Aidiyet duygusu

Aidiyet duygusu

Nereye aitse insan, oranın havasını solumak, suyunu içmek, toprağına gömülmek ister. İnsan, ait olmadığı yere bedenen uyum sağlasa da, ruhen ve zihnen asla uyum sağlayamaz.

Aidiyet Duygusu

Yakup Döğer

İnsan için en önemli ihtiyaçların başında şüphesiz ki bir yere ait olma isteğidir. Ait olma ihtiyacının hem bedenen hem de ruhen zorunluluğu vardır. Ait olacak yer bulamayan insanı yalnızlık korkusu sarar. Ait olma ihtiyacı temelde düşüncede ve o düşünce doğrultusunda yaşanacak hayat tarzında ortaya çıkar, her insan kendisi gibi olanlarla birlikte olabilmek için fedakârlıkta bulunmaktan kaçınmaz.

İnsan yaratılış itibarıyla toplum olarak yaşamak zorundadır, toplum olarak yaşamak için de aynı düşünceleri paylaşmak, aynı ideallerin sahibi olmak gerekir, topluluk olabilmek bunu gerektirir. Ait olma duygusu, düşünce ve yaşam tarzında kendisini ortaya çıkarır. Her insan kendisini, ait olduğu değerlerin ve o değerlerin sahiplerinin yanında görmek ister. Aynı düşünceye sahip olmayan insanların birlikteliği, beraber hareket edebilecekleri anlamına gelmez. Yani bir topluluk oluşturduklarından bahsedilemez.

Bunun en etkili yansımasını, modern yaşam arzusuyla, ya da çağın bir aldatmacası olan “refah seviyesini yükseltmek için” insanların köyden kente göç ettikleri dönemde görebiliriz. Toplumsal bir dönüşüme ve değerlerin kayboluşuna kadar giden köyden kente göç, insanların ilk zamanlarında ait olma duygusunu ve bu duygu kaybının sonucunda ortaya çıkan yalnızlık korkusunu çok net olarak gösterir. Göç eden ya da göç etmek zorunda kalan insanın, köyünde ait olduğu ile kentte kendisinin ait olacağı bir değeri bulamayışı, milyonluk kentlerde göçebeleri yalnız bırakmış, yalnızlık korkusu içerisinde yaşatmıştır. Milyonlarca nüfusa sahip büyük kentlerin bulvarlarında sel gibi akan kalabalıklar, onca kalabalığa rağmen iç dünyalarında yalnız yaşayan bireylerden oluşur.

Büyük kentlerde yaşayan insanlar, kendilerinin ait olduğu değerleri bulamadığından, ya da hangi değere ait olması gerektiğini kestiremediğinden yalnızlığın kör kuyularında tıkılıp kalmıştır. Nereye aitse insan, oranın havasını solumak, suyunu içmek, toprağına gömülmek ister. İnsan, ait olmadığı yere bedenen uyum sağlasa da, ruhen ve zihnen asla uyum sağlayamaz. Ruhen rahatsızlık çekenler zaman içerisinde içten dışa yansıyan rahatsızlıkları nedeniyle, bedenen de sıhhatlerini yitirir.

Ait olma duygusu, insanın fiziksel huzurundan öte ruhsal bir ihtiyacıdır, ait olduğu neyse onu bulması, kişiye ruhsal bir sükûnet verir. İnsanın ilk kaosu, kendisiyle başlar, içeriden gelen tepkiler, ilk zamanlarında bedenen kendisini rahatsız etmese de, başladığı andan itibaren ruhen sıkıntılı bir hayat yaşamasına neden olur. Bu sıkıntının diğer ucu yalnızlıktır. Ait olduğu yeri bulamayanların yalnızlık korkusu yaşaması, önüne geçilemeyecek bir gelişmedir. İnsanın rahat ve huzura erebilmesi için öncelikle ait olduğu yeri bulması gerekir.

Modern dönemde insan, nereye ait olduğunu bulamamış, bundan dolayı da yalnızlık korkusuyla bir ömür geçiren insandır. Asıl ait olduğu yerden başka yerlere aidiyet hissedenler, kalplerini asla tatmin edemeden yaşamaktadır. Modern dünyanın bireye indirgediği, devletinin vatandaş olarak değerlendirdiği insan, asıl ait olduğu yerden uzaklaştıkça, durmadan büyüyen korkularıyla yüzleşir. Yaşadığı yalnızlık korkusu, peşinden de bütün korkuları sürükleyerek getirir. Ait olduğu bir yeri olmayan insan, korkularının içinde bunalarak, korktuğu her şeye teslim olur.

Her şeyin parçalandığı ve her parçanın bütünden ayrıymış gibi algılatıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Her parçanın bütünle ilişiği kesilmiş, bütünle bir bağı yokmuş gibi düşünmemiz sağlanıyor. Parçaların içinde kaybolan, bütüne ulaşamıyor, bütüne ulaşamayan sağlıklı kararlar veremiyor. Bu noktadan sonra da ait olunan bütüne karşı yabancılaşma ve yalnızlık başlıyor. Yalnızlığın başladığı yerde de yalnızlık korkusu başlıyor. Yabancılaşma ve yalnızlık korkusu, insanın en kadim ihtiyacı olan ait olma duygusunu köreltiyor.

İnsan ait olduğu yerde değilse yüreğinin fırtınalarını dindiremez ve yalnızlık korkusundan hiçbir zaman kurtulamaz. Yalnızlık korkusu, kalabalıklardan uzakta olmak değildir, insan milyonluk kentlerde bile yalnızlığın en yamanını yaşar mı? Yaşar. Ait olmadığı yerde duranların zaman içerisinde yüreğinde büyüyen boşluk, yerini korkuya bırakır. Geleneğinden uzaklaşan ve bireyleşen insan, modern algının kendisine dayattığı yaşam tarzına razı olmuş ve dünyevi ihtiyaçları karşısında ezilerek bir ömür sürmek zorunda kalmıştır.

Anadolu’nun bir köyünde, yıllarını sessizce geçirmiş yaşlı bir insanı, akın akın insanların göçtükleri milyonluk kentlerin içine bıraksanız ve onun her türlü ihtiyacını karşılasanız bile, asla mutlu edemezsiniz. O insanın ait olduğu yerle, yaşamak zorunda kaldığı yer aynı yer değildir. Yaşadığı köyünü içine alabilecek büyüklükteki devasa apartmanlarda, insanı kuşatacak olan yalnızlık korkusudur. Geleneğinden, göreneğinden, geleneksel ilişkilerinden uzaklaşan insan, ait olmadığı yerlerde yaşayamaz. Yaşayamayacağı yerde ise içinde büyüyen boşluğun sonucunda korkunun esiri olur.

Hepimizin bildiği üç-beş ya da on haneli obalar, köyler vardır. Küçüklüğüne rağmen hane halkının korkusuzca yaşadığı yerlerdir oralar. Ait olduğun yerde olmak, korkudan da emin olmaktır. Aidiyet duygusu, korkuya galebe çalacak güce sahiptir.

Eskiden insanlar ait olduğu yerlerden bir süreliğine ayrılmak zorunda kalırdı. Bu ayrılış bir zorunluluk olarak onların hayatına girer, bunun adına o vakitler gurbet denirdi. Şimdi insanlar kapitalist dogmanın dürtüleriyle fıtrata yabancı bir hayat kurma çabasında oldukları için, ait oldukları yerlerden kendi istekleriyle ayrılmaktadır. Hiçbir değerin olmadığı, hele ki alışıp geldikleri ve öğretileriyle büyüdükleri geleneğin ise tamamen ortadan kalktığı milyon nüfuslu kentlerde, en büyük yalnızlık korkusunu yaşayanlar bu insanlardır. Yaşadıkları mütevazi hayatı, özenti pazarlaması sonucunda kendi isteklerince terk etmeleri ve daha modern (!) bir hayatı hayal etmeleri, tek ortak noktası korku olan bir toplum meydana getirdi.

Modern dünyada insanlar, eşitlik ve özgürlük paradoksunun içinde ait olmadığı yerlerde yaşamak zorunda kalmaktadır. Bazıları zorunlu bazıları da korkularına esir olmak pahasına bu tercihi yapmaktadır. Aslında insanlar eşitlik ve sınırsız özgürlük adı altında ezilecekleri korkulara esir edilmektedir. Lakin özgürleşme (!) peşinde koşan insan bunu anlama kapasitesine sahip değildir.

İnsan ait olduğu yerde kalabilmek için katlanmak, bedel ödemek ve birçok şeyden vaz geçmek zorundadır. Bu durum aynı zamanda, yalnızlık korkusunu yenebileceği tek tercihidir. Bedeli ödenmemiş hiçbir özgürlük gerçek manada insana özgürlük getirmez, tam aksine korkularını büyütür. Ait olduğuyla yaşayan insan, özgürlüğünü kazanmış, kimseye de minnet borcu olmayandır. Minnet duygusunun var olduğu kalp, özgürlük söyleminin sahte dünyasında mahpus hayatı yaşayarak bir ömür sürer. Unutulan bir nokta, özgürlüğün gerçek karşılığı bu dünyada yoktur. Özgürleşmek isteyen insan, bu dünyada, bu dünyalı olarak yeterli bedeli ödeyebilecek güçte değildir.

Aslında burada değinilmesi gereken önemli bir nokta da, “Özgürlük” kavramıdır. Özgürlük kavramı, batının üretip kendi normları doğrultusunda içini doldurduğu bir kavramdır. Bu kavram sadece batılı toplumlar için anlam ifade eder, batı dışı toplumlar içinse bir aldatma aracı olarak insanı kontrol altına almak için kullanılır. Modern dönemde özgürleştiğini sanan birey, sürekli bir kontrol mekanizmasıyla, her yaptığı kayıt altına alınan basit bir varlık muamelesi görür. Kendisinin özgürlüğe kavuştuğunu sanan insan, özgürleştiğini sandığı oranda, seküler egemenlerin kontrolü altına girer.

Kazandığı her kazanım dünyevi ideallerin sonucunda oluştuğundan, aşkın değerlerin referansından uzak kalır. Dünyanın yaşadığı kargaşa ve insanlığın sürüklendiği ateş çukuru, özgürleşeyim derken büyüyen isyanı, bu isyanın sonucunda önlenemez yalnızlığıdır. İnsan, dünyaya gelmeden önce nereye ait ise, dünyaya geldiğinde de oraya ait olmalıdır. Asıl ait olduğu yerden uzaklaşanlar, ait olmadığı dünyada yalnızlık korkusuyla bir ömür geçirirler.

Modern dönemde insanın mutlaka sorgulaması gereken şeylerden birisi, özgürleşirken ait olduğu yerden ne kadar uzaklaştığıdır. Neden özgürlük söyleminin arkasına sığınarak sürekli olacak bir esareti tercih etmektedir? Modern dönemde insanın unuttuklarının başında, herhangi bir şeyi kazanırken, kaybettiklerinin ne olduğunu düşünmemesidir. Hayatın doğal seyrinde, insan bir şeyler kazanırken mutlaka başka bir şeyleri de kaybetmektedir. Kazandıkları kaybettiklerine değiyor mu, kazandıkları hayatına neler getiriyor, kaybettikleri de hayatından neler götürüyor, neleri feda ediyor? Mutlaka düşünülmesi gereken bir noktadır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *