere kendisini hala eskisi gibi büyük bir etkili bir güç olarak görüyor. Halbuki muhafazakar bir gazetenin editörü, ‘Biz orta düzeyli bir ekonomiyiz ve siyasi, askeri gücüz, bu işin daha büyük olduğu fantezisi ile hareket ettiniz, bu hale getirdiniz, batırdınız, şimdi defolup gidiyorsunuz’ yazdı. Kuzey Denizi petrolleri bitmek üzere, bitti hatta çoğu yerde. Öyle büyük bir numara yok Kuzey Denizi’nde. Diğer taraftan nedir Londra’nın finansal merkez olması? Serbestliğinden kaynaklanıyor. Finansın çok rahatlıkla hareket etmesinden kaynaklanıyor. Açıkçası hiçbir anlaşması dışarı çıkmak isteyen en geri muhafazakar kesimin kafasında Singapur gibi bir şey yaratmak var. Avrupa’nın burnunun dibinde Singapur gibi bir şey yaratmaya kalktığınızda herhalde Avrupa’nın nasıl bir direnciyle karşılaşabileceğinizi de düşünmek gerekir. Avrupa piyasasını kendi piyasasını bu kadar dezavantajlı bir konuma düşürmez İngiltere’deki üretim platformları karşısında. Bunu da söylüyorlar zaten. Bu anlaşmanın İngiltere’nin üyeliğinden daha avantajlı hale gelmesine izin vermeyeceğiz diyorlar. Avrupa Birliği’nin sürekliliğini sağlamak için çıkan bir ülkeyi cezalandırmak ve bunu göstermek gibi bir niyet de var.”
‘KÜRESELLEŞME KENDİ ÇELİŞKİLERİ ALTINDA ÇÖKER, ÇOK CİDDİ ASKERİ SONUÇLAR YARATIR’
Küreselleşmeye başından bu yana atfedilen ‘olumluluklara’ rağmen sonunda mali krizle birlikte merkezle çevre arasındaki emperyalist ilişkinin ve sömürü transfer ilişkisinin açığa çıktığını anlatan Yıldızoğlu, son dönemde bu duruma başkaldıran İtalya örneğini verdi. Yıldızoğlu, “Küreselleşmenin sonu kendi çelişkileri altında çöker, finansal sonuçlar yaratır, bunlar siyasi sonuçlar yaratır, ondan sonra da çok ciddi askeri sonuçlar yaratır. İlk defa olan bir şey değil küreselleşme” vurgusu eşliğinde şu değerlendirmeyi yaptı:
“Avrupa Birliği’nin çok ciddi sorunları var. Özellikle mali kriz Avrupa Birliği’nin aslında birlik olmadığını, merkezle çevre arasındaki bir emperyalist ilişki olduğunu ortaya koydu. Bir rapor vardı. Maastricht Antlaşması’na kadar birbirlerine benzeyen ekonomiler bu anlaşmadan sonra ayrışmaya başlamışlar. Daha sonra katılan ekonomiler yoksullaşmaya devam etmiş, geride kalmışlar. Dolayısıyla bir de böyle çok açıkça sömürü transfer ilişkisi söz konusu. Bu yüzden buna başkaldırıyor birileri. Buna başkaldıran İtalya’ya bakalım. İtalya iflas etmiş bir ülke. Avrupa Birliği’nden finansmanını sağlayamadığı zaman, kendi ekonomik sistemini de kapitalist sistem içinde tutmaya devam edecekse eğer halkına ot mu yedirecek sonunda? Bu başka türlü olabilir. Avrupa Birliği’nden çıkarken aynı zamanda yeni bir servet dağılımına, kaynak dağılımına ve ekonomi örgütlenmesine doğru giderseniz, teorik olarak söylüyorum, pratikte nasıl kavga gürültülere yol açar, savaşa yol açar mı gibi konular bir yana, belki yaşamak mümkün olabilir. Ama öyle bir entegre olmuş vaziyette ki ekonomik olarak… Borçları var, onları ödemekten vazgeçerse ekonomik olarak yeni kaynak elde etmekten vazgeçmek gibi bir durum kalacak. Bunu Çinlilerden mi Ruslardan mı nereden karşılayacak, bu para nerede var? İtalya çünkü çok büyük bir ekonomi, İtalya’yı almak biraz zor. Küreselleşmenin sonu kendi çelişkileri altında çöker, finansal sonuçlar yaratır, bunlar siyasi sonuçlar yaratır, ondan sonra da çok ciddi askeri sonuçlar yaratır. İlk defa olan bir şey değil küreselleşme.”
‘AB, TÜRKİYE’Yİ HİÇBİR ZAMAN ÜYE OLARAK ALMAYACAK’
AB’de hal böyleyken son dönemde Türkiye’den birliğe verilen ‘üyelik hedefinin devam ettiği’ mesajları ve AB heyetiyle siyasi diyalog toplantısını da değerlendiren Yıldızoğlu, Avrupa’nın diplomasi gereği Türkiye ile bağlarını kopartmayacağı ancak hiçbir zaman Türkiye’yi de üye kabul etmeyeceğinin bilindiğini anımsattı. Buna karşılık Avrupa’nın Türkiye ile ilişkilerini yavaş yavaş başka yönde şekillendireceğini belirten Yıldızoğlu, Türkiye’deki siyasal İslamcı iktidarın da AB ile ilişkilerini işine geldiği şekilde işletmesinin kendi dünya görüşleri ve projeleri icabı normal olduğunu ekledi:
“Avrupa diplomasi gereği Türkiye ile bağlarını koparmaz. O bağlar gerçek halden çıkar fanteziye dönüşür. Yok diyalog olsun, yok alışveriş olsun vs. bu bağlar kopup da ‘Biz seni istemiyoruz, gelme, ne halin varsa gör’ demez. Çünkü Türkiye ekonomisinin ve Türkiye’nin ekonomik coğrafyasının hem ekonomik hem kültürel olarak Avrupa sermayesine açık kalması gerekiyor, kullanılabilir halde kalması gerekiyor. Bu olasılığı Avrupa terk etmez. Ama buna karşılık da yavaş yavaş Türkiye ile ilişkilerini başka yönde şekillendirmeye devam eder ve ediyor da zaten. Burada esas olarak Türkiye’nin tutumu belirleyici olacak. Türkiye bir aşamada ben gidiyorum, ne haliniz varsa görün derse, tamam peki demek durumu var ya da hayır, bir yere gidemezsiniz, biz bir çaresine bakarız düşüncesi de bir yerden ortaya çıkar mı, onu bilmiyorum. Ama bu Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin fantezi kaldırmayacak halde gerçekten ortaya çıktığını düşünüyorum. Eskiden böyle bir fantezi vardı üye olacağımıza dair. Böyle bir şey yoktu yani. Türkiye’yi hiçbir zaman üye olarak almayacaklar. Ben bunu 80’lerde gazetecilerin kendi aralarında yaptığı toplantılarda da duydum. Türkiye’nin zaten üye olması söz konusu değildir. Ama şimdi ilişkilerin çok daha problematik bir hale geldiğini görüyoruz. Türkiye’yi yöneten liderliğin şöyle bir anlayışı var; eğer işime gelmiyorsa istemiyorum, geliyorsa kullanmaya devam ederim. İnsan Hakları Mahkemesini kendileri geçmişte defalarca kullandılar, başkaları kullanmaya başlayınca bizi bağlamaz haline geldi. Bunu her yerde her düzeyde görüyoruz. Çünkü belli bir dünya görüşleri ve projeleri ve toplum anlayışları var. Bu anlamda eğer bir kere bunu kabul edersek ve bunun ne olduğunu anlayabilirsek o zaman bir sürü atılan adımı da anlamak mümkün oluyor. Ben herhangi bir tuhaflık görmedim, gayet tutarlı. Ben her zaman tutarlı olduklarını düşünüyorum.”
Leave a Comment
Your email address will not be published. Required fields are marked with *