Modern Müdahene – Uzlaşma Çabaları

Modern Müdahene – Uzlaşma Çabaları

Müslümanlar cahiliyenin kendilerine dayattığı her türlü düşünce, fikir, akım, yol-yöntem ve varsa hepsine nebilerin örnek tavrından yola çıkarak tavır koymalı, herhangi bir uzlaşma arayışı içine girmemelidir.

Modern Müdahene – Uzlaşma Çabaları

Yakup Döğer

Müfessirlerin ittifakıyla Kalem Suresi, Mekke devrinin başlarında nazil olan surelerdendir. Muhtevadan bu surenin, Mekke’de Allah Resulü’ne karşı çıkışların şiddetlendiği bir zamanda nazil olduğu işaret edilmektedir. Mekkeli muktedirler, insanların Hz. Muhammed’e (as) iman etmelerine engel olamayınca baskılarını daha da artırıyor, yapabileceklerinin sınırlarını zorluyor. Zulümde sınırları zorlarken, aynı zamanda uzlaşma yollarına da başvuruyorlar. Mekke’nin iktidar sahiplerinin, Resulullah’a (as) ve mü’minlere her türlü zulmü yaparken aynı zamanda uzlaşmak için hangi tekliflerle geldikleri herkes tarafından malumdur. Kur’an, Kalem suresinde Mekke Devleti yöneticilerinin bu tavırlarını, yağcılık yapmak ve yağcılık beklemek olarak anlamlandırıyor ve “Müdahene” kavramıyla ifade ediyor. 

“Müdahene” kavram olarak; “yağ çekmek, ovmak, okşamak, müşriklerin taptıklarına, alçak garazlarına, haksızlıklarına ilişmemek, yalancılıklarına göz yummak, lüzumsuz yere yumuşak davranmaktır. Müdahene kavramını Ragıp el-lsfehani; yumuşak davranmak, uzlaşmak, müsamaha göstermek, kati hüküm vermemek, şüphe etmek, kararsızlık göstermek, yağcılık yapmak” şeklinde anlamlandırmıştır.

Ayrıca müdahene etmek; ikiyüzlü davranmak, idare-i maslahatçılık yapmak, düşmanın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak, suça ve suçluya göz yummaktır. Müdahene, yolda gösterilen gevşeklik ve sapmadır. Müdaheneyi kullanacak kadar ahlaki erdeme yabancı bir dil ve kaleme sahip olanlar ve onların dinleyenleri, takipçileri, büyüklükten, büyük ahlaktan, temiz akıldan, ü’mince basiretten uzak insanlardır.” 

Razi’nin ifadelerine göre “Idhan” yumuşak olma, yağcılık yapma, gevşek konuşma demektir.” Buna göre ayetin manası, “Onlar isterler ki, sen onların hoşlanmadıkları bazı prensiplerinden vaz geçesin de onlar da buna mukabil taviz versinler. Böylece sen onlara, onlar da sana karşı yumuşamış olasınız” demektir. Ata, İbn Abbas (r.a)’ın bu ayetin manasının da, “Sen kâfir olasın da, onlar da kâfir olalar…” şeklinde olduğunu rivayet etmiştir. 

Taberi’de, ayette zikredilen “Onlar isterler ki sen onlara yumuşak davranasın, onlar da sana yumuşak davransınlar” ifadesi, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Süfyanı Sevri tarafından “Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar isterler ki sen, Allah’ı inkâr edesin, onlar da inkâr etsinler” şeklinde izah edilmiştir. Mücahid, Katade ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu ifadeden maksat, “Senin onlara taviz vermeni beklerler ki onlar da sana taviz versinler. Veya “Dinin aleyhine onlara yumuşak davranmanı isterler ki onlar da sana yumuşak davransınlar.” 

İbni Kesir de ayeti, “Onlar isterler ki; sen yumuşak davranasın da, kendileri de yumuşaklık göstersinler” şeklinde tefsir etmiştir. İbn Abbas bu ayete şu manayı vermiştir: “Sen onlara ruhsat veresin de, onlar da sana ruhsat versinler isterler.” Mücâhid ise şu manayı verir: “Sen üzerinde bulunduğun hakkı terk edesin de onların ilahlarına dayanasın isterler.”

Mekke’nin iktidar sahipleri, daha davetin ilk yılları sayılabilecek bir zamanda karşılıklı anlaşmaya çabalıyor, fazla dallanıp budaklanmadan kendi lehlerine meseleyi çözmek istiyordu. Mekke’nin iktidar sahipleri her ne kadar uzlaşmak, anlaşmak, karşılıklı bir orta yol bulmak istediklerini ifade etseler de, asıl niyetleri kendi iktidarlarının devamını sağlamak, yayılmakta olan yeni inanca toplumsal alanda şahitlik tanımamaktır. Her şeyin bilgisi kendisinde olan alemlerin Rabbi Allah, hemen arkasındaki ayette uzlaşmanın önünü kesmekte, “onlara itaat etme” demektedir.

Modern devletlerin İslam’la müdahene, uzlaşı yöntemleri, daha önceki cahili iktidarlarla mahiyet olarak aynılık gösterir. Farklılık, sadece kullanılan araçlarda ve gelişen fiziki ve felsefi atmosferdedir. Hz. Musa (as) zamanındaki Firavun’un iç dünyası Allah’ın dinine nasıl karşı duruşla duruyorsa, şimdiki modern muktedirlerin de duruşu aynıdır. Sonuçta İslam hakim olunca nasıl Firavun’un saltanatı yıkıldıysa, bugün için de İslam egemen olduğunda modern muktedirlerin sonu gelecektir. Bu yüzden onlar da aynı tepkiyi farklı yöntemlerle göstermekten geri kalmıyorlar. Burada dikkat edilmesi gereken; zaman, mekan ve şahıslar değil, yapılmak istenendir. Yapılmak istenen bin yıl önce neyse bugün de aynı olduğu gibi, bin yıl sonra da aynı olacaktır. Dünya kurulup insanoğlu ikamete başladığından bu yana tevhid ve şirk mücadelesi aralıksız devam etmektedir.

Modern dünyada en çok rastladığımız uzlaşı yöntemi, Hakkı batıla karıştırmak, batılı hak gibi göstermekle birlikte, olağanüstü sentez girişimleridir. Muhakkak bu daha önce de böyleydi, lakin cahiliye, değişen stratejik aklını, gelişen imkanlarla birlikte daha da akıllıca ve etkili kullanmayı başardı. Yaklaşık dört yüz yıldır dünyayı etkilemeyi başarabilen batı düşüncesinin artık dünya insanlığına söyleyecek bir sözü kalmamıştır. 

Çürüyen Batı dünyasının kör hayranları ve Batı sevicileri, İslam düşüncesinin kendisini yenileyemediğinden bahsedip duranlar ve bu sebeple sürekli İslam dininin ve onun kaynağı Kur’an’ın çağa göre yeniden yorumlanması gerektiği fikrinin gündem edilmesi boşa söylenmiş bir söz değildir. İslam dinini temel ilkeleriyle yeniden tanımlamak ve yorumlamak, var olan dini bozmakla aynı manayı taşır. Bugün yeniden yorumlanması istenen meseleler ameli konudaki fıkhi, içtihadi meseleler değil, bilakis dinin ve kitabın külli kaidelerinin kendisidir.

Bu düşüncenin sürekli gündeme getirilmesi, iktidar yanlısı aydın, entelektüeller ve akademisyenlerce piyasaya sürülmesi, İslam’ın yeniden yorumlanması girişiminden başka bir şey değildir. Modernist düşüncenin zehirlediği akademik zihin, batının çöken paradigmasını, batıdan devşirdiği zihin yapısıyla yeniden kurgulama peşindedir. Modernist düşüncenin paradigmasında, Allah’ın kelamı bile eskidir eskinin yanında yer alır. 

Müslümanlar açısından bugünün en büyük olumsuz gerçeği, kanaatimizce görmezden gelinse de asıl itibarıyla bu merkez üzerinden yürütülmektedir. Asıl konuşulması gereken, bu merkez üzerinden ele alınmalıdır. Dikkat edilirse gösterilen çabaların sonucunda, İslam meşru alanı olan hayata şahitliğinden sürgün edilmekte ve İslami düşünce hayatın merkezinden taşraya itilmektedir. Kısacası İslam dini, dünyada bir işe yaramamaktadır. 

Amaçlanan asıl itibariyle, İslam’ın hayatın dışına itilmesi, bireysel bir inanca indirgenmesi, hayatın herhangi bir alanında müdahilliğinin kaldırılmasıdır. Yeniden yorumlama ve yeniden üretme düşüncesi eyleme geçtiği günden bu yana, yeni fikirlerin ortaya koyduğu yeni yorumlar, kitabi manada hayata, imana ve amale pratik olarak yansıyacak, dinin kişiler üzerinde şahitliğini gösterebilecekleri yeni bir yol çizmekten öte, eleştirilen mistik yaşantının farklı bir versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Modern muktedirlerin cahili sistemlerine, onların düzen işleyişine hiç dokunmadan şekilci bir dizaynla İslam yeniden ikame edilmeye çalışılıyor. Bu ikame, gücün karşısında dini susturma, faaliyet alanlarını daraltma, folklorik bir anlayışa indirgeme, kültürel bir etkinliğe dönüştürme, sivil toplum kuruluşu nezdinde temsil edilme olarak tanımlanmaya çalışılıyor. İslam’ın hukukuna, hadlerine, cezai müeyyidelerine, kamuya dair buyurgan tavrına sürekli kalem çekilerek, manastır rahiplerine benzeyen bir mü’min tipi ortaya çıkarma gayreti sergileniyor.

İslam’ı yeniden yorumlamanın merkezine oturan gelenek eleştirisi, kitabın daha anlaşılır kılınması niyetiyle baştan sona sorgulanması, muhkem bir ayete yüzlerce soru sorulması, her sorunun ortaya çıkardığı sorunlara çözüm aranması, verilen her cevaba bilimsel kılıf uydurulmaya çalışılması, dini bozmanın anlaşılmadan yapılma çabasıdır. Kitabın anlaşılması adına yürütülen bazı faaliyetler, tevile, tevilden tahrife uzanan bir seyir izliyor. 

Bu yeni girişimlerin fark edilmeyen amacı, vahyi olan ebedi ilkelerin zaman içerisinde işlevinin ortadan kaldırılması, insanların Allah’ın kulu olmaktan çok devletin vatandaşı yapılma çabasıdır. Devletine ve devletinin yasalarına bağlı dürüst bir vatandaş ortaya çıkarma gayreti olarak da ifade edilebilecek yeni yorumlarda, vatandaş olan insanlar sadece devletin yasalarına karşı vicdani bir kaygı duyabilir. Yasaları yapanlar, akademisyenler, idareciler peygamberlerin yerini alan yeni yol kılavuzlarıdır.

Geleneğin eleştirilmesi ve indirilen dini ikame adına girişilen yorum merkezli tecdid hareketleri, neredeyse yeni bir din uydurmaya varan sonuçlar ortaya çıkardı. Arif-ulemanın yerini alan aydın-entelektüel-akademisyen takımı, modern iktidarların finansmanlarıyla, İslam’ın devlet ve iktidar boyutunu yeni yorumlarından çıkardılar. İktidarsız bir İslam’ın olabileceğini, İslam’ın devlet talebinin olmadığını, Kur’an’da devlet kavramının geçmediğini sürekli dile getirerek, yeni bir din algısı için olağanüstü çaba harcamaktalar.

Dikkat edilirse, iktidar ve devlet boyutundan geleneği eleştirenler, Emevi’ye, Abbasi’ye, Selçuklular’a, Osmanlı’ya alabildiğine vurmaktadır. Bunların adaletsizliklerini, devlet yönetimindeki yanlışlarını, toplum üzerindeki baskılarını her fırsatta elinde sopa gâvura vurur gibi vururlarken, günün cahili egemenlerine karşı sessiz kalmaktalar. Saltanatın İslam’da olmadığını söyleyenler (ki doğrudur), günün laik-seküler-demokratik iktidarlarını İslam’la sentezleme gayretine girmekteler ve İslam Dininin en güzel yaşanabileceği rejimlerin laiklik ve demokrasi rejimleri olarak ifade etmekteler. 

Bütün dinlere eşit mesafede olması bakımından demokratik-laik rejimlerin ideal olduğunu savunmaktalar. Allah’ın dinini cahili rejimleri için bir dayanak ve iktidar malzemesi olarak kullananlara karşı hiçbir ses çıkarmamaktalar. İslam’ın bir iktidar talebi olmayışını dillendirenler, gücün ve paranın, dolayısıyla modern cahiliyenin iktidarına sessiz kalmaktalar.

Modern düşüncenin asıl hedefi, İslam ile Müslümanların arasını açmaktır. Keza varılan noktada Müslümanların arasını açmak gibi bir hedef Batı tarafından çoktan aşılmıştır. Müslümanların İslami kimlikleriyle bir daha ayağa kalkmamaları için İslam’ın temel prensiplerinden ve hatta İslam’dan şüpheye düşmeleri amaçlanmaktadır. Batı merkezli bütün teolojik üretim ve yönlendirmelerin arkasında bu kasıt yatmaktadır. Buna ulaşmanın en kestirme yolu ise Kur’an’ın ilkesel kodlarıyla oynama hadsizliğinde görülmektedir.

Yaşadığımız çağ, farklı yeni dinlerin ortaya çıktığı bir çağdır. Bu yeni üretilen dinlerde İslam’ın kavram ve ibadet şekilleri de kullanılmaktadır. Oluşan yeni batıl dinler, kendilerine ait kavram ağları, formları, ritüelleri ve hatta modern yüzleriyle tapınakları olan eklektik, çoğulcu karaktere sahiptirler. İlgili paradigmalar, inançsal tasarım olarak gizemci, bağdaştırmacı zeminde oluşmaktadır. Teolojik bir dil kullanan bu yaklaşımlar, siyasal hedefli olup ideolojik tavırlar sergilemekte ve çoğu kez gerçek kasıtlarını örtmektedirler. 

Burada dikkat çeken hususlardan birisi, İslam dünyası ile ilgili tartışmalarda ve tartışmaların cereyan edişinde, hegemonik bir ilişkinin ön plana çıktığı ve bu ilişkinin bilimsel araştırmalara da aynen yansıdığıdır. Önce İslam Medeniyete uyar mı şeklinde başlayan tartışma, İslam-Bilim, İslam-Gelişme, İslam-Demokrasi ve İslam-liberalizm benzeri ikilemler halinde formule edilerek, Batı’da bulunduğu ve mutlaka alınması gereken şey olarak takdim edilen ikinci tarafın alınabilmesi için, birincinin bir engel olmaktan çıkarılması gerektiği üzerinde durulmuştur. Engel olmaktan çıkarma da genellikle, ‘uygun bir yorumlama’ şeklinde görüldüğü için, dinin yeniden yorumlanması tartışmaları, Batı ile İslam dünyası arasındaki hegemonik ilişkinin bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Tarihin bize gösterdiği, dinin yeniden yorumlanması ile ilgili atılan her adımın, toplumun ve devletin Dünya Sistemi karşısındaki gücünün daha da azalmasına sebep olmaktadır. Amacı dini güçlendirmek değil, duruma ve şartlara göre ‘devleti güçlendirmek’, ‘gelişmeyi sağlamak’, ‘toplumu medenileştirmek’ vs. olan dini yeniden yorumlama faaliyeti neticesinde din ‘yeniden yorumlandıkça’ güçlenmediği gibi, böyle bir amacın güdülmediğini ayrıca söylemeye de gerek yoktur.

Dinin yeniden yorumlanması ve kitabın anlaşılması gerektiği iddialarını gündem edenlerin geldikleri yer de akıllara zarar bir noktadır. Dini yeniden yorumlama ve kitabın anlaşılması adına çıkılan yolda, dünya ve ahiret kazancına karşılık gelmeyen, öyle olması ya da başka türlü olmasının itikadi ve ameli konuda herhangi bir kazancının olmadığı gözler önündedir. 

Hz. Adem’in (as) peygamberliğinin tartışılmasıyla başlayan süreç, Adem’in babasının da olduğu söylemine gelip dayandı. Hz. Meryem’in İsa’yı (as) nasıl dünyaya getirdiği, haftalarca süren derslerde tartışıldı. Geleneksel manada, atasından babasından türbe ziyaretlerini görenler ve türbe ziyaretlerinde bulunanlar, şirk işlemekle itham edilirken, yeryüzünün en büyük türbesini ziyaret eden iktidar sahiplerine ses çıkarılmadığı gibi cevaz da verildi.

Batı düşüncesine dayalı hayat tasavvurunun önlenemez çöküşü sonucunda dünya Müslümanlarına düşen çok önemli sorumluluklar vardır. Dünya Müslümanları Batı’nın bu intihar girişimini geciktirecek, erteleyecek, biraz daha ömür sürmesine vesile olacak katkılarda bulunmaktan kaçınmalıdır. Geciktirmesini sağlayacak katkılardan öte, intiharın gerçekleşmesini çabuklaştıracak süratlenmesini sağlayacak her türlü girişimde de bulunmaları gerekmektedir. Parayı-pazarı-tüketimi ilahlaştıran, insanı ve dahi her şeyi bir nesne olarak görüp pazara süren, her şeyin bir bedeli-ederi vardır mantığıyla satışa çıkaran küresel emperyalistler, zaman içinde erittiği bütün değerlerle beraber kendileri de erimiştir.

İşte bu ve bunun gibi sebeplere dayalı olarak Modern cahiliyenin, Müslümanlarla olmasa da, İslam’la bir müdahene, uzlaşı çabası alabildiğine hızlı bir irtifada seyrediyor. Bugün cahili egemenlerin karşısında, Mekkeli muktedirlerin muhatap aldığı Hz. Muhammed (as) ve onun tabileri gibi birileri yok. Bugün egemenler direk olarak Kur’an’ı Kerim’i ve İslam’ı muhatap alıyor. Müdahene çabaları, uzlaşma arayışları, ılımlaştırma, kendine uydurma girişimleri kitabı yeni bir yorumla yeni bir forma sokmak girişimleri olarak ortaya çıkıyor. 

Aydın-entelektüel-akademisyenler dini yeniden formatlama, yeniden yorumlama adına çalışmalar yapıyor. Bu sebeple, insanlar her gün anlamak için Kur’an okusa bile demokrat Müslüman, laik Müslüman, milliyetçi Müslüman, modern Müslüman, kemalist Müslüman, liberal Müslüman vs. vs. olabiliyor. Bu algının tarihini bilen bilir yirmi-otuz yıl öncesini geçmez.

Kur’an okumaları öyle bir noktaya geldi ki, artık ne okuyanda bir değişiklik, ne de okutanda bir farkındalık ortaya çıkarmıyor. Sürekli eleştirilen, anlamadan okunan geleneksel okumanın modern versiyonu, bugün için anlayarak okumak ama eskisinde olduğu gibi okumanın sonucunda hiçbir değişim ve dönüşüm yaşanmamakta. Şurası da bir gerçek ki, kitabı anlamadan süren geleneksel okumaların insanlar üzerindeki olumlu etkisi, her ne hikmetse, anlayarak okuyanlar üzerinde görülmemekte, insani ilişkiler boyutunda geleneğin yetiştirdiği erdemli toplumu mumla aratmakta. 

Burada dikkat edilmesi gereken başka husus, yeniden yorumlama ve kitabı anlama çabasının mücadelesini veren aydın-entelektüellerin, İslam coğrafyasında Müslümanlara ve dünyanın diğer bölgelerinde insanların uğradığı insanlık dışı zulümlere karşı hiç seslerinin çıkmamasıdır. Medyatik Kur’an yorumcularını bir süre de olsa takip edin, dünya üzerinde söz sahibi olan egemenlerin günahlarını asla gün yüzüne çıkarmazlar. Meseleleri hep Müslümanlar, mazlumlar ya da bin yıl önce yapılmış yanlışlardır.

Modern cahililerin yaptıkları sonucunda ortaya çıkan zulüm ve adaletsizlikten egemenleri sorumlu tutmazlar. Sonucu tartışıp, “biz tekfirci değiliz” deseler de, zalimlerin yaptıklarının sonucunda yanlış yapanı cehenneme gönderirler. Lakin bunlar neden böyle oldu diye meselenin aslına inmezler, inemezler. Yeryüzünü sömüren küresel cahili egemenler iktidarlarını, kan, gözyaşı, ölüm, zulüm üstüne kurarak bekalarını sağlarken, bunun bedelini hep mazlumlara keserler.

Bugün için modern cahiliyenin müdahene-uzlaşı çabası, elindeki gücü kullanarak dini çeşitli sentezlemelerle bozmaya yöneliktir. Bu dini bozma girişimini de hem kendi resmi kurumları yoluyla hem de yeni din mucitleriyle, İslam’ı bütün batıl ideolojilerle sentezlemeye çalışan aydın-entelektüellerin eliyle yapmaktadır. Modernist bakış açısına sahip yorumcular, kendi kavmine yabancı olan hayat tasavvurunu kitap üzerinden tanımlarken, o kitabın nebisini de mitsel bir kahramana dönüştürmektedirler. 

Popüler olan kutlu doğum kutlamaları, bilakis resmi ideolojinin desteği, finansmanı, organizesiyle yürütülmektedir. Bu çaba, İslam’ın direk olarak kendisiyle bir müdahene girişimidir. İslam hiçbir şekilde böyle sapkın akımlarla uzlaşmayacağı için, egemen güç, İslam’ı kendi uzlaşma alanında yeniden tanımlamaktadır. Burada dikkat çekici başka bir detay, bu kutlamaların gerçek peygamber tasavvurunu karşılamadığını geleneğe vurmak için alabildiğine kullananlar, peygamber tasavvurunu seküler düzenler için kullanışlı hale getiren egemenlere karşı hiçbir itiraz kaydında bulunmamalarıdır.

Bütün bunların ötesine, eğitimiyle, kapitalist ekonomisiyle, tüketim kültürünü topluma dayatmasıyla sömürü odaklı bir refah düzeyine çıkmayı hedefleyen günümüz egemenlerinin baskın karakteri, yeni yorumcuların hiç gündemine gelmemektedir. Yeni bir düşünüş ve söylemin üretilmesi gerektiği üzerine zarureti dillendirenler, bu tavırlarıyla sürekli bir müdahene anlayışına kaymaktadır.

Modern cahiliye ile yönetilen dünyada, Müslümanlar egemenlerle iş tutan kanaat önderlerine dikkat etmelidir. Modern cahiliye olan modern devletin yanında durup eleştirmeyenler, sebepleri görmezden gelerek hep sonuç odaklı yorumlar yapanlar, ortaya çıkan sonucun neden çıktığını irdelemeyenler arif-ulema olmaktan ziyade, aydın-entelektüel olarak vasıflandırılabilir. 

Modern cahiliye ile iş tutanların, cahiliyenin tayin ettiği görevleri vardır. Onlar dine ait kavramları dönüştürerek, modern cahili egemenleri meşru ve dinin kavramlarını da içine alan manada bir zemine oturtmakla görevlidir. Bu tür aydın-entelektüeller, Allah’a ve O’nun Nebisine hasım olanlarla birlikte iş yapabilir, çalışabilir, poz verebilir, ilk kez keşfettikleri yeni yorum ve düşünceleri paylaşabilirler. Bunlara göre zalim hiçbir zaman egemenler değildir, zalim cahili egemenlerin ürettiği, ortaya çıkardığı, umut ticaretinin mağduru olan sıradan insanlardır.

Tekrar etmek gerekirse bugünkü modern müdahene çabaları, dinin aslıyla yürütülmekte, kitap yeniden yorumlanmakta, hassasiyet sırası değiştirilmekte, toplumun öncelikle öğrenmesi gereken imani unsurlar törpülenmekte, esasından soyutlanarak anlatılmakta. İslam’ın hayata müdahil olacak yönleri ne televizyon ekranlarında ne de yazılı görsel basında ilk sıralarda bulunmamakta, hatta yer bile almamakta. Müslümanların lügatlerinden, tagut, şirk, müşrik, zalim, zulüm, vela-bera konuşulur-yazılır olmaktan çıkartılmaya çalışılmakta. Bu kavramların modern karşılığı olabilecek yeni kavramlar üretilerek asıl kastedilen gizlenmektedir.

Özgürlük, eşitlik, insan hak ve hürriyetleri, sosyal paylaşım, ekonomik refah, gelir seviyesi, milli birlik ve beraberlik, ülkü birliği gibi kavramlar üretilerek kendi paradigmalarında anlamlandırılmakta. Bu kavramlar için referans alınan değerlerin ne olduğu sorgulanmadığı gibi, üzerinde İslami anlamın içeriği konuşulamamakta. Toplum yoğun bir şekilde reklam, propaganda, yazar-çizer gayretiyle modern müdaheneye alıştırılmakta.

Müslümanlar cahiliyenin kendilerine dayattığı her türlü düşünce, fikir, akım, yol-yöntem ve varsa hepsine nebilerin örnek tavrından yola çıkarak tavır koymalı, herhangi bir uzlaşma arayışı içine girmemelidir. Özellikle tarihsel süreç içerisinde yaşanan, son dönemde daha yoğun olarak görülen düşünce ve ümmet parçalanmışlığı tefrikalaşma üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Modern cahiliyenin önce insanı parçalamasını sonra da düşüncesini parçalayarak kontrol altına aldığı unutulmamalıdır. Genelde bütün insanlığın, özelde ise Ümmetin birlikteliğini parçalayan bölünmüşlük karşısında dikkatli olunmalıdır. Modern cahiliye, müdahene mantığıyla girişimlerde bulunurken, aynı zamanda ümmet arasına tefrika sokmaktan, bu yönde strateji geliştirmekten geri kalmamaktadır.

Paylaş :

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *