‘Öğrenci andı’nda kim baskın çıkacak?

‘Öğrenci andı’nda kim baskın çıkacak?

“Çözüm sürecinin sonlanmasıyla birlikte ulusalcı ve Türkçü güç odaklarına sarılan AKP’nin Danıştay kararına gösterdiği tepkinin, Kürtlerin hassasiyetiyle hiçbir ilgisi yok. Bu ihtilaf Türkçülükle İslâmcılığın tarihsel gerilim noktalarından biri ve bu gerilimden büyük olasılıkla ya Türkçülük ya da İslamcılık baskın çıkacak.”

GazeteDuvar yazarlarından İrfan Aktan, ‘öğrenci andı’nın kaldırılması sırasında iki kuş vurma hedefi gözetildiğini, şimdi ise farklı bir mana ve kapsamda geri dönebileceğini vurguladı bugün “Andınız” başlıklı yazısında. Aktan, 1930’lardan beri Türk olmayanlara yönelik sistematik olarak sürdürülen aşağılayıcı uygulamalara ilave olarak çözüm süreci sonrası yürütülen Türkçü-İslâmcı askerî operasyonlar yapıldığını savunarak, AKP ile MHP’nin küçücük çocuklar, “yeni nesiller” üzerinden yürüttüğü ant kavgasının bedelinin ise etnik ayrışmanın derinleşmesi olabileceğini vurguluyor.

Şöyle yazıyor İrfan Aktan:

Türkçülük ve İslâmcılık arasındaki dengeyi henüz yerleştirememiş olan iktidar bloku, ilki son zamanlarda İslâmcı çevrelerde revaçta, diğeri ise cumhuriyet tarihi boyunca milliyetçi Kemalizmin dayatmalarından olan şu iki “yemin” etrafında salınıp duruyor.

“Selamünaleyküm”

“Aleyküm selam.
Bu ne güzel kelam.
Yaşasın İslâm!
Elimizde Kur’an,
Kalbimizde iman,
Bir Allah’a inanan,
Müslümanız Müslüman!
Ayrılmayız bu yoldan.
Hep doğru yoldan,
Kitaba-sünnete sarılan,
Emirlerini yapan,
Yasaklardan kaçınan,
Müslümanız Müslüman!”

Bu İslâmcı ant, şu milliyetçi Kemalist yemine yanıt gibi görünüyor:

“Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!”

Milliyetçi, ulusalcı ve İslamcı büyük koalisyon paydasında, tek adam hükümranlığı altında yeniden oluşturulmaya çalışılan “Yeni Türkiye”, yeni kurucu ideolojisini geçmişten devşirip devşiremeyeceği konusunda mütereddit.

MHP bu tereddüt anından ve AKP iktidarının sigortası olma pozisyonundan faydalanarak devleti Nihal Atsız’ın fikirleri etrafında yeniden konumlandırmaya çalışırken, AKP’yi de hem kendi ideolojik hattına tamamıyla çekmeye, hem de 2015’ten sonra Türkçü-İslamcı marşlar eşliğinde yarattığı ağır yıkıma rağmen, çözüm sürecinde yaptığı birkaç ufak açılımın bile özrünü dilemeye zorluyor.

ANDIN KALDIRILMASI İKİ KUŞU VURMAK İÇİN ATILMIŞ BİR TAŞTI

AKP, çözüm sürecine denk gelen 8 Ekim 2013 tarihinde, Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak okullarda her sabah çocuklara zorla okutulan “Andımız”ı kaldırmıştı. Bu, iki kuş vurmak için atılmış bir taştı.

Andın sonlarındaki “varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!” cümleleri başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanları, öncesindeki “Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime” ifadeleri ise “yeni kurucu liderini” yaratmaya çalışan AKP’lileri rahatsız ediyordu.

AKP andı kaldırarak hem çözüm sürecinde Kürtlere somut adımlar attığını göstermeyi hem de aynı süreçte sözüm ona “ayaklar altına aldığı” milliyetçiliğin ve Kemalizmin okullardaki tesirini azaltıp ümmetçi anlayışa alan açmayı, dolayısıyla İslamcılığın okullara yayılması önündeki bir bariyeri daha kaldırmayı hedefliyordu.

ANDIMIZ ESKİ MANASI VE KAPSAMIYLA DÖNMEYECEK

Fakat milliyetçi bir sendika bu karara hemen itiraz etti. Danıştay ise çözüm süreci bitirilip Kürtlere “Türk’ün gücü gösterildikten”, “içimizdeki haçlılar bertaraf edildikten” sonra, 24 Nisan 2018’de bu itirazı, tahmin edebileceğimiz devlet içi güçlerin de tesiriyle kabul ve 18 Ekim 2018’de tebliğ etti.

Kararda, Andımız’ın kaldırılması kararının hem hukuki hem de “bilimsel” olmadığı şu ifadelerle vurgulanıyordu: “… dava konusu kararı hukuki bir zemine oturtacak, idarenin takdir hakkını ve düzenleme yetkisini kamu yararı ve hizmet gerekleri uyarınca kullandığını ortaya koyacak yeterli bilimsel gerekçenin bulunmadığı, Türk Devletini ve Milletini ebediyete kadar yaşatacak, çağdaş uygarlığın ve medeniyetin ortağı ve öncüsü yapacak, toplumun ve kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlayacak yeni nesillerin yetiştirilmesi olan millî eğitim sistemimizin temel amaçlarını gerçekleştirmesini içeriği itibariyle sağlamaya yardımcı olabilecek nitelikteki öğrenci andının kaldırılmasına ilişkin değişikliğin haklı ve hukuksal temellere dayandırılmadığı anlaşıldığından…”

Danıştay’ın bu kararının, devletin rotasını Türkçülük yahut İslamcılık etrafında belirlemeye çalışan güç odakları arasındaki ideolojik ihtilaf ve mücadeleyi su yüzüne çıkarmakla kalmayacağı anlaşılıyor.

Zira bu saatten sonra “Andımız”ın okullara eski manası, kapsamı ve hedefiyle de dönmeyeceği görülüyor.

TÜRKLÜKTEN İHRAÇ TEHDİDİ

Nitekim Danıştay kararını “anayasa ve yasanın çiğnenmesi” olarak yorumlayan AKP’li Bekir Bozdağ’a gayet sarih bir üslupla yanıt veren Devlet Bahçeli, andın kapsama alanını daraltmış görünüyor: “Sayın Bozdağ Kürdüm, özgürüm diyebilir. Dilini tutan yoktur. Sus otur yerine diyen de yoktur. Buyursun, mizaç ve meşrebine müzahir değerlendirmesini yapsın. Türk milleti kendisini en güzel ve yüksek mevkilere taşımıştır. Ama kendisi Türk milletini düşürmeyi aklından geçirmesin. Andımızı fıtrat ve köküne uygun okumak isteyen varsa kendi bilir. Ancak Türk milletinin Andına kimse karışmasın, hiç kimse ortalığı karıştırmasın. PKK’lıyım, bölücüyüm, Kürdistan için çalışırım diyen varsa cezası bellidir, sonuçlarına katlanacaktır. Uyarıyorum, Sayın Bozdağ buna çok dikkat etsin…”

Bahçeli, AKP’li pek çok ismin tepki gösterdiği Danıştay kararını savunmak için Bozdağ’ı özellikle gözüne kestirmişe benziyor. Böylece Bozdağ’ın hiçbir zaman göstermediği Kürt kimliğini bile “ifşa” ederek, onun üzerinden Kürtleri Türklükten ihraçla tehdit edebilir, “Türk milletinin andına” Türk olmayanların karışmamasını, dahası bu andı reddedenlerin de bedelini göze almasını salık verebilirdi.

İKNADAN TECEBBÜRE

Türk milliyetçileri bu tehdit sopasını geçmişten beri abalarının altında taşımayı sürdürdü ve zor anlarında da orta yere serdi.

Kürtler Türklüğe ikna olmayıp “ne mutlu Türküm diyene” demiyorsa Mete Tunçay’ın ifadesiyle “tecebbüre”, yani “Türk’ün kadife eldiven giydirilmiş tunçtan, yahut demirden yumruğuna” başvurulmalı, lâkin bu da kâr etmezse Türklükten, mümkünse “vatan topraklarından” ihraç edilmeliydiler.

Örneğin Nihal Atsız, daha 1960’lı yıllarda Kürtlerin Türklükten ihraç edilmesi gerektiğini şu sözlerle açık ediyordu: “Kürtler, Türk veya Turanlı değildir. Buz gibi İranlıdır. Konuştukları dil bozuk, ilkel bir Farsçadır. Tipleri de öyle. (…) Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse orana gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Barzani’ye gitsinler. Birleşmiş Milletler’e başvurup Afrika’da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önünde durulamadığını, ırkdaşları Ermeniler’e sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin.”

Atsız’ın bu ifadelerinin, Kürtlerin içerideki hak ve özgürlük talebinin, bölgedeki etki alanının genişlediği son yıllarda Türk milliyetçileri arasında epey “paylaşıldığını” biliyoruz.

Diğer yandan, çözüm sürecinin sonlanmasıyla birlikte ulusalcı ve Türkçü güç odaklarına sarılan AKP’nin Danıştay kararına gösterdiği tepkinin, Kürtlerin hassasiyetiyle hiçbir ilgisi yok. Bu ihtilaf Türkçülükle İslâmcılığın tarihsel gerilim noktalarından biri ve bu gerilimden büyük olasılıkla ya Türkçülük ya da İslamcılık baskın çıkacak.

SADECE TÜRKLERİN ANDI, KÜRTLERİN DEĞİL

Öte yandan cumhuriyet elitlerinin asimilasyonist politikası kapsamında Kürtlerin Türk olduğuna ilişkin dayatma iflas ettikçe Kürt varlığı tanınmaya, son yıllardaki muhtelif siyasi veya askeri kriz döneminde Kürt kimliği giderek Türklüğün dışında tanımlanmaya ve böylece Kürtler daha kolay dışlanmaya başlandı. Dolayısıyla Türk milliyetçileri açısından “Andımız” artık sadece Türklerin, Türkleşenlerin andı. Kürtlerin değil.

O yüzden de okullarda Kürt çocuklarına “varlığım Türk varlığına armağan olsun” dayatmasının belki de Kürtler açısından artık hiçbir acıtıcı tesiri ve hükmü olmayacak.

“Andımız”ın okutulmaya başlandığı 1930’lardan beri Türk olmayanlara yönelik sistematik olarak sürdürülen aşağılayıcı uygulamalara ilave olarak çözüm süreci sonrası yürütülen Türkçü-İslâmcı askerî operasyonlar, Kürtçe tabela isimlerinin kaldırılmasına kadar varan ırkçı yasaklamalar sayesinde, Kürtlerde pamuk ipliğine bağlı aidiyet duygusu zaten yerle yeksan edildi.

Haliyle, Danıştay kararının uygulanmasıyla birlikte artık “Andımız”, başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanlar tarafından eskiye nazaran daha net bir şekilde “Andınız” olarak algılanacak ve ne yazık ki etnik ayrışma derinleşecek. AKP ile MHP’nin küçücük çocuklar, “yeni nesiller” üzerinden yürüttüğü ant kavgasının bedeli de bu olacak.

Bununla beraber çocuğa yaklaşım konusunda AKP ile MHP’nin, Nihal Atsız faşizminde ortaklaşacağına kuşku yok: “Disiplin, körükörüne itaattir ve körükörüne itaatta en büyük yaratıcı şuur gizlidir. Buhranlı anda, ölüm karşısında, tartışmakla hiçbir güçlük çözülemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha verimlidir.”

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *